30 Temmuz 2018 Pazartesi

Steven Spielberg Sineması



Küçük yaşta sinema ile ilgilenmeye başlayan, on altı yaşındayken ilk filmini çeken Steven Spielberg, hala kariyerine ara vermeden devam etmektedir. Her yaptığı film ile adını geniş kitlelerin zikretmesini sağlayan usta, sinemanın dahi çocuğu diye anılanlarından. Spielberg filmografisi, Hollywood sinemasının, gişedeki başarısı ve Akademi tarafından Oscar ile ödüllendirilmesi açısından yüz aklarından biridir. Zira ana akım filmler çeken, amacının seyirciyi düşündürüp, ona karın ağrısı çektirmemek olduğunu düşünen Spielberg, her zaman bu yoldan şaşmayarak ilerler. Bu tarzının ne kadar doğru olup olmadığı elbette tartışılır. Fakat kendisi bu amaç doğrultusunda çektiği filmlerin birçoğunda istediğini başarır. Seyirciyi etkileyecek, onları gönülden bağlayacak yapımları art arda sıralayan Spielber, adeta yorulma, dur durak nedir bilmeyen bir isim. Tek bir türe hapsolmadığı gibi standart bir kitleye de seslenmez. Kimi zaman ailece izlenecek, küçüklerin de kalbini kazanacak filmler, kimi zaman da tamamen yetişkinlere hitap edenleri çeker. Bilim-kurgu, biyografi, dram, savaş filmleri gibi birçok tür arasında adeta mekik dokuyan Spielberg, aynı zamanda Amerikan geleneklerinin, kültürünün de yılmaz bir bekçisi olmaktan vazgeçmez. Her filmine kendi kültürünün nüvelerini eker. Her ne kadar tüm bu özelliklerinden dolayı onu dışlayan bir sinema kesimi varsa da bir yandan da tam da bu yüzden hayranı olduğu bir kesimde vardır. Yıllardır sinemanın yorulmak bilmez bekçilerinden biri olmuş Spielberg filmografisinin arasından film çekmek çok zordur.


1) Schindler's List (Schindler's Listesi) - 1993

Steven Spielber’in imza attığı Schindler's List, gerçekten yaşanmış olaylara dayanan, gelmiş geçmiş en güçlü dramlardan biri olarak anılmakta. Oscar Schindler adlı bir Nazi üyesi , işadamının, tek derdi para kazanmakken, 1100 tane Polonya Yahudisi’ni ölümden kurtarması gibi bir iyiliğe nasıl karar verdiğini ve bu sürecin nasıl işlediğini gözler önüne serer film. İnsanlığın bilinen en büyük soykırımlarından biri olan Yahudi soykırımının ve bu süreci azdıran İkinci Dünya Savaşı’nın bugüne kadar sayısız filmi yapılmış ve yapılmaktadır. Her biri de değindiği konu itibariyle fazlasıyla çatışması güçlü dramlar olarak akıllardan çıkmaz. Lakin İkinci Dünya Savaşı, Naziler, Yahudi Soykırımı denilince ilk akla gelen filmlerden biri kuşkusuz Schindler's List olur. Zira vermek istediğini, mükemmel bir ustalıkla perdeye yansıtan film, başta Oscar’da yedi ödül birden olmak üzere birçok festivalden eli kolu dolu dönmüştür.

Gözyaşlarına haki olamayarak izleyeceğiniz bu filmde özellikle kırmızı paltosuyla perdede görünen küçük bir kız çocuğu, çok kısa bir rolle bir filme damga vuran ender karakterlerden biridir. Bataklığın içinde yetişen bir gül misali bu sevimli kızın görüntüsü hiç gözünüzün önünden gitmeyecek.



2) Saving Private Ryan (Er Ryan’ı Kurtarmak) – 1998

Spielberg’in İkinci Dünya Savaşı ile ilgili yaptığı filmlerden biri olan Saving Private Ryan, savaşın cephede yaşanılanlarını kusursuzca perdeye yansıtan, mübalağasız bir başyapıttır. Üç saate yakın süresi boyunca neredeyse tamamı çatışmalarla geçen filmin, kusursuza yakın bir iş ortaya çıkardığı, herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Zira filmin, ilk yarım saatinde perdeye yansıyan Nomandiya çıkarması, otoriteler nezdinde de bugüne kadar yapılmış en gerçekçi, en etkili sahneler olarak kabul edilir. Savaşın insanları nasıl bir hadsizlikle kıyıma uğrattığını, savaşın içindeki minimal bir hikâyeyi odağına alarak anlatır film. Üç kardeşi cephede hayatını kaybetmiş ve kendisi de cephede olan Ryan’ın, bulunup ailesine teslim edilmesi tüm filme arka fon oluşturur. Lakin film bu noktadan sonra elbette sadece bu meseleye odaklanarak devam etmaz. Bu mesele ve savaşta yaşanılan daha nice mevzu filme ilmik ilmik dokunur. Bir yandan dört çocuğun da savaşa gönderilmesi ve üçünün ölmesi gibi tarif edilemez bir acı, bir yandan da bir insanı kurtarmak için nice canın tehlikeye sokulması aynı potada eritilir.

Seyirciyi bir an bile sorgulatmaktan geri durmayan, duygusal anların tavan yaptığı, kusursuz efektleriyle göz dolduran ve gerçekten bıçak sırtı konusuyla baş döndüren bu filmin eleştirilecek bir yanı varsa o da tüm Spielberg filmlerinde olan Amerikan propagandasıdır hiç kuşkusuz. Lakin bu ve başka kusurları Saving Private Ryan’ın sinemasal anlamda çok büyük bir başarıya imza attığı gerçeğini değiştirmez.

3) Close Encounters of The Third Kind (Üçüncü Türden Yakınlaşmalar) – 1977

Spielberg’in uzaylılarla ilgili filmlerinden biri olan Close Encounters of The Third Kind, sinema tarihinde uzaylı istilası hakkında geniş kitlelerin kafasındaki algıyı alt üst etmiştir. Zira genel anlamda hep uzaylıların düşman olduğu, gezegenimizi istila ederek bizi yok edecekleri lanse edilen filmlerin arasına yerleşerek adeta çıkıntılık yapar. Üstelik Spielberg, filmin neredeyse sonuna kadar yine alışılagelmiş bir uzaylı filmi izlediğimize bizi neredeyse inandırır. Özellikle kullandığı efektlerle, sürekli gerilimi ayakta tutan hatta ve hatta sürekli arttıran bir rotada ilerler Close Encounters of The Third Kind.

Gördükleri ufolara ve onların gökyüzüne yansıttıkları göz alıcı ışık oyunlarına maruz kalan Jillian, Roy ve Barry’de tuhaf davranışlar baş gösterir. Barry’nin kaybolmasıyla birlikte işler iyice çığırından çıkar. Jillian ve Roy aynı şeyleri hissedip, aynı arzunun peşinden birlikte yol almaya başlarlar. Bu süreçte ailesinden kopan Roy ve her şeyini kaybeden Jillian için tek bir hedef vardır. Bizleri de kendi peşlerinden bu hedefe doğru itekleyen kahramanlarımız, kuşkusuz bir sinema seyircisinin tam olarak görmek isteyeceği hatta hayal dahi edemeyeceği bir finale konuk ederler bizleri. Sırf finali görmek ve Francois Truffaut’u oyuncu olarak izleme zevkini yaşamak için bile ıskalanmamalı.



4) E.T. the Extra-Terrestrial (E.T.) -1982

Spielberg’in çocuğundan yaşlısına çok geniş bir kesime hitap eden ve kucaklanan filmi E.T. the Extra-Terrestrial, seksenli yıllara damga vuran ve yıllardır çekilen tüm uzaylı filmlerinin ilham kaynağı olan yapımdır. Uzaylı misafirimiz, yanlışlıkla gezegenimizde kalan, istilacı ya da saldırgan olmayı bir yana bırak tam anlamıyla bir mağdurdur. E.T. adlı bu sevimli, zeki, duygusal, çabucak her şeyi öğrenen dostumuzun tek amacı evine dönebilmektir. Ona bu amacında yardımcı olacak kişi ise küçük Elliot ve Elliot’un abisi ile kız kardeşidir. Lakin bu gönlümüzün en derin köşesinde kendine yer bulan dostumuzun misafirliği sürecinde yaptığı güzellikleri ile bir de insanlığa, Elliot özelinde yaptığı iyilikleri unutmamak gerek. İşaret parmağının, ışık yanan ucuyla, yaraları iyileştirmesi ve Ay’ın muhteşem görüntüsü önünden, bisikletle yaptırdığı yolculuğu hatırlamayan yoktur değil mi?
Sinema tarihinin unutulmaz uzaylı karakterlerinin başında gelen E.T. ve onunla birlikte Elliot’un hikâyesini bizlere aktaran film hem Elliot üzerinden güçlü bir psikolojik çözümlemeye hem de E.T. üzerinden dostluğun önemini anlatmak gibi bir güzelliğe girişir.


5)Jaws – 1975

Peter Bradford Benchley’in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan Jaws, Spielberg’in metaforlarla örülü, alt metni oldukça kuvvetli filmlerinden biridir. Katil bir köpek balığının, yazın turistlerin akınına uğrayan bir sahil kasabasını kendine mekân edinmesi, tüm dengeleri sarsar. Kasabanın şerifi Brody, balıklar konusunda uzman olan Hooper ve yılların balıkçısı Quint birlikte köpek balığını avlamak için denize açılırlar. İlk andan itibaren gerilimi yüksek tutan film, özellikle bu üç erkek karakterin denize açılmasıyla iyice tempoyu yükseltir.

Son ana kadar asla tansiyonu düşürmeyen, seyirci olarak her daim yüreklerimiz ağzımızda izlediğimiz Jaws, dönemine göre efekt ve köpek balığı tasarımında da çok başarılı. Hiçbir anında yapay olduğunu hissettirmeyen, aksine gerçekçiliğiyle seyirciyi içine alan bir yapım. Lakin Spielberg’in erkek egemen toplumu, aileyi ve birçok Hollywood klişesini de başarıyla filmine işlediğini inkâr edemeyiz. Spielberg’in erkek dünyasına en çok hapsedilmiş filmlerinden biri olan Jaws’ın bana kalırsa en büyük talihsizliği de budur.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder