Sinema dünyasının bilinen en ayrıksı yönetmenlerinden olan
Pier Paolo Pasolini, sadece bir yönetmen değil şair, düşünür, oyuncu, senarist,
aydın ve daha birçok sıfatı bünyesinde taşıyan bir şahsiyetti. İtalya
topraklarında doğup, büyümüş ve yaşadığı yıllar açısından da ülkesinin inişli
çıkışlı tüm siyasi olaylarından etkilenmiştir aynı zamanda. İç savaşta gerilla
olan kardeşini kaybetmiş, faşist Mussolini hükümeti döneminde en ağır
yaptırımları göğüslemek zorunda kalmış, üyesi olduğu İtalyan Komünist Partisi
üyeleri tarafından bile sevilmemiş, hatta babası ile bile hiçbir zaman güzel
bir ilişkisi olamamıştır. Her zaman dışlanan, sevilmeyen ve ötelenen olsa da o
ateist, komünist, eşcinsel gibi kimliklerinden asla vazgeçmemiş ve yoluna her
daim emin adımlarla devam etmiş bir savaşçıydı. Son filmi ile faşizmden
fazlasıyla intikamını alan Pasolini, ne yazık ki düşmanları tarafından adice
katledilmekten kurtulamamış, filminin gösterildiğini bile göremeden bu dünyadan
göçmüştür. Geriye ise kültür-sanat dünyası için büyük bir miras bırakarak
elbette. Eserleriyle ölümsüzleşen bu ismin, marifetlerinden sadece biri olan
yönetmenliğindeki beş filmiyle biraz daha yakından tanıyalım isterim.
1) Salò o le 120 Giornate di Sodoma (Salo ya da Sodom’un 120 Günü) - 1975
Pasolini’nin, Fransız aristokrat Marquis de Sade’nin 1785
yılında yazdığı, gelmiş geçmiş en sıra dışı eserlerden biri olan Les 120
journées de Sodome ou l'école du libertinage’den uyarladığı filmi Salò o le 120
Giornate di Sodoma, sinema tarihinin en çok yasaklanan ve tartışılan
filmlerindendir. Pasolini, kısmen de olsa kitapta anlatılanları hafifleştirerek
İkinci Dünya Savaşı dönemine uyarlar. Salo Cumhuriyeti’ne(Faşist İtalyan Sosyal
Cumhuriyeti) sıkı sıkıya bağlı, dört
seçkinin, dokuz genç kız ve dokuz genç erkeği kaçırarak onlar ile bir kaleye
yüz yirmi gün boyunca kapanmaları ve bu süreçte gelişen olaylara odaklanır
film. Uzman fahişelerle birlikte bir yandan cinsellik eğitimi verilir bir
yandan da fiziki ve psikolojik işkence yapılır gençlere. Senaryosunu da
Pasolini’nin yazdığı film aslında birçok açıdan da onun yaşadıklarından izler taşır.
İtalya’da kısa bir süre olsa da hüküm süren Mussolini’nin faşist rejiminde
yaşadıklarını filmine yerleştirmeyi ihmal etmez yönetmenimiz.
Değme korku ya da gerilim filmine, seyirciyi zorlama
konusunda fark atacak bu film, herkesin kolay kolay izleyemeyeceği türden. Hala
dünyanın birçok yerinde yasaklı olan film, cinselliğin pek fazla olduğu ama
asla özendirmeyip, aksine tiksindirdiği de bir yapım olma unvanını da taşır.
Film vizyona girmeden birkaç gün önce faşistler tarafından dövülerek öldürülen Pasolini,
kuşkusuz her şeyi göze alarak bu son eserine imza atmıştır.
2) Il Decameron (Dekameron’un Aşk Hikâyeleri) – 1971
Pasolini’nin, halk ozanı Giovanni Boccaccio’nun aynı adlı
İtalyan eserden uyarladığı Il Decameron, eserdeki yüz tane hikâyenin dokuzunu
anlatıyor. Pasolini’nin hikâyelerden birinde de oynadığı film, halktan
insanların günlük hayatlarında cinselliği nasıl yaşadıklarını anlatıyor
aslında. Çoğu zaman gözümüze sokulan burjuva ya da aristokratların hayatlarını
göstermeyi tercih eden sinema, bu kez Pasolini gibi bir aydın tarafından ters
yüz olur. Yönetmenin tıpkı diğer filmlerinde olduğu gibi çıplaklık fazlasıyla
ön planda yerini alır. Cinsel organların giyinikken bile fazlasıyla göze
sokulduğu filmde, amaç bunların gizlenecek ya da utanılacak şeyler olmadığını
anlatmak elbette. Il Decameron, aynı zamanda Pasolini’nin din ile en çok
uğraştığı, Hristiyanlığı en çok hedefi haline getirdiği filmi olarak da ayrı
bir yerde durur.
Yönetmenin Eros Üçlemesi’nin ilki olan bu film, Berlin Film
Festivali’nde de Gümüş Ayı Ödülü’nü alarak başarısını taçlandırmayı bilmiş,
ölümsüz eserlerden biri olarak yerini alır sinema tarihinde.
3)Medea – 1969
Pasolini bu kez de mitolojiden esinlenerek çeker filmini.
Ülkesine, kardeşine ihanet ederek, âşık olduğu İason ile birlikte yıllarca
sürgün hayatı yaşayan Medea’nın hüzünlü ama en çok da kan dondurucu hikâyesini
izleriz filmde. Ülkesi için kutsal ve mucizevî altın postu, İason’a kaçıran
Medea, yaptığı birçok fedekarlığın karşılığını İason’dan göremediği gibi
ihanete de uğrar. Fakat büyü yapma yeteneği olan Medea, zamanında nasıl gözünü
kırpmadan aşkı için kardeşini öldürdüyse bu kez de intikam almak uğruna
kılıcını kuşanarak, bir dizi eyleme girişmekten geri durmaz.
Büyük bir kısmının Kapadokya’da çekildiği filmin, elbette
sırf bu sebeple ülkemiz seyircisinin daha çok ilgisine mazhar olduğu tahmin
edilir. Pasolini filmografisinin kısmen daha az çıplaklığa yer verildiği Medea,
daha çok şiddet görüntüleriyle beslenmeyi tercih etmiştir. Özellikle mitolojiye
meraklı olanların radarına takılması gerektiğini söylemeye gerek yok sanırım.
4)Mamma Roma – 1962
Yönetmenin filmografisinin henüz ikinci filmi olan Mamma
Roma, listemizdeki diğer filmlerden tarz olarak ayrılır. Mamma Roma,
Pasolini’nin ilk dönem İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin etkisiyle çekilir. Hatta
bu akımın öncü filmlerinden bir olur. Konu olarak adeta bir Yeşilçam filmi gibi
olan Mamma Roma, Pasolini’nin eşsiz bakış açısı ve düşünce yapısıyla oldukça
değerli bir eser olmayı başarır. Pezevenginin evlenmesiyle fahişelikten emekli
olan Mamma Roma, doğduğu günden itibaren ayrı olduğu oğlu ile yeni bir hayata
başlamak ister. Yeni bir ev, yeni bir iş ile bir nevi sınıf atlama derdindeki
karakterimiz, bu uğurda her yolu denemekten geri durmaz. Oğluna daha iyi bir
hayat vererek vicdanını rahatlatmaya çalışan anne karakteri, filmin en güçlü
öğesidir. Çocuğu için yapmayacağı hiçbir şeyin olmadığı çilekeş ana modeli, her
ne kadar aklımıza sürekli Yeşilçam karakterlerini getirse de filmin tek
profesyonel oyuncusu Anna Magnani’nin performansı ile boy ölçüşemez hiçbiri tartışmasız.
Alt metin okumaları yapıldığında görünenden çok daha
nitelikli bir film olduğu anlaşılacak Anna Roma, birçok sahnesinde
Hristiyanlığa özgü ikonları temel alarak, dini hedef almaktan, Roma’yı
karanlık, köhne bir şekilde tasvir ederek de sistemi eleştirmekten geri durmaz.
Bir anne ile oğlun hüzünlü ama bir o kadar da gerçekçi hikâyesi, kaçırılmaması
gerekenlerden.
5) Il Fiore Delle Mille e Una Notte (Binbir Gece Masalları) - 1974
Pasolini’nn Eros üçlemesinin sonuncu ayağı olan Il Fiore
Delle Mille e Una Notte, ayrıksı bir binbir gece masalı olarak tanımlanabilir. Doğuya
özgü masalları, Pasolini kendi aykırı diliyle birleştirerek ortaya bugüne kadar
alışık olmadığımız masallar çıkar. Bu bazısı birbiri ile tamamen alakasız,
bazısı ise birbiri ile ilintili olan oldukça absürt hikâyelerin odak noktası
yine hiç kuşkusuz cinselliktir. Çıplaklığın yine oldukça ön planda olduğu
filmin, tahmin edersiniz ki amacı seyircilere hoş ve keyifli anlar geçirmek
değil aksine oldukça sıkıntılı anlar yaşatmaktır. Zira Il Fiore Delle Mille e
Una Notte, yönetmenimizin filmografisi içerisinde seyirciyi en zor içine
alanlardan biri bana kalırsa. Pasolini, ne hikâyede devamlılığı, ne
karakterlerle özdeşlik kurmayı ne de genel seyirciyi etkileyebilecek hamlelerin
hiçbirine yer vermez tahmin edileceği üzere.
Özellikle birkaç sahnesiyle istemeseniz de akıllara
kazınacak anlarıyla, sinema tarihinin unutulmazları arasında yerini alacak Il
Fiore Delle Mille e Una Notte, izleme sabrını gösterenleri pişman etmeyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder