Küçük yaşta sinema ile ilgilenmeye başlayan, on altı
yaşındayken ilk filmini çeken Steven Spielberg, hala kariyerine ara vermeden
devam etmektedir. Her yaptığı film ile adını geniş kitlelerin zikretmesini
sağlayan usta, sinemanın dahi çocuğu diye anılanlarından. Spielberg
filmografisi, Hollywood sinemasının, gişedeki başarısı ve Akademi tarafından
Oscar ile ödüllendirilmesi açısından yüz aklarından biridir. Zira ana akım
filmler çeken, amacının seyirciyi düşündürüp, ona karın ağrısı çektirmemek
olduğunu düşünen Spielberg, her zaman bu yoldan şaşmayarak ilerler. Bu tarzının
ne kadar doğru olup olmadığı elbette tartışılır. Fakat kendisi bu amaç doğrultusunda
çektiği filmlerin birçoğunda istediğini başarır. Seyirciyi etkileyecek, onları
gönülden bağlayacak yapımları art arda sıralayan Spielber, adeta yorulma, dur
durak nedir bilmeyen bir isim. Tek bir türe hapsolmadığı gibi standart bir
kitleye de seslenmez. Kimi zaman ailece izlenecek, küçüklerin de kalbini
kazanacak filmler, kimi zaman da tamamen yetişkinlere hitap edenleri çeker.
Bilim-kurgu, biyografi, dram, savaş filmleri gibi birçok tür arasında adeta
mekik dokuyan Spielberg, aynı zamanda Amerikan geleneklerinin, kültürünün de
yılmaz bir bekçisi olmaktan vazgeçmez. Her filmine kendi kültürünün nüvelerini
eker. Her ne kadar tüm bu özelliklerinden dolayı onu dışlayan bir sinema kesimi
varsa da bir yandan da tam da bu yüzden hayranı olduğu bir kesimde vardır. Yıllardır
sinemanın yorulmak bilmez bekçilerinden biri olmuş Spielberg filmografisinin
arasından film çekmek çok zordur.
1) Schindler's List (Schindler's Listesi) - 1993
Steven Spielber’in imza attığı Schindler's List, gerçekten
yaşanmış olaylara dayanan, gelmiş geçmiş en güçlü dramlardan biri olarak
anılmakta. Oscar Schindler adlı bir Nazi üyesi , işadamının, tek derdi para
kazanmakken, 1100 tane Polonya Yahudisi’ni ölümden kurtarması gibi bir iyiliğe
nasıl karar verdiğini ve bu sürecin nasıl işlediğini gözler önüne serer film.
İnsanlığın bilinen en büyük soykırımlarından biri olan Yahudi soykırımının ve
bu süreci azdıran İkinci Dünya Savaşı’nın bugüne kadar sayısız filmi yapılmış
ve yapılmaktadır. Her biri de değindiği konu itibariyle fazlasıyla çatışması
güçlü dramlar olarak akıllardan çıkmaz. Lakin İkinci Dünya Savaşı, Naziler,
Yahudi Soykırımı denilince ilk akla gelen filmlerden biri kuşkusuz Schindler's
List olur. Zira vermek istediğini, mükemmel bir ustalıkla perdeye yansıtan
film, başta Oscar’da yedi ödül birden olmak üzere birçok festivalden eli kolu
dolu dönmüştür.
Gözyaşlarına haki olamayarak izleyeceğiniz bu filmde
özellikle kırmızı paltosuyla perdede görünen küçük bir kız çocuğu, çok kısa bir
rolle bir filme damga vuran ender karakterlerden biridir. Bataklığın içinde
yetişen bir gül misali bu sevimli kızın görüntüsü hiç gözünüzün önünden
gitmeyecek.
2) Saving Private Ryan (Er Ryan’ı Kurtarmak) – 1998
Spielberg’in İkinci Dünya Savaşı ile ilgili yaptığı
filmlerden biri olan Saving Private Ryan, savaşın cephede yaşanılanlarını
kusursuzca perdeye yansıtan, mübalağasız bir başyapıttır. Üç saate yakın süresi
boyunca neredeyse tamamı çatışmalarla geçen filmin, kusursuza yakın bir iş
ortaya çıkardığı, herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Zira filmin, ilk
yarım saatinde perdeye yansıyan Nomandiya çıkarması, otoriteler nezdinde de
bugüne kadar yapılmış en gerçekçi, en etkili sahneler olarak kabul edilir.
Savaşın insanları nasıl bir hadsizlikle kıyıma uğrattığını, savaşın içindeki
minimal bir hikâyeyi odağına alarak anlatır film. Üç kardeşi cephede hayatını
kaybetmiş ve kendisi de cephede olan Ryan’ın, bulunup ailesine teslim edilmesi
tüm filme arka fon oluşturur. Lakin film bu noktadan sonra elbette sadece bu
meseleye odaklanarak devam etmaz. Bu mesele ve savaşta yaşanılan daha nice
mevzu filme ilmik ilmik dokunur. Bir yandan dört çocuğun da savaşa gönderilmesi
ve üçünün ölmesi gibi tarif edilemez bir acı, bir yandan da bir insanı
kurtarmak için nice canın tehlikeye sokulması aynı potada eritilir.
Seyirciyi bir an bile sorgulatmaktan geri durmayan, duygusal
anların tavan yaptığı, kusursuz efektleriyle göz dolduran ve gerçekten bıçak
sırtı konusuyla baş döndüren bu filmin eleştirilecek bir yanı varsa o da tüm
Spielberg filmlerinde olan Amerikan propagandasıdır hiç kuşkusuz. Lakin bu ve
başka kusurları Saving Private Ryan’ın sinemasal anlamda çok büyük bir başarıya
imza attığı gerçeğini değiştirmez.
3) Close Encounters of The Third Kind (Üçüncü Türden Yakınlaşmalar) – 1977
Spielberg’in uzaylılarla ilgili filmlerinden biri olan Close
Encounters of The Third Kind, sinema tarihinde uzaylı istilası hakkında geniş
kitlelerin kafasındaki algıyı alt üst etmiştir. Zira genel anlamda hep
uzaylıların düşman olduğu, gezegenimizi istila ederek bizi yok edecekleri lanse
edilen filmlerin arasına yerleşerek adeta çıkıntılık yapar. Üstelik Spielberg,
filmin neredeyse sonuna kadar yine alışılagelmiş bir uzaylı filmi izlediğimize
bizi neredeyse inandırır. Özellikle kullandığı efektlerle, sürekli gerilimi
ayakta tutan hatta ve hatta sürekli arttıran bir rotada ilerler Close
Encounters of The Third Kind.
Gördükleri ufolara ve onların gökyüzüne yansıttıkları göz alıcı
ışık oyunlarına maruz kalan Jillian, Roy ve Barry’de tuhaf davranışlar baş
gösterir. Barry’nin kaybolmasıyla birlikte işler iyice çığırından çıkar.
Jillian ve Roy aynı şeyleri hissedip, aynı arzunun peşinden birlikte yol almaya
başlarlar. Bu süreçte ailesinden kopan Roy ve her şeyini kaybeden Jillian için
tek bir hedef vardır. Bizleri de kendi peşlerinden bu hedefe doğru itekleyen
kahramanlarımız, kuşkusuz bir sinema seyircisinin tam olarak görmek isteyeceği
hatta hayal dahi edemeyeceği bir finale konuk ederler bizleri. Sırf finali
görmek ve Francois Truffaut’u oyuncu olarak izleme zevkini yaşamak için bile
ıskalanmamalı.
4) E.T. the Extra-Terrestrial (E.T.) -1982
Spielberg’in
çocuğundan yaşlısına çok geniş bir kesime hitap eden ve kucaklanan filmi E.T.
the Extra-Terrestrial, seksenli yıllara damga vuran ve yıllardır çekilen tüm
uzaylı filmlerinin ilham kaynağı olan yapımdır. Uzaylı misafirimiz,
yanlışlıkla gezegenimizde kalan, istilacı ya da saldırgan olmayı bir yana bırak
tam anlamıyla bir mağdurdur. E.T. adlı bu sevimli, zeki, duygusal, çabucak her
şeyi öğrenen dostumuzun tek amacı evine dönebilmektir. Ona bu amacında yardımcı
olacak kişi ise küçük Elliot ve Elliot’un abisi ile kız kardeşidir. Lakin bu
gönlümüzün en derin köşesinde kendine yer bulan dostumuzun misafirliği
sürecinde yaptığı güzellikleri ile bir de insanlığa, Elliot özelinde yaptığı
iyilikleri unutmamak gerek. İşaret parmağının, ışık yanan ucuyla, yaraları
iyileştirmesi ve Ay’ın muhteşem görüntüsü önünden, bisikletle yaptırdığı
yolculuğu hatırlamayan yoktur değil mi?
Sinema tarihinin
unutulmaz uzaylı karakterlerinin başında gelen E.T. ve onunla birlikte
Elliot’un hikâyesini bizlere aktaran film hem Elliot üzerinden güçlü bir
psikolojik çözümlemeye hem de E.T. üzerinden dostluğun önemini anlatmak gibi
bir güzelliğe girişir.
5)Jaws – 1975
Peter Bradford
Benchley’in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan Jaws, Spielberg’in
metaforlarla örülü, alt metni oldukça kuvvetli filmlerinden biridir. Katil bir
köpek balığının, yazın turistlerin akınına uğrayan bir sahil kasabasını kendine
mekân edinmesi, tüm dengeleri sarsar. Kasabanın şerifi Brody, balıklar
konusunda uzman olan Hooper ve yılların balıkçısı Quint birlikte köpek balığını
avlamak için denize açılırlar. İlk andan itibaren gerilimi yüksek tutan film,
özellikle bu üç erkek karakterin denize açılmasıyla iyice tempoyu yükseltir.
Son ana kadar asla tansiyonu düşürmeyen,
seyirci olarak her daim yüreklerimiz ağzımızda izlediğimiz Jaws, dönemine göre
efekt ve köpek balığı tasarımında da çok başarılı. Hiçbir anında yapay olduğunu
hissettirmeyen, aksine gerçekçiliğiyle seyirciyi içine alan bir yapım. Lakin
Spielberg’in erkek egemen toplumu, aileyi ve birçok Hollywood klişesini de
başarıyla filmine işlediğini inkâr edemeyiz. Spielberg’in erkek dünyasına en
çok hapsedilmiş filmlerinden biri olan Jaws’ın bana kalırsa en büyük
talihsizliği de budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder