1978 yılında ilk uzun metraj filmi ile sinemadaki kariyerine
başlayan Robert Zemeckis, geçen hafta ülkemiz seyircisiyle buluşan Allied
filmiyle yine adını kitlelere zikrettirmeyi başardı. Zemeckis, her yönetmene
nasip olmayacak, unutulmaz, ölümsüzleşen, adını büyük kitlelere öğreten bir
film ile tanınmıştır. Back To The Future gibi bir filmin yönetmeni olmak
muhakkak çoğu yönetmenin kıskanacağı bir durumdur. Zemeckis bu kıskanılası
filmin ardından da çıtayı yükseltmeye devam ederek Oscar’ını da alnının teriyle
kucaklamıştır. Bir türe saplanmayan, türler arası gezinmeyi seven yönetmenimiz,
roman uyarlamalarından, biyografilere, bilim-kurguya kadar uzanmıştır.
Tam anlamıyla Hollywood sinemasının yılmaz bekçisi olan
Zemeckis, hiçbir zaman bu yönünden taviz vermeyerek yoluna devam ettiğini son
filmiyle de gösterdi. Her zaman ülkesinin değer yargılarına, Amerika’nın, onun
kurallarının, dikte ettirdiklerinin sinemadaki seslerinden biri olduğunu
unutmadan, her şeye rağmen görmezden gelinemeyecek beş başarılı yapımıyla
Zemeckis’e uzanalım.
1)Back To The Future (Geleceğe Dönüş) -1985-1989-1990
1985 yılında Robert Zemeckis tarafından çekilen Back to The
Future, o günden bu yana hala yarattığı etkiyi azaltmamış, sonrasında devam filmleri
çekilmiş ama ille de ilkiyle gönüllerin baş tacı olmuş bir yapım. Özellikle
benim gibi seksenli yıllarda çocuk olanların hayatı boyunca en çok etkilendiği,
unutamadığı film, elbette Back to The Future olmalı. Zira bir çocuğun hayal
dünyasıyla adeta yarışabilecek denli çılgın olan bu film, düşleyemediklerimizi
bile bizlere sunan bir yapım olarak tarihte yerini almıştır.
Zaman makinesi ile
geçmişe ya da geleceğe gitmek, zamanda olanları değiştirmek gibi şeyler
birçoğumuzun fazlasıyla cesur hayal dünyasında bile kendine yer bulamayacak
kadar inanılmazdı. Fakat Zemeckis (yardımcı senarist olarak Bob Gale, yapımcı
olarak Steven Spielberg), hayallerin ne kadar sınırsız olabileceğini, çocuk,
genç, yaşlı filmi izleyen herkese kanıtlamıştır kuşkusuz.
2)Contact (Mesaj) -1997
Carl Sagan’ın romanından uyarlanan Contact, Judie Foster’ın
bana kalırsa mükemmel bir performans sergilediği, özgün bir bilim-kurgudur. Bir
bilim adamı olan Carl Sagan’ın bilimsel varsayımları ve ileri görüşlülüğüyle
yazdığı romandan başarılı bir şekilde perdeye yansıtılan bir film olduğu inkâr
edilemez bir gerçek ilk başta. Uzaylıların gezegenimize gelip, bir istila
girişiminde bulunmalarına ya da bir uzaylının dünyamızda konuk olmasına alışkın
olan sinema seyircisi, ilk defa karşısında sadece onlardan gelen bir mesaj
üzerine kurulu bir hikâyeyi izler. Üstelik bu mesaj, tüm filmi tek başına
sırtlayıp, götürecek bir derinliğe sahiptir. Uzaydan ses aracılığıyla gelerek
mesaj ve bu mesajın çözülme süreci, filmin her anını merak uyandıran, yer yer
gerilimi tırmandıran bir seyir zevkini mümkün kılmaktadır.
Contact’ın en üstün yanlarından biri ise, başından sonuna
değin, Eleanor’un tüm yaptıklarını, yaşanılan sürecin bilimsel yanlarını,
Zemeckis, biz seyircilere hiç üşenmeden, tane tane, ayrıntılı bir şekilde
anlattırır. Bir de başkarakterin zeki, güçlü, inatçı bir kadın kahraman olması
ve bilim-din tartışmalarını palazlandırması gibi yönlerini de eklersek filmin
yeterince hakkını vermiş oluruz sanırım.
3) Forrest Gump - 1994
Akademi tarafından aldıkları başta olmak üzere sayısız
ödülün sahibi olmuş, gişede de fazlasıyla şımartılmış, neredeyse her listenin
baş tacı edilmiş, kısacası bir döneme damga vurmuş bir filmdir Forrest Gump.
Winston Groom’un yazdığı aynı adlı romandan esinlenerek çekilen bu film,
neredeyse yirminci yüzyıl Amerika’sının tüm önemli olaylarına, dönüm
noktalarına değinerek ilerler. Daha doğrusu filmimizin kahramanı Furrest
Gump’ın hayatı ilginç bir şekilde Amerika’nın sarsılışları, utançları,
kazanımları vb gibi olaylarıyla şekillenir. Elvis Presley, John Lennon, Richard
Nixon, John F. Kennedy gibi Amerika için oldukça önemli müzisyenlere ve
siyasetçilere yer verilirken, Kennedy suikastı, Watergate Skandalı, Vietnam
Savaşı, siyahî hakları, 68 Kuşağı hareketleri gibi Amerika’nın dönüm noktaları
da incelikle filme işleniyor. Bu nedenle Amerika’nın tarihine az çok hâkim
olmak filmin seyrini daha da anlamlandırmakta.
Tom Hanks’in abartısız, olağanüstü bir performansa imza
attığı filmin, alt metninde fazlasıyla işgüzar bir niyet taşıdığı elbette inkâr
edilemez. Zira direnmeyi ya da mücadele etmeyi değil olayları akışı içerisinde,
düşünmeden, sorgulamadan sürdüren bir başkarakter örnek olarak
gösterilmektedir. Lakin ne kadar art niyetli mesaj verdiği tartışılmaz bir
gerçek olsa da Amerika’nın devamı ve bekası için belki de bir propaganda filmi
görevi görse de Forrest Gump’ın oyunculuk, senaryo, müzik kullanımı,
yönetmenlik ve en önemlisi kurguda çok büyük bir ivme yakaladığını es
geçemeyiz.
4)Cast Away (Yeni Hayat) – 2000
Robinson Crusoe’i okuyan okumayan herkes ıssız adaya düşen
ve orada yıllarca yaşayan bir adamın öyküsünü az çok duymuştur. Yaklaşık üç yüz
yıl önce yazılmış ve adeta ölümsüzleşmiş bir eser olan Robinson Cruose, çizgi
filmlere, çizgi romanlara, filmlere taşınmış, gittikçe daha çok bilinmiş,
konuşulmuş ve böylece daha da büyümüştür. Cast Away ise Robinson hikâyesini
kendine sadece esin kaynağı olarak almıştır. Günümüzde geçen bir modern
zamanlar Robinson Cruose’sini yaratır Zemeckis. Tek başına adada kalan beyaz
bir adam ve kendine toptan yarattığı arkadaşı Will…
Zemeckis’in, elbette artık fazlasıyla bilinen Robinson
hikâyesini tekrar vermek gibi bir derdi yoktur. Aslında derdini dile getirmek
için sadece bu durumu ve ıssız bir adayı arka fon olarak kullanır. Amaç modern
hayatın içerisinde kaybolmuş bir bireyin, hayatta asıl nelerin önem arz
ettiğini anlaması ve birçok şeyi, geçmişini sorgulamasını sağlatmaktır. Tom
Hanks’in zorlu rolünün altından başarıyla kalktığı performansını izlemek, ıssız
bir adanın yaşattığı gerilime şahit olmak ve en önemlisi tıpkı Chuck gibi
yaşadığımız hayatı sorgulamak için mutlaka izlenmeli.
5)Allied (Müttefik) – 2016
Yirminci yüzyılın dünya savaşları, sinemanın başlangıcından
itibaren her daim vazgeçilmez bir konu olmuştur. İkinci Dünya Savaşı ve
devamında süre giden soğuk savaş döneminin getirisi ajan mevzusu ise kimi zaman
fazlasıyla aksiyon yüklü, kimi zamanda oldukça gerilim dozu yüksek filmlerin
yaratımına vesile olmuştur. İşte Allied da bunların en sonuncusu. Devam etmekte
olan savaşın gölgesinde mistik ve oryantalist yapısıyla büyüleyici
Casablanca’da başlayan hikâye, tartışmasız şekilde bir dönem filminin
yapabileceği en mükemmel işe imza atıyor. Kostümler, görüntü, sanat tasarımı
ustalıkla Casablanca’nın atmosferiyle bütünleşiyor. Seyircinin arzu nesnesi
olarak konumlandırdığı Brad Pitt ve Marion Cotillard da aralarında iyi bir uyum
yakalayarak, kusursuz bir oyunculuk sergiliyorlar. Lakin daha önce defalarca
benzerini izlediğimiz bir hikâye, bir süre sonra özellikle de filmin Londra
ayağında çarpıcılığını büyük oranda kaybediyor.
Yeni hiçbir şey vaat etmeyen Allied, neyse ki bu kaybettiği ihtivayı,
finaliyle birazcık olsun affettiriyor. Son
tahlilde geride akıllarda en çok kalan, Zemeckis’in kusursuz işçiliği, takdiri
hak eden oyunculukları ve savaşın acımasızlığı kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder