25 Temmuz 2018 Çarşamba

David Lynch Sineması

David Lynch

Sinema dünyasının en gizemli yönetmenlerinden biridir kuşkusuz David Lynch. Filmlerini anlaşılsın diye yapmayan, seyircilerin ya da eleştirmenlerin anlama çabalarını da her zaman küçümsemiş bir isim o. Genelde doğrusal bir kurguyu tercih etmeyen, gerçek ile rüyayı birbirine karıştıran, anlatmak istediklerini doğrudan değil de dolaylı olarak, metaforlarla anlatmayı daha etkileyici bulan Lynch, hepsini de başarıyla filmlerine yedirmeyi bilir. Kendine has bir tarz geliştirdiği için bir Lynch filmini hemen ayırt etmek mümkündür ayrıca. Bitmek bilmez yollar, kırmızı perdeler, sis, gidip gelen elektrikler, farklı kamera açıları, ve daha niceleri… Fakat cinsel yönden sıkıntıları olan karakterler, sarışın ve esmer kadın zıtlığı –bu kadınlardan birisi masum, sırada diğeri femme fatel olur- en belirgin olan Lynch tercihleri olsa gerek. Bu kadar anlaşılmak istenmeyen, huysuz ama bir o kadar da kusursuz adamı tam olarak anlatabilmek kuşkusuz imkânsız. Bu nedenle onu biraz da filmleriyle tanımaya çalışalım.

1) Lost Highway (Kayıp Otoban) – 1997

David Lynch’in en çok konuşulan, adına belgeseller çekilen, felsefecilerin üzerine kitap yazdığı, günlerce üzerine kafa patlatılan eseri Lost Highway, bir filmden çok daha ötesi.  Aslında çok basit ve sıradan bir mevzu üzerine doğan, ama anlatım tarzıyla büyüyen, çetrefilleşen yapımlardan bu film. Zira bir adamın cinsel anlamda iktidarsız olduğundan dolayı karısına öfke bilemesi ve onun kendisini aldattığını kafasında kurarak cinayete bile sebep olması tam da bir üçüncü sayfa haberi gibi. Lakin bu mevzuyu anlatmayı tercih etmiş kişi Lynch olunca karşımıza rüya, hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı, sembollerin havalarda uçuştuğu, çok bilinmeyenli bir denklem çıkıyor dersek emin olun abartmış olmayız.

Muhteşem müzikleri, bitmek bilmez otobanları, olağanüstü oyunculukları ve incelikli kurgusuyla bir başyapıt Lost Highway. Keşfedilmeyi bekleyen büyük bir bilmece diyebileceğimiz yapıtı, şayet çözümlerseniz yaşayacağınız tatmin duygusunun tarifi mümkün değil.

https://www.youtube.com/watch?v=r757aSgW0tg
Muhholland drive

2) Muhholland Drive (Muhholland Çıkmazı) – 2001

Lynch’in yine rüya ile gerçeğin tam anlamıyla birbirine karıştığı Muhholland Drive, Lost Highway’a nazaran daha anlaşılabilir bir film. Başkarakter olarak bu kez iki kadını seçen Lynch, filmi iki bölüm olarak tasarlar. İlk bölüm, filmin neredeyse beşte dörtlük kısmını, ikinci bölüm ise geri kalanını oluşturur. Betty/Diane (Naomi Watts)  ve Rita/Camilla (Laura Harring)… Filmin rüya kısmı ile gerçek kısmında farklı kişiler olarak tanıdığımız kadınlardan, gerçekten hangisinin hikâyesini izlediğimizi anlamak biraz güç. İşinde ve aşk hayatında başarısız, bu nedenle de mutsuz ve kendini yenilmiş hisseden Diane’nin belki de tek dayanağı teyzesini de kaybetmesi üzerine kafasında kendini, hayatının tamamen zıttı bir rüyada konumlandırması filmin bel kemiğini oluşturur. Üstelik bizim Diane’nin hayatına rüyasından başlayarak şahit olmamız, uzun bir süre seyirciyi de aldatmasına neden olur.

Rüyalarla derdini anlatmayı tercih eden Lynch, en çok da bu filminde uzun bir uykuya daldırır biz seyircileri. Kadınların dünyasını, başarısızlık, ihanet, yalnızlık ve erotizm üzerinden aktaran Lynch, yine kendine has çılgınlıklarından da asla ödün vermez. Eğer siz de bu kadınların dünyasına ortak olmak isterseniz emin olun pişman olmazsınız.

https://www.youtube.com/watch?v=W2_a5_BlM5k

The Elephant Man

3) The Elephant Man (Fil Adam) – 1980

David Lynch’nin tarz olarak diğer filmlerinden farklı bir yapıya sahip olan bu filmi, ‘’Fil Adam ve Diğer Hatıralar’’ isimli kitaptan esinlenir. Lynch’in doğrusal bir hikâye anlattığı, rüyalardan, hayallerden ve sembollerden yararlanmayı tercih etmediği film, sırf da bu sebeple daha çok bilinir. Bir adamın hastalığından dolayı yaşadığı trajediye odaklanan The Elephant Man, Lynch sayesinde asla ağlak bir filme dönüşmez. Zira böylesine suiistimal edilecek meseleyi, duygu sömürüsü yapacak kadar fırsatçı değildir yönetmenimiz. John’un (John Hurt) dış görünüşünden dolayı yaşadıklarını tüm gerçekçiliğiyle perdeye yansıtan yönetmenimiz, dış görünüşün insanlar arasında ne kadar sapkınca değerlendirildiğini, bir insanın diğer insana yapabileceklerini–bir insanın hayvana yaptığı da aynı şeydir bana kalırsa- hiçbir şeyi sakınmadan ortaya koyar.

Anlattığı hikâyenin etkileyiciliği, kusursuz senaryosu, muhteşem oyunculukları ile göz dolduran bu yapım birçok dalda Oscar’a aday olsa da hiçbirinde heykelciği kucaklayamamıştır. Lakin bu filmin ne kadar önemli bir yapım olduğu gerçeğini asla etkilemez kuşkusuz.

https://www.youtube.com/watch?v=ZvJuJKOmZAY

Blue Velvet

4) Blue Velvet (Mavi Kadife) – 1986

Blue Velvet, Lynch’in Hollywood yapımlarıyla açık açık hesaplaştığı bir film. Hollywood filmlerindeki ailenin kutsanması, her şeyi çok büyük beceri ile kolayca halleden kahramanlar, fazlasıyla dürüst kolluk güçleri ve kusursuz işleyen adalet sistemi… Peki, gerçekten öyle midir? Lynch’in Blue Velvet’ine göre öyle değil. Film sadece en başta, kısacık bir an için bu Amerika’yı gösterir; masmavi bir gökyüzü, beyaz bir çit ve kırmızı güller (tam da Amerikan bayrağında olduğu gibi). Fakat hemen sonrasında her şeyi tepetaklak ederek, kaosu, suçu, sahte ahlak anlayışını seyircinin gözüne sokarak algıda yanılsamayı aşikâr etmeyi amaçlar. Bozulmuş, işlemeyen adalet sisteminin yapacağı işi, Jeffrey adlı karakterin yerine getirmesini izlerken, babanın, annenin toplumdaki yerine ve ailenin görünen yüzünün arkasındaki çürümüşlüğünü öylesine acımasızca eleştirir ki Lynch

Birçok açıdan Eraserhead ile akrabalığı bulunan bu filmin, daha geniş bir seyirci kitlesine ulaşan ve Amerikan toplum yapısıyla daha kapsamlı bir hesaplaşma içerisine girilen bu filmi, izlememiş olmak istemezsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=5nz1x_XYU0I

Eraserhead

5) Eraserhead – 1977

Lynch’nin sürrealizmin sularına tamamen daldığı Eraserhead, siyah- beyaz renkler ve rahatsız edici müzikleriyle de tam bir uyum içerisindedir. Henry’nin hayatına, onun korkularına bizi ortak eden film, çizdiği gerçekdışı dünya ile oldukça kasvetli bir atmosfer yaratır. Henry’nin evlilik, çocuk, endüstrileşme, aldatma ve daha nice korkusunu anlatmayı amaç edinen film, şüphesiz kolay hazmedilebilenlerden değil. Günübirlik bir ilişki yaşadığı Mary’dan bir çocuğu (mutant) olan Henry, mecburen evlenir. Fakat zoraki yaptıkları bununla da sınırlı kalmaz, Mary’in onu terk etmesiyle durmadan ağlayan yaratığa benzer bebeğe de bakmak zorunda kalır. Böylece bütün korkularıyla yüzleşen Henry, filmin sonunda da asıl ve en büyük korkusunun karşısına oldukça şaşırtıcı bir şekilde çıkarak, son noktayı koymayı bilir.

Eraserhead, Lynch’nin diğer filmleri gibi bir bölümü rüyadan oluşan değil tamamı koca bir rüyayı andıran bir film.

https://www.youtube.com/watch?v=oK-2_OsBe0s

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder