Çizgi Dışı Bir Cinderella
İlk olarak milattan sonra üçüncü yüzyılda derlendiği bilinen
Cinderella masalı, aradan geçen on sekiz yüzyıl boyunca defalarca şekil
değiştirerek yeniden yazılmıştır. Farklı kıtalardan yazarların kaleme aldığı bu
masalda birçok kültürel değişiklikler kendini hissettirse de bazı temel şeyler
hiç değişmemiştir elbette. Örneğin Cinderella’nın ayakkabısı… Bu ayakkabı bazen
camdan bazen altından bazen de daha başka bir maddeden yapılmıştır. Fakat
ayakkabının işlevi hep aynıdır: Ayakkabının sahibi olan alt sınıfa mensup kadına
bir prens ya da o mertebede soylu, zengin biri âşık olur ve evlenirler. Yani
adam, ayakkabının sahibi olan kadını başka bir sınıfa yükselterek onu kurtarır
(?) mı demeli pek emin değilim. Sadece Avrupa’da beş yüz farklı uyarlaması
bulunan, son olarak Grimm Kardeşler tarafından kaleme alınan bu efsane masalın beyaz
perde yolculuğu da pek farklı değil. En çok filme alınan masal kahramanı olan
Cinderella, yüze yakın uyarlama ile kolay kolay koltuğu başka kahramana
kaptırmayacakmış gibi duruyor.
Peki, Cinderella’nın beyaz perde yolculuğu hep klasik
kodları takip ederek mi ilerlemiştir? Elbette hayır. İşte bu hafta vizyona
girecek olan Madame, bir modern zamanlar Cinderella hikâyesi olarak masalın
belli başlı yerlerinde oldukça özgün dokunuşlar gerçekleştiriyor. En önemlisi
ise bu filmde Cinderella (Maria -Rossy de Palma), kurtuluşu ve özgürlüğü kendi
kendine başarabilen bir kahraman. Ayrıca Maria, hiç de masallarda anlatıldığı
gibi güzel (genel geçer algıya göre) bir kadın da değil. Maria, toplumda güzel
denilince akla gelebilecek hiçbir koşula veya Cinderella masallarında çizildiği
gibi belli kalıplara (zayıf, ince belli, sırma saçlı, küçük ayaklı, küçük
burunlu, açık tenli…) uymuyor. Gayet kilolu, adeta cadılarınkini andıran
kemerli bir burna sahip, kırk bir numara ayakkabı giyen bir kadın Maria. Bu
yönleriyle de yüzyıllar boyunca erkek egemen bakış açısıyla (erkeğin kadını
görmek istediği şekil) yaratılmış kahramanı, feminist bir noktaya taşıyor
Madame. Ayakkabı ise sadece Cinderella’nın ayağındakiyle sınırlı kalmıyor:
Neredeyse birçok kahramanın karakterine, hikâyedeki misyonuna ayakkabılarından
vakıf oluyoruz. Öyle ki yönetmen Amanda Sthers, ayakkabıyı filmin merkezine
yerleştiriyor. Filmin söz söyleyen, birçok konuya son noktayı koyan meteforu
olan ayakkabı, tüm halleriyle karşımıza geliyor.
Son Akşam Yemeği’ndeki Masumiyetin Temsili
Üst sınıftan bir ailenin evinde hizmetçi olarak çalışan
Maria’nın hayatının akışı ev sahibinin verdiği bir yemek daveti nedeniyle rota
değiştirir. Amerika’dan Paris’e gelip bir süre yaşamayı planlayan Anne (Toni
Collette) ve Bob (Harvey Keitel) çifti, on iki kişiden oluşan bir yemek daveti
verecektir. Londra belediye başkanından sanat simsarlarına kadar geniş bir
yelpaze çizen konuk listesine son anda beklenmedik bir kişi daha eklenince
Anne, radikal bir karar alır: Eve son anda Bob’un yazar tıkanması yaşayan oğlu
Steven’ın gelmesiyle masadaki sayı uğursuz on üçe çıkmıştır. İsa’nın son akşam
yemeğinde on iki havari ve İsa olmak üzere masada on üç kişinin olmasından ve
bu yemekten sonra İsa’nın yakalanıp çarmıha gerilmesinden dolayı on üç sayısı
Hıristiyanlar için uğursuz bir sayıdır. Masadaki havarilerden birinin İsa’yı
ele verdiğini de unutmayalım. Bu durumda masaya mutlaka bir kişinin daha
oturması gereklidir. Anne, ev işlerinde en güvendiği hizmetkârı Maria’yı da
masaya oturtmaya karar verir. Tabii bir şartla: Maria masada gerçek kimliğini
saklayarak tam bir aristokrat gibi davranacak, az konuşacak, az içecek, pek
kendini belli etmeyecektir. Ne yazık ki bu pek de kolay bir şey değildir Maria
için.
Filmde yemek sahnesine henüz geçmeden değinilen bir konu var
ki sahnenin bir nevi metaforudur bu zaten. Bob, ekonomik sıkıntı yaşadığından
dolayı Michelangelo Caravaggio’nun orijinal – öyle olduğu düşünülüyor- Son Akşam Yemeği tablosunu satmak zorunda
kalıyor. Evdeki duvarda yerini almış bu tablo, filmde yaşanacak akşam yemeğine
bir nevi esin kaynağı oluyor. İsa, çarmıha gerilmeden önce gerçekleşen son
akşam yemeğindeki tüm hesaplar, ihanet, nefret, çıkar ilişkisi, riyakârlık ve
daha nicesi filmdeki akşam yemeğinin ayrılmaz parçaları. Sadece Maria, o
masanın masumiyetini temsil ediyor. Elbette masumiyet denilince bunu saflık
olarak algılamayalım. Maria, masada oturduğu kişilerle aynı sınıftan olmadığı
için her şeye daha kestirmeden, art niyetsiz bakabilen biri. Fakat aynı zamanda
oldukça da rahat ve üst sınıfın gereksiz ahlak kurallarından da bihaber biri Maria.
Bu nedenle masada arsız fıkralar anlatacak kadar ileri gidebiliyor. Aslında farkında
olmadan makyajlanmış, asıl yüzlerini perdenin arkasında saklayan sınıfı hayli
panikletir bu samimi davranışlarıyla Maria. Aynı zamanda Maria, tıpkı Son Akşam
Yemeği tablosunda olduğu gibi masadaki diğer kişilerin avı durumunda. Maria,
sadece Cinderella’nın temsili değil aynı zamanda bin türlü oyuna getirilerek
katledilen İsa’nın da temsilidir.
Yazarın Kaleminin Ucundaki Kahramanlar
Gelelim Maria kadar önem arz eden bir diğer karakter olan
Anne’ye. Anne, masalın kötü kalpli kraliçe rolünü yerine getiriyor. Emri
altında çalışan Maria’yı işine geldiği gibi kullanan Anne, sihirle olmasa da
üst sınıfın kendisinde hak gördüğü patavatsızlıklarla yapacağını yapıyor.
Aslında genel geçer yargılara göre Maria’dan çok daha güzel olan Anne, hizmetçisinin
bir aşk yaşaması, mutlu olması hele de kendisiyle aynı sınıftan biriyle bunları
yaşamasını hazmedemeyerek arı kovanına çomak sokmakta geç kalmaz. Zaten baştan
da dediğimiz gibi bu masal, alışılageldiğimiz masallardan değil. Bu nedenle
Maria’ya âşık olduğunu iddia eden sanat simsarı David’in masallardaki gibi
gerçek aşkın peşinde olduğunu söylemek mümkün değil. O aksine kendisi Mara
üzerinden sınıf atlamaya çalışır. Zira Maria’nın İspanyol bir aristokrat aileye
mensup olduğunu zanneder.
Aslında tüm bu karmaşayı yaratan ilk baştan itibaren
Steven’dır. Davetli olmadığı halde habersiz babasının evine gelip yemek masasında
uğursuz on üç sayısına neden olması, David’e Maria’nın kimliğini abartılı
şekilde yansıtması ve yarattığı yalanın cazibesine kapılıp bu yalanı sürekli devam
ettirmesiyle aslında yaşanılanların müsebbibi Steven. Ve tüm bunları yeni
kitabını yazmak için yapıyor. Steven, içinde bulunduğu sınıfa aykırı bir duruş
sergileyen bir karakter aslında. Bunu filmde Steven’ın Converse marka ayakkabılarından
anlıyoruz. Dâhil olduğu sınıfı içselleştiremeyen Steven, o dünyadaki
karakterleri seçerek romanlarını yazıyor.
Özgürlüğünü Kendi Kazanan Bir Cinderella
İlk kitabında babası Bob ile üvey annesi Anne’yi odağına
alırken ikinci kitabında da David ile Maria’yı seçiyor. Fakat romanının sonunu
nasıl sonlandıracağına emin olamaz bu kez. Okuyucuların beklediği gibi sahte
bir mutlu son mu yazmalı yoksa gerçekçi olup ne yaşandıysa onu mu yazmalı.
Steven’ın romanının sonunu nasıl yazacağını asla bilemiyoruz fakat Maria’nın son
hamlesi oldukça anlamlıdır. Maria, ayağına asla bir prenses ayakkabısıyla
alakası olmayan siyah renkli gösterişsiz ve daha da önemlisi asla Anne’nin
ayağındaki gibi kaldırım taşlarının arasına takılıp da ayağı burkacak ince
topuklu ayakkabılara benzemiyor. Kalın topuklu, yere sağlam basan
ayakkabılarıyla yalansız-dolansız, kimseden
medet ummayan, emin adımlarla başka bir hayata yol alıyor Maria. Bir kadın
olarak hiçbir erkeğe, desteğe, yardıma ihtiyaç duymandan…
Filmin, politik yönünü de unutmamak gerek. Amerikalı,
İngiliz, Fransız değişik ülkelerden olan karakterlerin hepsi de filmde çoğu zaman
yerden yere vuruluyor. Ne de olsa farklı ülkelerden olsalar da Maria hariç
hepsinin üst sınıfa mensup bireyler olması onları aynı riyakâr noktada
birleştiriyor. Üst sınıfın birçok özelliğini hedefine oturtan Madame, tüm
bunları oldukça espirili bir şekilde yapıyor. Filmin birkaç sahnesi hariç
sürekli kahkahalar attırdığını inkâr etmek pek mümkün değil açıkçası. Sürekli
havalarda uçuşan espirilerin filmin ritmini hep ayakta tuttuğunu söylemek
mümkün. Son olarak Pedro Almodovar’ın fetiş oyuncusu Rossy de Palma başta olmak
üzere hepsinin muhteşem performanslar ortaya koyduğunu da söylemeden olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder