29 Temmuz 2018 Pazar

Pier Paolo Pasolini Sineması




Sinema dünyasının bilinen en ayrıksı yönetmenlerinden olan Pier Paolo Pasolini, sadece bir yönetmen değil şair, düşünür, oyuncu, senarist, aydın ve daha birçok sıfatı bünyesinde taşıyan bir şahsiyetti. İtalya topraklarında doğup, büyümüş ve yaşadığı yıllar açısından da ülkesinin inişli çıkışlı tüm siyasi olaylarından etkilenmiştir aynı zamanda. İç savaşta gerilla olan kardeşini kaybetmiş, faşist Mussolini hükümeti döneminde en ağır yaptırımları göğüslemek zorunda kalmış, üyesi olduğu İtalyan Komünist Partisi üyeleri tarafından bile sevilmemiş, hatta babası ile bile hiçbir zaman güzel bir ilişkisi olamamıştır. Her zaman dışlanan, sevilmeyen ve ötelenen olsa da o ateist, komünist, eşcinsel gibi kimliklerinden asla vazgeçmemiş ve yoluna her daim emin adımlarla devam etmiş bir savaşçıydı. Son filmi ile faşizmden fazlasıyla intikamını alan Pasolini, ne yazık ki düşmanları tarafından adice katledilmekten kurtulamamış, filminin gösterildiğini bile göremeden bu dünyadan göçmüştür. Geriye ise kültür-sanat dünyası için büyük bir miras bırakarak elbette. Eserleriyle ölümsüzleşen bu ismin, marifetlerinden sadece biri olan yönetmenliğindeki beş filmiyle biraz daha yakından tanıyalım isterim.


1) Salò o le 120 Giornate di Sodoma (Salo ya da Sodom’un 120 Günü) - 1975


Pasolini’nin, Fransız aristokrat Marquis de Sade’nin 1785 yılında yazdığı, gelmiş geçmiş en sıra dışı eserlerden biri olan Les 120 journées de Sodome ou l'école du libertinage’den uyarladığı filmi Salò o le 120 Giornate di Sodoma, sinema tarihinin en çok yasaklanan ve tartışılan filmlerindendir. Pasolini, kısmen de olsa kitapta anlatılanları hafifleştirerek İkinci Dünya Savaşı dönemine uyarlar. Salo Cumhuriyeti’ne(Faşist İtalyan Sosyal Cumhuriyeti) sıkı sıkıya bağlı,  dört seçkinin, dokuz genç kız ve dokuz genç erkeği kaçırarak onlar ile bir kaleye yüz yirmi gün boyunca kapanmaları ve bu süreçte gelişen olaylara odaklanır film. Uzman fahişelerle birlikte bir yandan cinsellik eğitimi verilir bir yandan da fiziki ve psikolojik işkence yapılır gençlere. Senaryosunu da Pasolini’nin yazdığı film aslında birçok açıdan da onun yaşadıklarından izler taşır. İtalya’da kısa bir süre olsa da hüküm süren Mussolini’nin faşist rejiminde yaşadıklarını filmine yerleştirmeyi ihmal etmez yönetmenimiz.

Değme korku ya da gerilim filmine, seyirciyi zorlama konusunda fark atacak bu film, herkesin kolay kolay izleyemeyeceği türden. Hala dünyanın birçok yerinde yasaklı olan film, cinselliğin pek fazla olduğu ama asla özendirmeyip, aksine tiksindirdiği de bir yapım olma unvanını da taşır. Film vizyona girmeden birkaç gün önce faşistler tarafından dövülerek öldürülen Pasolini, kuşkusuz her şeyi göze alarak bu son eserine imza atmıştır.



2) Il Decameron (Dekameron’un Aşk Hikâyeleri) – 1971

Pasolini’nin, halk ozanı Giovanni Boccaccio’nun aynı adlı İtalyan eserden uyarladığı Il Decameron, eserdeki yüz tane hikâyenin dokuzunu anlatıyor. Pasolini’nin hikâyelerden birinde de oynadığı film, halktan insanların günlük hayatlarında cinselliği nasıl yaşadıklarını anlatıyor aslında. Çoğu zaman gözümüze sokulan burjuva ya da aristokratların hayatlarını göstermeyi tercih eden sinema, bu kez Pasolini gibi bir aydın tarafından ters yüz olur. Yönetmenin tıpkı diğer filmlerinde olduğu gibi çıplaklık fazlasıyla ön planda yerini alır. Cinsel organların giyinikken bile fazlasıyla göze sokulduğu filmde, amaç bunların gizlenecek ya da utanılacak şeyler olmadığını anlatmak elbette. Il Decameron, aynı zamanda Pasolini’nin din ile en çok uğraştığı, Hristiyanlığı en çok hedefi haline getirdiği filmi olarak da ayrı bir yerde durur.

Yönetmenin Eros Üçlemesi’nin ilki olan bu film, Berlin Film Festivali’nde de Gümüş Ayı Ödülü’nü alarak başarısını taçlandırmayı bilmiş, ölümsüz eserlerden biri olarak yerini alır sinema tarihinde.



3)Medea – 1969

Pasolini bu kez de mitolojiden esinlenerek çeker filmini. Ülkesine, kardeşine ihanet ederek, âşık olduğu İason ile birlikte yıllarca sürgün hayatı yaşayan Medea’nın hüzünlü ama en çok da kan dondurucu hikâyesini izleriz filmde. Ülkesi için kutsal ve mucizevî altın postu, İason’a kaçıran Medea, yaptığı birçok fedekarlığın karşılığını İason’dan göremediği gibi ihanete de uğrar. Fakat büyü yapma yeteneği olan Medea, zamanında nasıl gözünü kırpmadan aşkı için kardeşini öldürdüyse bu kez de intikam almak uğruna kılıcını kuşanarak, bir dizi eyleme girişmekten geri durmaz.

Büyük bir kısmının Kapadokya’da çekildiği filmin, elbette sırf bu sebeple ülkemiz seyircisinin daha çok ilgisine mazhar olduğu tahmin edilir. Pasolini filmografisinin kısmen daha az çıplaklığa yer verildiği Medea, daha çok şiddet görüntüleriyle beslenmeyi tercih etmiştir. Özellikle mitolojiye meraklı olanların radarına takılması gerektiğini söylemeye gerek yok sanırım.


4)Mamma Roma – 1962

Yönetmenin filmografisinin henüz ikinci filmi olan Mamma Roma, listemizdeki diğer filmlerden tarz olarak ayrılır. Mamma Roma, Pasolini’nin ilk dönem İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin etkisiyle çekilir. Hatta bu akımın öncü filmlerinden bir olur. Konu olarak adeta bir Yeşilçam filmi gibi olan Mamma Roma, Pasolini’nin eşsiz bakış açısı ve düşünce yapısıyla oldukça değerli bir eser olmayı başarır. Pezevenginin evlenmesiyle fahişelikten emekli olan Mamma Roma, doğduğu günden itibaren ayrı olduğu oğlu ile yeni bir hayata başlamak ister. Yeni bir ev, yeni bir iş ile bir nevi sınıf atlama derdindeki karakterimiz, bu uğurda her yolu denemekten geri durmaz. Oğluna daha iyi bir hayat vererek vicdanını rahatlatmaya çalışan anne karakteri, filmin en güçlü öğesidir. Çocuğu için yapmayacağı hiçbir şeyin olmadığı çilekeş ana modeli, her ne kadar aklımıza sürekli Yeşilçam karakterlerini getirse de filmin tek profesyonel oyuncusu Anna Magnani’nin performansı ile boy ölçüşemez hiçbiri tartışmasız.

Alt metin okumaları yapıldığında görünenden çok daha nitelikli bir film olduğu anlaşılacak Anna Roma, birçok sahnesinde Hristiyanlığa özgü ikonları temel alarak, dini hedef almaktan, Roma’yı karanlık, köhne bir şekilde tasvir ederek de sistemi eleştirmekten geri durmaz. Bir anne ile oğlun hüzünlü ama bir o kadar da gerçekçi hikâyesi, kaçırılmaması gerekenlerden.



5) Il Fiore Delle Mille e Una Notte (Binbir Gece Masalları)  - 1974


Pasolini’nn Eros üçlemesinin sonuncu ayağı olan Il Fiore Delle Mille e Una Notte, ayrıksı bir binbir gece masalı olarak tanımlanabilir. Doğuya özgü masalları, Pasolini kendi aykırı diliyle birleştirerek ortaya bugüne kadar alışık olmadığımız masallar çıkar. Bu bazısı birbiri ile tamamen alakasız, bazısı ise birbiri ile ilintili olan oldukça absürt hikâyelerin odak noktası yine hiç kuşkusuz cinselliktir. Çıplaklığın yine oldukça ön planda olduğu filmin, tahmin edersiniz ki amacı seyircilere hoş ve keyifli anlar geçirmek değil aksine oldukça sıkıntılı anlar yaşatmaktır. Zira Il Fiore Delle Mille e Una Notte, yönetmenimizin filmografisi içerisinde seyirciyi en zor içine alanlardan biri bana kalırsa. Pasolini, ne hikâyede devamlılığı, ne karakterlerle özdeşlik kurmayı ne de genel seyirciyi etkileyebilecek hamlelerin hiçbirine yer vermez tahmin edileceği üzere.

Özellikle birkaç sahnesiyle istemeseniz de akıllara kazınacak anlarıyla, sinema tarihinin unutulmazları arasında yerini alacak Il Fiore Delle Mille e Una Notte, izleme sabrını gösterenleri pişman etmeyecektir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder