Sinema tarihinin kilometre taşlarını oluşturacak en önemli isimler sayılacaksa bunlardan kuşkusuz ilklerden biri Andrei Tarkovski olmalı. Sovyet Rusya’sının yetiştirdiği, sınırsız imkân vererek yaratıcı olmalarını sağladığı isimlerden olan Tarkovski, elindeki fırsatı sonuna kadar gerçekleştirerek bu dünyadan göçer. Öldükten sonra Lenin Ödülü’nün sahibi olan Tarkovski, ne yazık ki sürgünde yaşamını yitirir. Sadece bir yönetmen değil bir düşünür olan Tarkovski’yi aslında bir modern zamanlar filozofu olarak tanımlarsak emin olun abartmış olmayız. Tarkovski, düşünmekten, sorgulamaktan, irdelemekten asla vazgeçmemiş bir inançlı. Tanrı’ya sonsuz bir bağlılık içerisinde olmakla kalmayan, her filminde bir nevi ona bağlılığını ritüel şeklinde yerine getiren bir çilekeş, derviş de diyebiliriz kendisine. Her filminde içerisinde yaşadığı derin sorgulamaları biz seyircilere –belki de Tanrı’ya demek gerek- anlatmaya çalışan bu adam, muhtemelen ruhani yükünü hafifletmeye çalışır böylece. Hristiyanlığın tüm imgelerini filmlerine incelikle yerleştirip de seyircilerinin bilinçaltına girerek misyonerlik de yapıyor diyemez miyiz? Bana kalırsa demeliyiz. Hale, yumurta, süt, ekmek, şarap ve daha neler neler hizmet eder onun bu amacına. Lakin Tarkovski filmlerinin, olmasa olmazlarından en önemli olanları köpek, yağmur, su, köhnemiş yapılar, rüyalar, ayna, derinlikli görsellik, kadraj içinde kadraj olarak sayabiliriz.
Anlatmakla bitmeyecek, derin ve tartışmaya açık bu yönetmeni bir nevi içsel yolculuklarından yani filmlerinden en başarılı beş tanesi ile anlamaya çalışalım.
1)Stalker – 1979
Stalker, Tarkovski’nin sinema hayatı boyunca yaşadığı en büyük talihsizlikleri sarar başına. Radyasyonlu bir bölgede çekim yapıldığından dolayı kendisinin ve karısının da içerisinde olduğu ekibin hepsinin yavaş yavaş kanserden öldüğü inkâr edilemeyecek bir gerçek artık. Peki, filmin çekiminin tamamlanmasından sonra tüm filmin yanması ve tekrar baştan sona filmin çekilmesi? İnanılır gibi değil değil mi?
Tarkovski’nin imgelerini ve hikâyesini büyük bir detaycılıkla kurduğu bu film, elbette çok farklı okumalara gebe olabilir. Lakin tüm imgelerin bir metafor tüm hikayenin de bir alegori olduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz. İz sürücü önderliğinde bilim adamı ve şairin birlikte zone’a yani bölgeye yaptıkları ve böylece her birinin kendi iç dünyasına yaptığı yolculukta, her şey bir süre sonra yerli yerine oturur. Bölgedeki ulaşılmak istenen odayı Tanrı, iz sürücüyü peygamber, köpeği melek, şairi duygu, bilim adamını akıl olarak görmek gerek. Bu uzun ve zorlu yoldan ulaşılması gereken odaya ulaşmak da onunla yüzleşmekte zor ve meşakkatlidir. Bu nedenle karakterlerden hiçbiri bu yolculuğun son aşamasını yapamadığı için ne biz ne de onlar tatmine ulaşır. Zaten Tarkovski’nin yapmayı arzuladığı da bu değil midir hep? Seyircisini ruhani olarak tatmine götüren değil, onların kafalarını karıştıran, sorgulamaya başlamalarını amaçlayandır.
Dünya ile ahiret arasındaki bu yolculuğun, maneviyatının güçlü olması sizi rahatsız etmeyecekse telaşa gerek yok. Zira Tarkovski’nin pek zorlamayan filmlerinden Stalker.
2)Offret – 1986
Offret, Tarkovski’nin sürgün yılarında İsveç’te çektiği, az da olsa çizgisini değiştirdiği filmi. Ya da çok sevdiği Bergman’dan esintiler var Offret’de de diyebiliriz. Tarkovski, metne daha çok yer vererek ve İsveç’in mükemmel atmosferini kaçırmamak adına mekana da fazlasıyla önem vererek, içsel yolculuğu arka plana atar büyük oranda. Filmde doğanın, hayatın güzelliğine, ailenin bir arada mutluluğuna görmediğimiz ama işittiğimiz savaşın gölgesi düşer. Seslerle bile her şeyi kötüye yönelik etkileyen savaş, aile içerisindeki huzuru da darmadağın ederek yoluna devam eder.
Tarkovski’nin oğluna ithaf ettiği filmde kendini, oğluna kurban eden Alexander ile bütünleştirir böylelikle.
3)Ivanovo detstvo – 1962
İvan, ailesini savaşta kaybetmiş ve askerler tarafından büyütülen bir çocuk. İvan’a her ne kadar çocuk desek de o bu terimi kendi üstünden atmak için elinden gelen çabayı gösterir. Zira yetişkin olan ebeveynlerini bile elinden alan hayata karşı, güçlü bir duruş sergilemesi gerektiğini çok erken anlayanlardan o. Aralarında olduğu birçok askerden daha sert bir mizaca bürünen İvan, sadece çocukluğundan, rüyalarında kaçamaz. Neyse ki kimsenin rüyalarını göremeyeceği için telaş yapmasına da gerek kalmaz. Bilakis her defasında annesinin yüzünü gördüğü rüyaları ona can suyu olur. Muhtemelen baya kısıtlı bütçeyle çekilen filmin gerçek zamandaki sahneleri pek de etkileyici olamıyor rüyalar kadar. Ivanovo detstvo, İvan’ın rüyalarında böylelikle çocukluğunda daha zevkli bir seyir sunmakta. Özellikle elma kamyonunun içerisinde bir kız ile olduğu rüya, bambaşka bir görüntü tekniği ile de farklı bir âleme götürür izleyenleri. Tek başına o sahnenin bile uzun bir analize gebe olduğu bir gerçek.
Başrolünde çocuk olan en sert, en sorgulayıcı ve belki de en etkileyici filmlerden biri olan Ivanovo detstvo, sırf bir çocuğun hayat tarafından nasıl bir dönüşüme uğradığını anlatan İvan’nın son fotoğrafını görmek için dahi izlenir.
4)Nostalghia – 1983
Tarkovski’nin ilk defa kendi ülkesi dışında çektiği filmi olan Nostalghia, İtalya’nın o muhteşem mistik havası ile o kadar güzel bir birliktelik kurar ki. Tarkovski’nin sürgün yıllarına denk gelen bu film, yine diğerlerinde olduğu gibi ondan çokça şey taşıyor. Bir şairin ailesinden, topraklarından uzakta olduğu için yaşadığı buhranı, tanıştığı yaşlı ve yine yalnız bir adam ile özdeşleşerek atlatabilmesini anlatır en sade haliyle. Tarkovski, dünyanın sonu gelecek diye zamanında karısını ve çocuklarını yedi yıl boyunca eve kapatan Domenico ile Rusya’dan İtalya’ya gelen, derin iç hesaplaşmalar yaşayan Andrei Gorchakov’u bir süre sonra aynı ruhaniyette birleştirir ve daha güçlü bir bütün yapar. Aynada bir süre sonra birbirlerinin suretini gören karakterlerden Domenico da zaten ‘’Bir damla, bir damla daha iki damla etmez, daha büyük bir damla eder’’ der. Böylece duvardaki ‘’1+1=1’’ yazısı da bu sözlerle iyice anlaşılır hale gelir.
Tarkovski’nin kendi hayatından en fazla izler taşıyan hatta birebir kahramanlardan Gorchakov’un kendisi olduğu söylenen filmde, Gorchakov’un Domenico adına onun amacını gerçekleştirmesi tıpkı onun gibi biz seyirciye de tatmin duygusunun en başarılarından birini yaşatır.
5)Zerkalo – 1975
Tarkovski’nin sanırım seyirciyi en fazla zorlayan filmlerinden biri olan Zerkalo, yine onun iç dünyasından izler taşıyan ve yine damlaların bir araya gelerek bir olduğu filmlerinden. Film, her ne kadar ilk olarak kocası evi terk ettiği için iki çocuğu ile yalnız kalan bir anne üzerinden başlasa da bir süre sonra erkek çocuk ile baba, çocuğun karısı ile anne bir adeta tek kişiymiş gibi olur. Sık sık aynada Natalya’nın kendini Maroussia olarak görmesi ile İgnat ile Aleksei’nin de sesleri karışır birbirine. Bu tamamen kişisel ilk yarıdan sonra ise film, gerçek savaş görüntüleriyle bir belgesele evrilir.
Tarkovski’nin insanın ruhi yolculuğunu da toplumsal çıkışlarını da aynı potada yer vermeye çalıştığı filmi Zerkalo’nun, zaman ve mekan algısını tamamen yok eden filmlerden olduğunu belirtmek gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder