25 Temmuz 2018 Çarşamba

Kim Ki – duk Sineması

Kim Ki-duk 1

Güney Koreli Kim Ki-duk, cebindeki son parayla Fransa’ya sanat eğitimi almak için gitmiş ve kendi yaptığı resimleri satarak üç yıl sanatın merkezinde kalmış bir alaylıdır. Hiç okula gitmeden hiçbir sinema eğitimi de almadan film çekmeye başlayan bu dahi yönetmen, hayatın içinden tamamen duygularıyla hareket ederek mucizelere imza atmıştır.  Özellikle ilk dönem filmleriyle harikalar yaratan Ki-duk’un en talihsiz filmi son izlediğimiz, Il-dae-il’dir ne yazık ki. Gittiği Cannes, Venedik ve Berlin Film Festivali’nden eli boş dönmeyen, her yaptığı yapımın merakla beklendiği bu adama dilerseniz en sevilen beş filmiyle daha yakından bakalım.

1) Bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom - 2003

İlkbahar, yaz, sonbahar, kış ve yine ilkbahar… Hayatın yorulmak bilmez döngüsüdür bu. Her defasında aynı acılar yaşansa da, aynı hatalar tekrarlansa da hayat, vazgeçmez bu sonsuz döngüsünden. Kim Ki-duk’un filmografisinin diğer filmleriyle kıyaslanmayacak derecede açık ara başyapıtı olan bu film, hayata, insanlığa, doğaya, mevsimlere bir ağıttır adeta. Gölün ortasındaki tapınakta ermiş bir keşişe eğitilmesi için bırakılan çocuk ile ilkbahar mevsiminde başlayan hikâye, bir diğer ilkbahar mevsimine yani döngünün tekrarlanmasına kadar devam eder. Bu dört mevsim sürecinde insanlığın bütün zaafları kendine yer bulur. Vicdan, aşk, ihanet, intikam, kabulleniş, veda, ölüm ve doğum… Her mevsimin farklı hayvanlarla temsil edildiği, insanlığın ruhuna yaptığı bir yolculuk olan film, izleyicileri de adeta kutsal bir suyla yıkayarak yüreklerini temizleyip, arındırır.
Sözlerin değil, eylemlerin, görüntülerin, müziklerin etkili olduğu bu başyapıtın başrolündeki mevsimler, ancak bu kadar iyi yönetilebilirdi. Kim Ki-duk, en büyük eseri üzerinde öylesine titizlenmiş ki…

https://www.youtube.com/watch?v=gXyxi-jnKxw

Bin-Jip

 

 

2) Bin-jip – 2004

Kim Ki-duk’un bizleri inanılması zor, büyülü bir dünyaya soktuğu filmlerden en önemlisi kuşkusuz Bin-jip’tir. Sürekli uçlarda yaşayan insanların hayatlarına değinen Ki-duk, bu kez de başkalarının evlerinde yaşayarak onların yaşamına kısmen de olsa dâhil olan bir gencin hayatına odaklanıyor. Evlerin kapısına ilan asan, gece ise kapısında ilanın aynen onun koyduğu gibi duran evlerin boş olduğuna kanaat getiren kahramanımız, bu formülü uzun bir süre şaşmadan uyguluyor. Üstelik girdiği evlerde sadece kalmıyor. Temizlik, tamir, çamaşır vs her türlü işi sanki gerçekten evin sahibiymiş gibi yapıyor. Fakat son girdiği evde bu durum bir adım daha öteye gidiyor. Evdeki kadın da sevgilisi, karısı, ruh eşi oluyor. Böylece serüvene birlikte devam ediyorlar.
Konusu ile fazlasıyla ilgi çekici olan bu film, yine yok denecek diyalogları, güçlü oyunculukları, müzikleri, akla hayale gelmeyecek hınzırlıklarıyla(baskülde iki aşığın hiç kadranı oynatmaması) bir rüyadır aslında. Durgun akan bir nehirden süzülerek ilerleyen bir kayığın içindeymiş gibi hissettiren bu filmi, izlemediyseniz hemen bu durumu telafi etmelisiniz. Yoksa Venedik Film Festivali’nden Ki-duk’a En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandıran bu filmi merak etmediğiniz düşünülebilir.

https://www.youtube.com/watch?v=Ydh1JQSOiH8

SAMARITAN GIRL, (aka SAMARIA), Kwak Ji-Min (right), 2004. ©Tartan Films USA

3) Samaria – 2004

Hayaller ve gerçekler… Okul arkadaşı olan iki kız, Avrupa’ya gitme arzusuyla fahişelik yaparak para biriktirmeye başlarlar. Fakat hayat hiç de planladıkları gibi ilerlemez. Polisin fuhuş operasyonu sırasında birinin ölmesi diğerinin vicdan azabıyla paraları tekrar sahiplerine dağıtma çabası vicdanları zorlu bir yolculuğa çıkarır. Ki-duk’un bu kez diyaloglarla da ördüğü bu hikâyesi her anlamda seyirciye zor zamanlar yaşatır. Körpe bedenlerin fahişelik yapmasını izlemenin zorluğuna Ki-duk’un her şeyi yalın ve sert bir şekilde dile getirmesi de eklenince film, ciddi anlamda sarsıcı olur.
Hayaller uğruna yapılabileceklerin, korkunun, vicdanın, pişmanlığın hayat bulmuş hali olan Samaria, gücünüzü toplayarak izlemeniz gerekenlerden. Zira Berlin Film Festivali’nde Ki-duk’a En İyi Yönetmen Ödülü’nü getiren film, sizi epey zorlayacaktır.

https://www.youtube.com/watch?v=MxK0EUS-rS8


Hwal

4) Hwal – 2005

Hwal, teknesini balık tutmak için gelenlere açmış bir adam ile genç kızın hikâyesini anlatıyor. Çok iyi ok kullanan adam bunu kıza da öğretiyor. Fakat adam, kıza bakmak, eğitmek vs gibi hizmetleri karşısında ondan çok daha büyük bir ödül bekliyordur. Kız on yedi yaşına geldiğinde onunla evlenecektir. O günün gelmesini sabırsızlıkla bekleyen adam tıpkı kesip yiyeceği günü sabırsızlıkla beklerken kazını kafese koyan biri gibi onu geminin içinde dış dünya ile tanıştırmadan vahşice yetiştiriyor. Seyircinin öfkesini kısa sürede kazanan adamın aksine kız ile kurulan özdeşlik onun neredeyse lâl hayatına bizi dert ortağı ediyor.
Yine Kim-duk’un hayat ve bir dolu şey hakkında ders niteliğindeki bu filmi, sürpriz sonu ile de şaşırtmaktan geri kalmayan, hınzır bir yapıya sahip. Ne dersiniz önce dertlenip sonra umutlanıp sonra da şaşırma sırası gelmedi mi?

https://www.youtube.com/watch?v=eXDkdjHAVIU

Pieta

5) Pieta – 2012

Pieta, yalnızlığa mahkûm olmuş, terk edilmiş iki insanın planlı bir şekilde yollarının kesişmesiyle başlıyor. Sürpriz finalinden dolayı bam tellerine basmadan değinilmesi gereken bir film olan Pieta, aslında bir genç ile bir annenin hayatından fazlasıyla hüzünlü bir kesiti biz seyircilere sunuyor. Bir nevi tefecilik yapan acımasız ve amaçsız yaşayan, yalnız gencimizin bir gün annesi olduğunu iddia eden bir kadın karşısına çıkageliyor. Bundan sonra Gang-do adlı karakterimizin yaşamı, hayata bakış açısı değişmeye başlıyor. Lakin bu olumlu anlamda hayatının değişmesi ona çok da uzun süre bir mutluluk vaat etmiyor.
Kucağında ölü İsa’yı tutan Meryem Ana heykelinden ismini alan film, tam da öylesine talihsiz bir hikâyenin benzerini sunuyor. Venedik Film Festival’inden Altın Aslan Ödülü ile dönen filmi şiddetle tavsiye etmeyi ediyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=MebVzBdz0OI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder