29 Temmuz 2018 Pazar

Nicolas Winding Refn Sineması



1996 yılında çektiği ilk filmi Pusher ile yönetmenlik kariyerine adım atan Nicolas Winding Refn, suç filmlerinden oldukça farklı denemeler yapan cesur işlere doğru seyreden bir yönetmen olarak tanınıyor daha çok. Şimdiye kadar on tane filme yönetmenlik yapan Refn, gittikçe başarısını arttıran, adını daha geniş kitlelere duyuran bir isim oldu. Cannes Film Festivali gibi prestijli bir festivalden En İyi Yönetmen Ödülü’nü sekizinci filmi Drive ile kucaklayarak rüştünü ispat eden bu hırslı adam, her zaman farklı olanı denemeyi, kendini bilinmeyen sulara bırakmayı hep çok sevdi. Filmlerinde şiddeti tüm haliyle göstermekten de, aksiyon sahnelerinin dibine vurmaktan da imtina etmedi. Fakat tüm bunların yanında muhteşem, estetik, göz alıcı görüntülerle bezedi filmlerini. Kullandığı müziklerde seyirciyi adeta eşsiz bir konsere götürmeyi başardı. Renkleri konuşturan, suspus karakterleriyle bizleri sınayan bambaşka bir dünyanın kapılarını aralayan bir adam Refn. Böylesine kelimelerle anlatılmaya çalışılan yönetmenin en sevilen filmlerinden beş tanesine birlikte göz gezdirelim.

1)The Neon Demon – 2016

The Neon Demon, oldukça klişe olabilecek bir mevzuyu işleyiş tarzıyla, bambaşka bir yere taşımış, atmosferi ile izleyenleri büyülemiş bir film. Manken ve model olmak ümidiyle taşradan kalkıp, Los Angelse’a gelen Jesse, saf ve etkileyici güzelliğiyle üçer beşer şöhret basamaklarını tırmanır. Bu süreçte gencecik kızımız, kendini de keşfeder. Biz onu tanıdıkça o da kendisini tanır. Bu süreçler oldukça gerilimli bir şekilde geçer elbette. Lakin The Neon Demon’u sadece bir korku- gerilim filmi olarak tarif etmek büyük haksızlık olur. Öncelikle söylemek gerek ki film, kadınların dünyasında geçen, slasher, yamyam ve vampir filmleri gibi korku türünün sonuna kadar ekmeğini yemeği de bilen,  sembolizmi de oldukça başarılıyla kotaran bir yapım. Filmin kendine has olan en ayırt edici yanı ise neon renklerin ve tekno müziğin filme mükemmel bir şekilde sirayet etmesi olmalı. Zira filmi izlerken birbirinden çarpıcı renklerin içerisinde, kalbinizi yerinden sökercesine, damarlarınızdaki kanın her bir zerresini hissedercesine tekno müzikle dans ediyorsunuz adeta.

Damarlarınızın her zerresinde hissedeceğiniz, muazzam bir film The Neon Demon, Refn’in en kusursuz işi.


2)Drive (Sürücü) – 2011

James Sallis’in aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan Drive, Refn’in adını tüm dünyaya duyurmasını sağlayan film olmuştur. Zira Refn Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’ne layık görülecek denli kusursuz bir işe imza atmıştır bu filmle. Sürekli filmlerinde yaptığı cesaretli denemelerini bu eserinde doruğa çıkararak, karşılığını fazlasıyla almayı bilmiştir. Ray Gosling’in hayat verdiği sürücü karakteri gündüzleri filmlerdeki arabalı aksiyon sahnelerinde oynar, geceleri ise banka soygunlarına şoförlük yapar. Çünkü onun şu hayatta iyi bildiği tek şey belki de hızlı ve kusursuz araba kullanmaktır kuşkusuz. Lakin hayatında her şeyi düzene koymuş bu yalnız adamın illa ki başı derde girmeli değil mi? Peki, kapı komşusu bu görevi üstlenir mi dersiniz? Hiç kuşkunuz olmasın. Güzeller güzeli Carey Mulligan ile hayat bulan, kocası hapishanede olduğu için küçük oğluyla yaşam mücadelesi veren Irene ondan yardım ister. Bu yardım isteğini geri çevirmeyen kahramanımız yine en iyi bildiği şeyi yaparak yardımcı olur.

Muhteşem görüntüleri, az konuşan karakterleri, neon ışıkları, insanın âşık olacağı müzikleri ve adeta seyirciyi koltuğa yapıştıran aksiyon sahneleriyle büyüleyici film, Drive. Bu hikâyenin özgün bir yanı yok diyenlere de, filmi bir de Refn gözünden izlemelisiniz derim.


3)Only God Forgives (Sadece Tanrı Affeder) – 2013

Refn’in Bangkok’da çektiği ve yine Ryan Goling’i başrole oturttuğu sondan bir önceki filmi olan Only God Forgives, adeta şiddetin estetik ile birleşimine ev sahipliği yapıyor. Refn’in Drive’da fazlasıyla ustalaştığını zaten ispatladığı görüntü konusunda bu filmde adeta bir tık daha ileriye gidiliyor. Uzak Doğu’nun mistik havasıyla bütünleşen görüntüler, yine yerel müziklerin can alıcılığıyla şahlanıyor. Kısacası yönetmenimiz kendi tarzını bir de yerel kültürün nimetleriyle birleştirerek gerçekten farklı bir işe imza atıyor. Lakin bana kalırsa Drive’daki yönetmenlik bu filmde bir nebze tökezliyor. Psikopat kardeşi, canice işlediği cinayetten hemen sonra temizlenince, fetiş annesi ile intikam planları yapmak zorunda kalan Julian ile kendi adaletini yaratan polis memuru Kim’in hikâyesi tipik bir intikam hikâyesinden bambaşka bir seyir izliyor.

Bakmakta zorlanılacak denli ağır şiddet görüntülerinin ve kusursuz, akıllardan çıkmayacak birkaç sahnesiyle hatırlanacak Only God Forgives, herkesin zevk alacağı bir film değil elbette. Ama yine de şans verilmeli nihayetinde.


4)Bronson – 2008

Bronson, 80'li yılların İngiltere'sinde 34 yıl boyunca hapishanede kalan Michael Peterson adlı adamın gerçek hikâyesini anlatmakta. İşlediği bir suçtan ötürü kısa bir süreliğine hapishaneye giren fakat aşırı şiddet içeren davranışlarından ötürü sürekli mahkûmiyetini uzatan, gerçek olamayacak kadar anlaşılması güç bir kişilik Michael. Çocukluğundan beri ünlü olmak isteyen ve kendine bu amacını gerçekleştirmek için mekân olarak da hapishaneyi seçen bu psikopat karakter kendine tıpkı sanatçılar gibi farklı bir isim de seçer. Charles Bronson adı ile bütünleşen ve adını duyurmak için elinden gelen şiddeti ardına koymayan Bronson, amacına fazlasıyla ulaşır. Böylesine zorlu bir karakterin altından, tüm vücudunu etkili kullanarak öne çıkan Tom Hardy, filmde Bronson'un sahnede kendi hikâyesini anlattığı anlarda da çok çok başarılı.
Bronson'un kendi dilinden dinlediğimiz aşırı şiddet dolu, tüyler ürpertici, fazlasıyla rahatsız edici bu filmi sinirleriniz elveriyorsa izlemelisiniz. A Clorkwork Orange filmindeki Alex, Funny Games'teki Paul ve Peter gibiler nasıl varsa ve bunların acımasız, saldırgan tutumlarını nasıl anlamak güçse Bronson da tam da onlardan biri.


5)Pusher – 1996

 Nicolas Widning Refn, kariyerinin ilk filmiyle ülkesi dışında da çok büyük ilgi gören Pusher'e imza atar. Danimarka'da ve Danca çekilen film, ülke sinemasının o güne değin pek de alışık olmadığı bir tarzı dener. Suç-aksiyon türünde diyebileceğimiz Pusher, sonrasında oldukça sevilmesinden dolayı devam filmlerinin çekilmesini de sağlar. Aslında konu olarak birçok Hollywood filmlerinden alışık olduğumuz bir mevzu vardır karşımızda. Kendi çapında uyuşturucu satarak yaşayan Frank, bir yerde baltayı taşa vurur. Ve maalesef tüm olumsuzluklar üst üste binmekte gecikmez. Herkes ona geç ya da erken bir şekilde sırtını döner, ihanet eder, yüz üstü bırakır. En yakın arkadaşı, iş yaptığı aracı, sevgilisi... Frank ne kadar çabalarsa çabalasın içine girdiği girdaptan bir türlü kurtulamaz. Onun suskunluğu bizi daha da çaresiz kılarken bir yandan da başarılı bir oyunculukla hayat bulan yüz ifadesinin etkisi altına gireriz. Frank, ne düşünür, ne ister sadece tahmin etmeye çalışırız. Zira aklından geçenlere asla eyleme geçmeden şahit olamayız.

Refn, Pusher ile suç dünyasını, fahişeleriyle, uyuşturucu satıcılarıyla, fillerin altında ezilen çimenlerin zavallı durumunu ve çoğunun umutsuzca son bulan hayatlarını oldukça çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder