29 Temmuz 2018 Pazar

Brian De Palma Sineması




Amerikalı yönetmen Brian De Palma, Yeni Hollywood jenerasyonunun öncüsü olarak kabul edilir. Fakat De Palma, her ne kadar Hollywood’un yeni gözlerinden biri olsa da geçmişe bakmaktan, ustalardan esinlenmekten asla vazgeçmez. Özellikle Hollywood’un büyük üstadı Alfred Hitchcock’un büyük bir hayranı olarak, kimi zaman taklit olma noktasına gelen etkilenmelerine şahit oluruz filmlerinde. Hitchcock’un akıllardan çıkmayan sahnelerini, fetiş aletlerini vs çokça filmlerinde kullanmış, bu konuda kendisine yapılan eleştirileri de umursamamıştır. Özellikle korku-gerilim, mafya filmleriyle ön plana çıkan yönetmenin, sadece bu türlere takılıp kaldığını söylemek de haksızlık olur kuşkusuz. Her ne kadar yaşının kemale ermesini takip eden yıllarda daha vasat filmlerle karşımıza çıksa da ilk dönem filmografisiyle takdiri fazlasıyla hak eder De Palma. Filmlerinde muhalif kimliğini de her zaman konuşturmayı bilmiş, bu başarılı, sinema tutkusuyla dolu yönetmeni beş tane başyapıtıyla daha da yakından tanıyalım.


1)Scarface (Yaralı Yüz) – 1983


1983 yılında Brian De Palma tarafından çekilen Scarface, şiddet görüntüleriyle çokça tartışılmış, eleştirilmiş ve ödüle layık görülmemiş bir yapım. Fakat bu durum Scarface’nin kült mertebesine erişmesini engelleyememiştir. Film başarısını, aldığı ödüllerle değil de yıllar geçmesine rağmen hala en çok izlenen, konuşulan, sahiplenenlerden olmasıyla kanıtlar. Küba’dan Amerika’ya göçen suçlu Tony Montana’nın (Al Pacino) bir takım kişilik özellikleri sayesinde kısa sürede yükselişi, zirveyi gördükten sonra ise hızlıca dibi buluşunu, tüm çıplaklığıyla perdeye yansıtan film, abartısız bugüne kadar yaratılmış en unutulmaz anti-kahramanlardan birine imza atar. Tony Montana, tüm seyircilerin özdeşlik kurduğu ama kâğıt üzerinde asla hiçbirimizin onaylamayacağı bir karakter.  Lakin asla tasvip etmeyeceğimiz bu kişilik, filmin başından son anına kadar tüm yaşadıklarında onunla katharsis kurmamıza engel olamaz. Ne komünizmde ne de kapitalizmde var olamayan, mutlak bir kaybedendir Tony Montana.

Kendisinden sonra çekilen tüm ganster filmlerine esin kaynağı olmuş, yarattığı anti-kahraman ile büyük bir başarı yakalamış, bir mükemmellik örneği olan bu filmi izlemelisiniz.

 

2)The Untouchables (Dokunulmazlar) – 1987

Tarihte gerçekten yaşamış İtalyan mafya lideri Al Capone ve onu etkisiz hale getirmekle görevlendirilen Eliot Ness’in arasında yaşananlara odaklanan The Untouchables, De Palma’nın mafya filmleri arasında Scarface’den sonra en başarılısı. İçki yasağının yaşandığı yıllarda Amerika’da geçen hikâye eski ganster filmlerine anımsatan bir başyapıt. De Palma bu kez yine adalet sistemini, devletin tüm kurumlarının nasıl çürüdüğünü gözler önüne sermeyi de bir borç bilir.
Robert De Niro başta olmak üzere birçok başarılı oyuncuyla parlayan filmin daha detaylı eleştirisine buradan ulaşabilirsiniz.



3)Blow Out (Patlama) – 1981

Ustaları kendine kılavuz yapan De Palma, bu kez Michalengelo Antonioni’nin 1966 yapımı Blow-Up filminden etkilenir. Filmlere ses kaydı yapan Jack (John Travolta) tesadüfen makineleriyle ses kaydı yaptığı sırada gerçekleşen bir trafik kazasını hem ses olarak kaydeder hem de görüntüler. Üstelik kazada yaralanan kadının da hayatını kurtarır. Peki, bundan sonra ne olacaktır? Gerçekten bir trafik kazası mı olmuştur yoksa cinayet mi? Eğer kaza yapan bir başkan adayı, yaralanan kadın da bir metres olursa bu soru yanıtsız kalacak ve adalet sistemi hiç de sanıldığı gibi işlemeyecektir. Ama işi kurcalamaktan kendini alamayan Jack, kendisine söylendiği gibi uslu durmayacak ve gerçekler tek tek gün yüzüne çıkacaktır. Sivri dilli De Palma’nın bu kez de Amerika’nın bürokrasisine, adalet sistemine ağır eleştiriler getirdiği filminin çok başarılı olduğunu sanırım söylemeye gerek yok.

Ses kaydı ile ilgili birçok bilgi veren blow-up yani görüntüyü defalarca büyüterek yakınlaştırma tekniği gibi somut deliler üzerinden cinayeti aydınlatan film, aynı zamanda Antonioni ustaya bir selam duruşu bana kalırsa.

 
4)Sisters (Kız Kardeşler) – 1972

Bir Hitchcock hayranı olduğunu bildiğimiz De Palma’nın, ona olan hayranlığını en çok aşikâr ettiği filmi, kuşkusuz Sisters olur. Senaryosundan, tekniğine kadar birçok şeyde Hitchcock’u gördüğümüz hatta ve hatta Psycho’dan sahneler izliyormuş gibi hissedeceğimiz bir yapım ile çıkar karşımıza bu kez De Palma. Siyam ikizi olarak doğan kardeşler üzerinden hikâyesini kuran De Palma, müthiş bir gerilim ortaya çıkarır. Psikolojik sorunları olan kız kardeş, doktor, rehabilitasyon merkezi, yarışma programı… Hepsi çözülmesi gereken cinayet için ipuçları aynı zamanda da gerilim unsurlarıdır. De Palma’nın ekranı ikiye bölme gibi bir uygulamayı en bariz uyguladığı yapım da olan Sisters, kamera kullanımıyla da oldukça büyük bir keyif vermekte. Ayrıca politik göndermeleriyle tanınan yönetmenimiz, bu filmde Amerika’daki ırkçılık meselesini eleştirerek sosyal sorumluluğunu da yerine getirmiştir.

Psikolojik gerilim filmlerinden, özellikle de Hitchcock tarzından hoşlananların büyük keyif alacağı filmi ıskalamayın derim.


5) Carrie (Günah Tohumu) – 1976

Korku filmi olan Carrie, bir anne ile kızı arasındaki sıra dışı ilişkiyi anlatıyor. Stephen King’in aynı adlı eserinden uyarlanan film, şiddetin, korkunun, kanın ve intikamın bolca olduğu sayılı yapımlardan. Ergenlik dönemine kadar aşırı Katolik bir annenin baskıcı tavrından ve okuldaki arkadaşlarının ona ezik gibi davranmalarından dolayı Carrie, fazlasıyla sinik, içe dönük ve bastırılmış bir kişiliktir. Fakat ilk kez regl olduğu günden itibaren kendini tanımaya başlayan karakterimiz aslında telekinezi yeteneği olduğunu keşfeder. İlk başlarda her ne kadar bu özelliği ile kimseye zarar vermek istemese de annesinin devam eden bağnaz, baskıcı tavrı onun içindeki şeytanı ortaya çıkarmasına neden olur. Elbette hem annesi hem de onu küçük gören herkes fazlasıyla bu öfkeden payını alır.

King’in titizlikle kaleme alınan eserlerinden biri olan Carrie, De Palma gibi bir ustanın elinde adeta ete, kemiğe bürünerek şahlanıyor. Korku filmi sevenlerin mutlaka izlemesi gerek.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder