28 Temmuz 2018 Cumartesi

Madame



Çizgi Dışı Bir Cinderella

İlk olarak milattan sonra üçüncü yüzyılda derlendiği bilinen Cinderella masalı, aradan geçen on sekiz yüzyıl boyunca defalarca şekil değiştirerek yeniden yazılmıştır. Farklı kıtalardan yazarların kaleme aldığı bu masalda birçok kültürel değişiklikler kendini hissettirse de bazı temel şeyler hiç değişmemiştir elbette. Örneğin Cinderella’nın ayakkabısı… Bu ayakkabı bazen camdan bazen altından bazen de daha başka bir maddeden yapılmıştır. Fakat ayakkabının işlevi hep aynıdır: Ayakkabının sahibi olan alt sınıfa mensup kadına bir prens ya da o mertebede soylu, zengin biri âşık olur ve evlenirler. Yani adam, ayakkabının sahibi olan kadını başka bir sınıfa yükselterek onu kurtarır (?) mı demeli pek emin değilim. Sadece Avrupa’da beş yüz farklı uyarlaması bulunan, son olarak Grimm Kardeşler tarafından kaleme alınan bu efsane masalın beyaz perde yolculuğu da pek farklı değil. En çok filme alınan masal kahramanı olan Cinderella, yüze yakın uyarlama ile kolay kolay koltuğu başka kahramana kaptırmayacakmış gibi duruyor.

Peki, Cinderella’nın beyaz perde yolculuğu hep klasik kodları takip ederek mi ilerlemiştir? Elbette hayır. İşte bu hafta vizyona girecek olan Madame, bir modern zamanlar Cinderella hikâyesi olarak masalın belli başlı yerlerinde oldukça özgün dokunuşlar gerçekleştiriyor. En önemlisi ise bu filmde Cinderella (Maria -Rossy de Palma), kurtuluşu ve özgürlüğü kendi kendine başarabilen bir kahraman. Ayrıca Maria, hiç de masallarda anlatıldığı gibi güzel (genel geçer algıya göre) bir kadın da değil. Maria, toplumda güzel denilince akla gelebilecek hiçbir koşula veya Cinderella masallarında çizildiği gibi belli kalıplara (zayıf, ince belli, sırma saçlı, küçük ayaklı, küçük burunlu, açık tenli…) uymuyor. Gayet kilolu, adeta cadılarınkini andıran kemerli bir burna sahip, kırk bir numara ayakkabı giyen bir kadın Maria. Bu yönleriyle de yüzyıllar boyunca erkek egemen bakış açısıyla (erkeğin kadını görmek istediği şekil) yaratılmış kahramanı, feminist bir noktaya taşıyor Madame. Ayakkabı ise sadece Cinderella’nın ayağındakiyle sınırlı kalmıyor: Neredeyse birçok kahramanın karakterine, hikâyedeki misyonuna ayakkabılarından vakıf oluyoruz. Öyle ki yönetmen Amanda Sthers, ayakkabıyı filmin merkezine yerleştiriyor. Filmin söz söyleyen, birçok konuya son noktayı koyan meteforu olan ayakkabı, tüm halleriyle karşımıza geliyor.


Son Akşam Yemeği’ndeki Masumiyetin Temsili


Üst sınıftan bir ailenin evinde hizmetçi olarak çalışan Maria’nın hayatının akışı ev sahibinin verdiği bir yemek daveti nedeniyle rota değiştirir. Amerika’dan Paris’e gelip bir süre yaşamayı planlayan Anne (Toni Collette) ve Bob (Harvey Keitel) çifti, on iki kişiden oluşan bir yemek daveti verecektir. Londra belediye başkanından sanat simsarlarına kadar geniş bir yelpaze çizen konuk listesine son anda beklenmedik bir kişi daha eklenince Anne, radikal bir karar alır: Eve son anda Bob’un yazar tıkanması yaşayan oğlu Steven’ın gelmesiyle masadaki sayı uğursuz on üçe çıkmıştır. İsa’nın son akşam yemeğinde on iki havari ve İsa olmak üzere masada on üç kişinin olmasından ve bu yemekten sonra İsa’nın yakalanıp çarmıha gerilmesinden dolayı on üç sayısı Hıristiyanlar için uğursuz bir sayıdır. Masadaki havarilerden birinin İsa’yı ele verdiğini de unutmayalım. Bu durumda masaya mutlaka bir kişinin daha oturması gereklidir. Anne, ev işlerinde en güvendiği hizmetkârı Maria’yı da masaya oturtmaya karar verir. Tabii bir şartla: Maria masada gerçek kimliğini saklayarak tam bir aristokrat gibi davranacak, az konuşacak, az içecek, pek kendini belli etmeyecektir. Ne yazık ki bu pek de kolay bir şey değildir Maria için.

Filmde yemek sahnesine henüz geçmeden değinilen bir konu var ki sahnenin bir nevi metaforudur bu zaten. Bob, ekonomik sıkıntı yaşadığından dolayı Michelangelo Caravaggio’nun orijinal – öyle olduğu düşünülüyor-  Son Akşam Yemeği tablosunu satmak zorunda kalıyor. Evdeki duvarda yerini almış bu tablo, filmde yaşanacak akşam yemeğine bir nevi esin kaynağı oluyor. İsa, çarmıha gerilmeden önce gerçekleşen son akşam yemeğindeki tüm hesaplar, ihanet, nefret, çıkar ilişkisi, riyakârlık ve daha nicesi filmdeki akşam yemeğinin ayrılmaz parçaları. Sadece Maria, o masanın masumiyetini temsil ediyor. Elbette masumiyet denilince bunu saflık olarak algılamayalım. Maria, masada oturduğu kişilerle aynı sınıftan olmadığı için her şeye daha kestirmeden, art niyetsiz bakabilen biri. Fakat aynı zamanda oldukça da rahat ve üst sınıfın gereksiz ahlak kurallarından da bihaber biri Maria. Bu nedenle masada arsız fıkralar anlatacak kadar ileri gidebiliyor. Aslında farkında olmadan makyajlanmış, asıl yüzlerini perdenin arkasında saklayan sınıfı hayli panikletir bu samimi davranışlarıyla Maria. Aynı zamanda Maria, tıpkı Son Akşam Yemeği tablosunda olduğu gibi masadaki diğer kişilerin avı durumunda. Maria, sadece Cinderella’nın temsili değil aynı zamanda bin türlü oyuna getirilerek katledilen İsa’nın da temsilidir.


Yazarın Kaleminin Ucundaki Kahramanlar


Gelelim Maria kadar önem arz eden bir diğer karakter olan Anne’ye. Anne, masalın kötü kalpli kraliçe rolünü yerine getiriyor. Emri altında çalışan Maria’yı işine geldiği gibi kullanan Anne, sihirle olmasa da üst sınıfın kendisinde hak gördüğü patavatsızlıklarla yapacağını yapıyor. Aslında genel geçer yargılara göre Maria’dan çok daha güzel olan Anne, hizmetçisinin bir aşk yaşaması, mutlu olması hele de kendisiyle aynı sınıftan biriyle bunları yaşamasını hazmedemeyerek arı kovanına çomak sokmakta geç kalmaz. Zaten baştan da dediğimiz gibi bu masal, alışılageldiğimiz masallardan değil. Bu nedenle Maria’ya âşık olduğunu iddia eden sanat simsarı David’in masallardaki gibi gerçek aşkın peşinde olduğunu söylemek mümkün değil. O aksine kendisi Mara üzerinden sınıf atlamaya çalışır. Zira Maria’nın İspanyol bir aristokrat aileye mensup olduğunu zanneder.

Aslında tüm bu karmaşayı yaratan ilk baştan itibaren Steven’dır. Davetli olmadığı halde habersiz babasının evine gelip yemek masasında uğursuz on üç sayısına neden olması, David’e Maria’nın kimliğini abartılı şekilde yansıtması ve yarattığı yalanın cazibesine kapılıp bu yalanı sürekli devam ettirmesiyle aslında yaşanılanların müsebbibi Steven. Ve tüm bunları yeni kitabını yazmak için yapıyor. Steven, içinde bulunduğu sınıfa aykırı bir duruş sergileyen bir karakter aslında. Bunu filmde Steven’ın Converse marka ayakkabılarından anlıyoruz. Dâhil olduğu sınıfı içselleştiremeyen Steven, o dünyadaki karakterleri seçerek romanlarını yazıyor.


Özgürlüğünü Kendi Kazanan Bir Cinderella


İlk kitabında babası Bob ile üvey annesi Anne’yi odağına alırken ikinci kitabında da David ile Maria’yı seçiyor. Fakat romanının sonunu nasıl sonlandıracağına emin olamaz bu kez. Okuyucuların beklediği gibi sahte bir mutlu son mu yazmalı yoksa gerçekçi olup ne yaşandıysa onu mu yazmalı. Steven’ın romanının sonunu nasıl yazacağını asla bilemiyoruz fakat Maria’nın son hamlesi oldukça anlamlıdır. Maria, ayağına asla bir prenses ayakkabısıyla alakası olmayan siyah renkli gösterişsiz ve daha da önemlisi asla Anne’nin ayağındaki gibi kaldırım taşlarının arasına takılıp da ayağı burkacak ince topuklu ayakkabılara benzemiyor. Kalın topuklu, yere sağlam basan ayakkabılarıyla yalansız-dolansız,  kimseden medet ummayan, emin adımlarla başka bir hayata yol alıyor Maria. Bir kadın olarak hiçbir erkeğe, desteğe, yardıma ihtiyaç duymandan…

Filmin, politik yönünü de unutmamak gerek. Amerikalı, İngiliz, Fransız değişik ülkelerden olan karakterlerin hepsi de filmde çoğu zaman yerden yere vuruluyor. Ne de olsa farklı ülkelerden olsalar da Maria hariç hepsinin üst sınıfa mensup bireyler olması onları aynı riyakâr noktada birleştiriyor. Üst sınıfın birçok özelliğini hedefine oturtan Madame, tüm bunları oldukça espirili bir şekilde yapıyor. Filmin birkaç sahnesi hariç sürekli kahkahalar attırdığını inkâr etmek pek mümkün değil açıkçası. Sürekli havalarda uçuşan espirilerin filmin ritmini hep ayakta tuttuğunu söylemek mümkün. Son olarak Pedro Almodovar’ın fetiş oyuncusu Rossy de Palma başta olmak üzere hepsinin muhteşem performanslar ortaya koyduğunu da söylemeden olmaz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder