Amerikalı yönetmen Brian De Palma, Yeni Hollywood
jenerasyonunun öncüsü olarak kabul edilir. Fakat De Palma, her ne kadar
Hollywood’un yeni gözlerinden biri olsa da geçmişe bakmaktan, ustalardan
esinlenmekten asla vazgeçmez. Özellikle Hollywood’un büyük üstadı Alfred
Hitchcock’un büyük bir hayranı olarak, kimi zaman taklit olma noktasına gelen
etkilenmelerine şahit oluruz filmlerinde. Hitchcock’un akıllardan çıkmayan
sahnelerini, fetiş aletlerini vs çokça filmlerinde kullanmış, bu konuda
kendisine yapılan eleştirileri de umursamamıştır. Özellikle korku-gerilim,
mafya filmleriyle ön plana çıkan yönetmenin, sadece bu türlere takılıp
kaldığını söylemek de haksızlık olur kuşkusuz. Her ne kadar yaşının kemale
ermesini takip eden yıllarda daha vasat filmlerle karşımıza çıksa da ilk dönem
filmografisiyle takdiri fazlasıyla hak eder De Palma. Filmlerinde muhalif
kimliğini de her zaman konuşturmayı bilmiş, bu başarılı, sinema tutkusuyla dolu
yönetmeni beş tane başyapıtıyla daha da yakından tanıyalım.
1)Scarface (Yaralı Yüz) – 1983
1983 yılında Brian De Palma tarafından çekilen Scarface,
şiddet görüntüleriyle çokça tartışılmış, eleştirilmiş ve ödüle layık görülmemiş
bir yapım. Fakat bu durum Scarface’nin kült mertebesine erişmesini
engelleyememiştir. Film başarısını, aldığı ödüllerle değil de yıllar geçmesine
rağmen hala en çok izlenen, konuşulan, sahiplenenlerden olmasıyla kanıtlar.
Küba’dan Amerika’ya göçen suçlu Tony Montana’nın (Al Pacino) bir takım kişilik
özellikleri sayesinde kısa sürede yükselişi, zirveyi gördükten sonra ise
hızlıca dibi buluşunu, tüm çıplaklığıyla perdeye yansıtan film, abartısız
bugüne kadar yaratılmış en unutulmaz anti-kahramanlardan birine imza atar. Tony
Montana, tüm seyircilerin özdeşlik kurduğu ama kâğıt üzerinde asla hiçbirimizin
onaylamayacağı bir karakter. Lakin asla
tasvip etmeyeceğimiz bu kişilik, filmin başından son anına kadar tüm yaşadıklarında
onunla katharsis kurmamıza engel olamaz. Ne komünizmde ne de kapitalizmde var
olamayan, mutlak bir kaybedendir Tony Montana.
Kendisinden sonra çekilen tüm ganster filmlerine esin
kaynağı olmuş, yarattığı anti-kahraman ile büyük bir başarı yakalamış, bir
mükemmellik örneği olan bu filmi izlemelisiniz.
2)The Untouchables (Dokunulmazlar) – 1987
Tarihte gerçekten yaşamış İtalyan mafya lideri Al Capone ve
onu etkisiz hale getirmekle görevlendirilen Eliot Ness’in arasında yaşananlara
odaklanan The Untouchables, De Palma’nın mafya filmleri arasında Scarface’den
sonra en başarılısı. İçki yasağının yaşandığı yıllarda Amerika’da geçen hikâye
eski ganster filmlerine anımsatan bir başyapıt. De Palma bu kez yine adalet
sistemini, devletin tüm kurumlarının nasıl çürüdüğünü gözler önüne sermeyi de
bir borç bilir.
Robert De Niro başta olmak üzere birçok başarılı oyuncuyla
parlayan filmin daha detaylı eleştirisine buradan ulaşabilirsiniz.
3)Blow Out (Patlama) – 1981
Ustaları kendine kılavuz yapan De Palma, bu kez Michalengelo
Antonioni’nin 1966 yapımı Blow-Up filminden etkilenir. Filmlere ses kaydı yapan
Jack (John Travolta) tesadüfen makineleriyle ses kaydı yaptığı sırada
gerçekleşen bir trafik kazasını hem ses olarak kaydeder hem de görüntüler.
Üstelik kazada yaralanan kadının da hayatını kurtarır. Peki, bundan sonra ne
olacaktır? Gerçekten bir trafik kazası mı olmuştur yoksa cinayet mi? Eğer kaza
yapan bir başkan adayı, yaralanan kadın da bir metres olursa bu soru yanıtsız
kalacak ve adalet sistemi hiç de sanıldığı gibi işlemeyecektir. Ama işi
kurcalamaktan kendini alamayan Jack, kendisine söylendiği gibi uslu durmayacak
ve gerçekler tek tek gün yüzüne çıkacaktır. Sivri dilli De Palma’nın bu kez de
Amerika’nın bürokrasisine, adalet sistemine ağır eleştiriler getirdiği filminin
çok başarılı olduğunu sanırım söylemeye gerek yok.
Ses kaydı ile ilgili birçok bilgi veren blow-up yani
görüntüyü defalarca büyüterek yakınlaştırma tekniği gibi somut deliler
üzerinden cinayeti aydınlatan film, aynı zamanda Antonioni ustaya bir selam
duruşu bana kalırsa.
4)Sisters (Kız Kardeşler) – 1972
Bir Hitchcock hayranı olduğunu bildiğimiz De Palma’nın, ona
olan hayranlığını en çok aşikâr ettiği filmi, kuşkusuz Sisters olur.
Senaryosundan, tekniğine kadar birçok şeyde Hitchcock’u gördüğümüz hatta ve
hatta Psycho’dan sahneler izliyormuş gibi hissedeceğimiz bir yapım ile çıkar
karşımıza bu kez De Palma. Siyam ikizi olarak doğan kardeşler üzerinden
hikâyesini kuran De Palma, müthiş bir gerilim ortaya çıkarır. Psikolojik
sorunları olan kız kardeş, doktor, rehabilitasyon merkezi, yarışma programı…
Hepsi çözülmesi gereken cinayet için ipuçları aynı zamanda da gerilim
unsurlarıdır. De Palma’nın ekranı ikiye bölme gibi bir uygulamayı en bariz uyguladığı
yapım da olan Sisters, kamera kullanımıyla da oldukça büyük bir keyif vermekte.
Ayrıca politik göndermeleriyle tanınan yönetmenimiz, bu filmde Amerika’daki
ırkçılık meselesini eleştirerek sosyal sorumluluğunu da yerine getirmiştir.
Psikolojik gerilim filmlerinden, özellikle de Hitchcock
tarzından hoşlananların büyük keyif alacağı filmi ıskalamayın derim.
5) Carrie (Günah Tohumu) – 1976
Korku filmi olan Carrie, bir anne ile kızı arasındaki sıra
dışı ilişkiyi anlatıyor. Stephen King’in aynı adlı eserinden uyarlanan film,
şiddetin, korkunun, kanın ve intikamın bolca olduğu sayılı yapımlardan.
Ergenlik dönemine kadar aşırı Katolik bir annenin baskıcı tavrından ve okuldaki
arkadaşlarının ona ezik gibi davranmalarından dolayı Carrie, fazlasıyla sinik,
içe dönük ve bastırılmış bir kişiliktir. Fakat ilk kez regl olduğu günden
itibaren kendini tanımaya başlayan karakterimiz aslında telekinezi yeteneği
olduğunu keşfeder. İlk başlarda her ne kadar bu özelliği ile kimseye zarar
vermek istemese de annesinin devam eden bağnaz, baskıcı tavrı onun içindeki
şeytanı ortaya çıkarmasına neden olur. Elbette hem annesi hem de onu küçük
gören herkes fazlasıyla bu öfkeden payını alır.
King’in titizlikle kaleme alınan eserlerinden biri olan
Carrie, De Palma gibi bir ustanın elinde adeta ete, kemiğe bürünerek
şahlanıyor. Korku filmi sevenlerin mutlaka izlemesi gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder