25 Temmuz 2018 Çarşamba

Abbas Kiarostami Sineması

Abbas Kiarostami (2)

“Bir ağacı kök saldığı yerden ayırıp başka bir yere taşırsanız, ağaç meyve vermez olur. Verse de, kendi yerindeyken vereceği meyve kadar güzel olmaz. Bu, doğanın kanunudur. Bence, ülkemi terk etmiş olsaydım, aynen o ağaç gibi olurdum.

Yukarıdaki sözlerin sahibi, İran Yeni Dalgası’nın en önemli yönetmenlerinden Abbas Kiarostami, muhalif yanını her filminde incelikle işlemeyi bilmiş, ülkesini terk etmeyip kalmayı tercih edenlerden. Son filmlerini İran dışında çeken yönetmenin her ne kadar Lake Someone in Love ile beklentileri pek karşılayamamış olsa bile filmografisindeki birçok başyapıtın mimarı olma şerefine layık Kiarostami. Filmlerinde şiiri, uzun diyalogları, araba içi sahneleri, çocuk dünyasını, imgelerin gücünden yararlanmayı eksik etmemiş biriydi ayrıca. Her filminde denemeler yapmaktan bıkmadığını görmekteyiz. Nema-ye Nazdik filmiyle gerçek ile kurmacanın karışmasına, Copie conforme'de orijinal ile kopyanın ayırt edilemezliğini yorumladı. Teknolojinin nimetlerinden yararlanmayı da bildi, gelenek ve göreneklerinin izinden de gitti. İtalya’nın Toscana bölgesinde oldukça bireysel hikâyeleri de anlattı, İran’ın köylerindeki toplumsal inanışları da. Uzun lafın kısası hem ülkesine, insanlarına, geleneklerine bağlı hem de gelişimden, ilerlemekten ayrı durmayan bir isim oldu Kiarostami her zaman. Doğuda yaşayan ama yüzünü de her daim batıya dönen ve hala arayışını sürdüren bir sinema mucidiydi o. Diler misiniz başyapıtlarıyla dolu filmografisinin olmazsa olmaz beş filmi ile daha ayrıntılı tanıyalım onu?


1) Nema-ye Nazdik (Yakın Plan) – 1990

Abbas Kiarostami’nin film içinde film diye de niteleyebileceğimiz bu yapımı, bir belgesel- kurmaca. Gerçekten yaşanmış bir olayın filmini çeken Kiarostami, gazetede okuduğu bir haberden sonra bu filmi yapmaya karar verir. Hüseyin Sabzian adlı sinema sevdalısı bir adamın dolmuşta karşılaştığı bir kadına kendini İranlı yönetmen Mohsen Makhmalbaf olarak tanıtması ve ailesi ile birlikte filminde oynamalarını istemesi ile başlayan ve adamın tutuklanmasına kadar giden bir süreç yaşanır gerçekten. İşte Kiarostami bu süreci, gerçek kişilerle filme çeker. Sabzian’ın dolmuştaki kadınla tanışması ve eve gelip aile ile görüştüğü sahnelerin tekrar gerçek kişilerle canlandırıldığı, mahkeme sürecinin ise tamamen gerçek görüntülerden alındığı bir film karşımızdaki. Kurmaca kısmı ile canlandırma kısımlarındaki kişiler aynı olduğu için seyirci olarak bir süre sonra hangisi gerçek hangisi kurmaca karıştırmaya başlarız. Zaten Kiarostami’nin yapmak istediği de tam olarak budur. Rejimin filmlerde gerçeği gösterin, bu nedenle kurmaca değil belgesel filmler yapın uyarılarına bir cevaptır aslında Nema-ye Nazdik. Kiarostami, oldukça hınzır bir filmle zaten karşı olduğu rejime gereken cevabı verir.

Kiarostami’nin göz bebeğim dediği bu filmi, gerçek ile kurmacanın alt üst edildiği, bir yönetmenin isterse her türlü genel geçer kuralla nasıl oynayacağını gözler önüne seren tam bir başyapıt.

https://www.youtube.com/watch?v=Z_tGkf_jnCk
Ta’m e guilass

2) Ta’m e guilass (Kirazın Tadı) – 1997

İntihar üzerine yapılmış en çarpıcı film olmayı sonuna kadar hak eden Ta’m e guilass, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’nin sahibi olmuştur. İntihar etmeye karar vermiş Bedii Bey, kendisi için açtığı mezarına intihar edip yattıktan sonra üzerini örtecek birini –belki de onu bu fikirden vazgeçirecek, onu kurtaracak birini- aramak için arabasıyla düşer yollara. Gözün gördüğü her yerin saf toprak olduğu dağların arasında uzanan sarp yolda karşısına çıkan bir askeri alır önce arabasına. Sonra Afgan bir medrese talebesini, son olarak da Türk olan ve çocuğu hasta Baki Bey’i… Hepsinden istediği de aynı olur. Fakat bu isteğe, asla asker ile medrese talebesi yanaşmazken Baki Bey yanaşır. Zira onun hayatta tutmak zorunda olduğu hasta bir çocuğu vardır. Fakat Baki Bey, her ne kadar Bedii Bey’i yaşamın önemli ve güzel olduğuna ikna etmek için ona türlü hikâyeler anlattığına şahit olsak da anlaşma sağlanır.

Filminin neredeyse büyük bir çoğunluğunun tek mekânda, arabada geçmesi, sabit bir kamera açısının kullanılması ve devamlı ölüm hakkında yapılan diyalogların olması fazlasıyla zorlu bir seyir sunar seyirciye. Asla Bedii Bey hakkında bir şey bilmememiz, intiharın eşiğine gelmiş biriyle bile özdeşlik kurmamıza engel olur. Zaten zorlu olan seyir özdeşlik de kuramadığımız bir kahraman ile birlikte iyice sertleşir. Kiarostami, bunlarla da kalmayarak filmin sonunu tamamen seyirciye bırakır. Final yerine kendisinin ve set ekibinin olduğu görüntüleri koyarak yabancılaşmayı yaşatarak her zaman yaptığı gibi farkını ortaya koyar.

https://www.youtube.com/watch?v=gZpC3EIRQw8


Dah

3) Dah (10) – 2002

Kiarostami’nin deneysel sinemaya başladığı film olan Dah, bir arabanın aynasına yerleştirilen dijital kamera ile çekilir. Sadece arabanın içerisindeki sahnelerden oluşan filmde yönetmenin etkinliği oldukça minumuma inmekte. Zaten çoğu sahnede doğaçlamanın da etkin olduğunu bildiğimiz film, isminden de anlaşılacağı üzere on sahneden meydana gelir. Bu on sahnede arabayı süren kadının oğlu hariç diğerlerinin hepsi farklı konumlarda ve farklı sorunları olan kadınlar olur. Kiorastami’nin ilk kez bir kadın filmi çektiği ve başrole de üst orta sınıf, feminist bir kadını yerleştirdiğini görmek elbette çok sevindirici. İran’da yaşayan kadınların büyük çoğunluğuna göre nispeten daha özgür olan bu kadın, araba sürebiliyor, kocasından boşanabiliyor, başını tam örtmeyebiliyor. Bunların hepsi İranlı bir kadın için çok büyük kazanımlar elbet. Üstelik bu gayet mantıklı ve güçlü kadınımız arabasına aldığı kadınlarla da girdiği diyaloglarda kadının konumu, değeri anlamında etkili konuşmalar yapmakta. Arabaya binen tek erkek olan oğlu ise ne yazık ki küçücük yaşına rağmen erkek egemen toplumun bakış açısını yansıtarak hayal kırıklığı yaratmakta. İyi bir anne ya da eşi yemek ve temizlik yapmakla sınırlayan bir çocuk, İran’ın gelecek nesillerin de nasıl bir mantıkla devam edeceğinin üzücü bir ispatı.

Kiorastami’nin müdahale etmeyen sabit gözüyle çektiği bu deneysel filmi Dah, izleyiciyi sadece diyaloglara yoğunlaştırarak, dinlemesini isteyen mükemmel bir yapım. Asla yönlendirme yapmayan tamamen objektif bir şekilde sadece dinleten filmi, yorumlamak biz seyircilere düşmekte.

https://www.youtube.com/watch?v=Axtnu3GRsjk

Copie conforme

4) Copie conforme (Aslı Gibidir) – 2010

Kiarostami’nin İran dışında çektiği ilk filmi olan Copie conforme, büyük oranda iki kişi arasında geçen bir günü perdeye yansıtmakta. ‘’Aslı Gibidir’’ adlı kitabın yazarı James Miller (William Shimell) ve kitabın okuru olan sanat galerisi sahibi Elle (Juliette Binoche) birlikte bir günü bile doldurmayan bir sürede önce sohbete sonra da plansız bir oyuna girişirler. Az çok aynı yaş aralığında olan Elle ile James, hayatlarında çokça şey yaşamış geriye dönüp baktıklarında pişmanlıkları, öfkeleri, üzgünlükleri olan insanlardır sonuçta. Onların bu durumu, her ne kadar başlangıçta sanattan, orijinal ve kopya nedir gibi konulardan konuşsalar da tutuktur, sıkıcıdır. Şayet ne zaman kendilerini on beş yıldır evli oldukları oyununa kaptırırlar, işte o zaman her şey kendiliğinden akmaya başlar. Zira evlilik ikisinin de geçmişten çok iyi tanıdıkları bir mevzudur. Üstelik hesaplaşmalarını ikisi de henüz kapatamamışlardır. İşte bu oyun onları evliliklerindeki orijinal kişilerle olmasa da yarım kalmış hesaplaşmayı sağlamalarına vesile olur. Orijinal ya da kopya sonuçta ne fark eder ki? Bütün evlilikler aynı değil midir?

Kiorastami gibi denemekten asla yorulmayan bir yenilikçinin yaptığı mükemmel bir eser yine karşımızdaki. Tıpkı Nema-ye Nazdik’de olduğu gibi gerçek ile oyunun birbirine karıştığı filmi hiç durmadan konuşan karakterleriyle de Before serisine benzetmemek elde değil.

https://www.youtube.com/watch?v=nM_8TPLMCOU

Bad ma ra khahad bord

5) Bad ma ra khahad bord (Rüzgâr Bizi Sürükleyecek) – 1999

“Zahide hurilerle dolu cennet hoş gelir
Onun bana üzümün suyu daha hoş gelir
Onun cenneti veresiye benimki peşin
Ne var ki uzaktan davulun sesi hoş gelir.”


Kiarostami’nin en şiirsel filmi kuşkusuz Bad ma ra khahad bord. Zira yukarıdaki dizeler gibi Ömer Hayyam ve Füruğ Fehruzzad gibi çok önemli iki şairin şiirlerini incelikle filmine yedirmiştir Kiarostami. Adeta şairin sesinden dinlenilen şiirlerin etkileyiciliğinde olan bu film, yine yönetmenimizin klasik sinema kodlarıyla oynadığı bir yapım elbette. Asla görmediğimiz karakterleri bunun en bariz örneği olur. Bir Kürt köyüne gelen ekibin ölüm döşeğinde olan kadının ölümünü beklemelerini ilk başta pek anlayamayız seyirci olarak. Fakat daha sonra kadın öldükten sonra gerçekleşecek yas ritüelini kayda almak istediklerini öğreneceğizdir. Bu bitmek bilmeyen bekleyiş esnasında köyü ve özellikle kadınları tanımamız. Bir yanda devam eden yaşamın, diğer yanda beklenilen ölümün beraberliğine de çarpıcı bir bakıştır film.
Diyaloglardan daha çok şiirin, görselliğin ön planda olduğu film, taşra halkı ile aydının arasındaki çatışmayı gözler önüne serer. Film boyunca bu çatışmayı sürekli besleyerek eleştirisini de çok net ortaya koyar Kiarostami. Şiire sevdalı olanların özellikle kaçırmaması gereken bu filme ismini de veren Fehruzzad’ın şu dizeleri paylaşmak isterim.

Ey baştan ayağa yeşil olan sen,
Ellerini, yakıcı hatıralar gibi benim âşık ellerime bırak.
Ve dudaklarını, sıcak bir his gibi senden benim âşık, dudaklarımın okşayışlarına teslim et.
Rüzgâr bizi kendisiyle götürecek. Rüzgâr bizi kendisiyle götürecek.

https://www.youtube.com/watch?v=N9LiPBq36IU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder