13 Eylül 2018 Perşembe

2017’nin Unutulmaz Anları



1)The Square (Kare)

Yönetmen: Ruben Östlund

Ruben Östlund'un sanat dünyasını hicvettiği Altın Palmiye ödüllü The Square, bir grup seyircinin hayranlığını fazlasıyla kazandı. Bir modern sanat müzesinde ve orada sergilenen bir eserin çevresinde ilerleyen filmde, bir an var ki... Serginin açılış yemeğinde performans sergilemek amacıyla Oleg’in (Terry Notary) performansının da ötesine giderek bir nevi korsan gösteriye soyunması filmin en unutulmaz sahnesini yaratıyor. Sinema tarihinin şimdiden kült sahneleri içerisinde kendine en müstesna yeri ayırtan bu sahne üst-orta sınıfa atılan büyük bir tokat. Hatta tokattan da öte acısı kolay kolay geçmeyecek bir dayak. Terry Notary’nin yıllarını verdiği bu performansın şahaneliği karşısında şapka çıkarmamak elde değil.

2)Call Me by Your Name (Adınla Çağır Beni)

Yönetmen: Luca Guadagnino

Aşk, kaçamak, arzu, keşfediş gibi birçok kavramın en saf haliyle vücut bulduğu Guadagnino sineması bu kez tüm bunların çok daha mükemmel bir buluşmasını gerçekleştiriyor. Call Me By Your Name, aslında sancılı bir büyüme hikâyesi ile karşımızda. Bu saf hissiyat ile akılları baştan alan filmin finali ise adeta yürek dağlayan cinsten. Elio’nun ilk ve belki de son kez böylesine güçlü bir aşk acısını yaşadığı anlar, kelimelerle tarifi edilecek gibi değildir. Gözyaşlarını sessizce akıtıldığı anlarda Sufjan Stevens’ın muhteşem Visions Of Gideon adlı parçası, Elio’nun duygularının da tercümanı olur adeta: Son kez dokunmak, son kez öpmek, son kez sevmek… Son kez…

3)Thelma

Yönetmen: Ildikó Enyedi

Norveçli Joachim Trier, henüz dördüncü uzun metrajında belki de kariyerinin en kusursuz işlerinden birine imza atar Thelma ile. Gelmiş geçmiş en etkileyici büyüme hikâyelerinden biri olan Thelma’nın prolog sahnesi ise kan dondurucu bir etki bırakır seyircide. Henüz filmi yeni izlemeye başlarken karlar üzerinde, sessizce seyreden bir kaç saniyelik o an adeta nefesleri keser. Önce yavru ceylana sonra da küçük kıza çevrilen silahın, neyse ki iki hedefi de pas geçmesi ise derin bir oh çekmemizi sağlayarak, en büyük sarsıntıyı anlatmamıza vesile olur.

4)Nelyubov (Sevgisiz)

Yönetmen: Andrey Zvyagintsev

Andrey Zvyagintsev’in Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel ödülüne layık görülen filmi, sevgisizlik meselesine oldukça derinden bakıyor. Dağılmakta olan bir aile üzerinden toplumun tüm kesimine sirayet eden sevgisizliği gözlen önüne seren Nelyubov, kaybolan geleceğin altını ise kalınca çizmekten geri durmuyor. O güne kadar annesi ile babasının sevgisizliğinden başka bir şeye maruz kalmamış Alyosha, boşanmak üzere olan ebeveynlerinin onu istemediklerine deair konuşmaya da kulak misafiri olunca büyük bir acının tüm benliğini ele geçirmesine engel olamaz. Kapının arkasında duyduklarının ağırlığı altında ezilmiş, adeta duvar ile bütünleşmiş bir halde için için akıtır gözyaşlarını. Bu yıl seyirci olarak payımıza düşen birkaç yürek dağlayan ağlama anlarından biridir Alyosha’nın bu anları.

5)Estiu 1993 (93 Yazı)

Yönetmen: Carla Simón

Carla Simon’un küçük bir kızın evlatlık gittiği ailedeki sıkıntılı günleri anlattığı ilk uzun metrajı Estiu 93, seyirciyi tam anlamıyla can evinden vuruyor. Annesiyle babasını kaybeden altı yaşındaki Frida’yı taşradaki evlerine alan dayısıyla yengesinin küçük kızla uyum sürecini ve Frida’nın bu süreç ile başa çıkışına odaklanıyor fil. Frida’nın bu sürecinde biz seyircileri derin bir üzüntüye gark eden anları olduğu gibi aynı anda güldürdüğü anları da yok değil. Frida’nın bu sancılı büyüme hikâyesinde absürd bir makyaj yapıp takıp takıştırdığı ve çok özlediği annesini kendi bedeninde yaşattığı anlar güldürürken yürek parçalayan cinstendir.

6)Ah-ga-ssi (Hizmetçi)

Yönetmen: Chan-wook Park

Chan-wook Park ustanın şimdilik sinema dünyasına son armağanı olan film, cesur sahneleri ile de çok konuşulmuştu. Özellikle eniştesi tarafından seks ikonu olarak kullanılan Min-hee Kim’in seyircilere sergilediği performanslardan birindeki anlar akıllardan çıkacak gibi değildir. Sapık bir grup izleyiciye bir yandan porno masallar okuyup bir yandan da okuduklarını canlandırdığı anların birinde kendi kendini boğma canlandırması ortaya filmin önüne geçecek görsellerden de birini çıkarır.

7)American Honey (Amerikan Balı)

Yönetmen: Andrea Arnold

Arnold’un filmografisinin yeni evladı American Honey, yine bir büyüme hikâyesini karşımıza getiriyor. Star’ın bu hikâyesinde mutlu olduğu, her an kendine güvenini tazelediği anlarına şahit oluyoruz. Lakin bu süreç onun çokça da hayal kırıklığına uğramasına sebep oluyor. İşte aşık olduğu Jake’in, gözünün önünde başka bir kadına masaj yaptığı anlar, bazı şeyleri geri dönüşü olmayacak şekilde yaralıyor. Patronu Krystal’ın söyledikleri Jake’nin yaptığının yanında Star için devede kulak kalıyor.

8)Dunkirk

Yönetmen: Christopher Nolan

Christopher Nolan’ın 2. Dünya Savaşı’nın kaderini belirleyen olaylardan biri olan Dunkirk Tahliyesi’ni konu edinen filmi, savaş sahnelerinden daha çok genç askerlerin korkularıyla ve savaştan kaçma çabalarıyla ön plana çıkmıştı. Belki de sırf bu nedenlerden dolayı bile bugüne kadar çekilen bir çok savaş filminden daha gerçekçi bir yapıya sahip olan Dunkirk’ün muazzam geniş plan sekansları akıllardan çıkacak gibi değildir. Üzerlerine bomba yağdırmaya gelmiş bir helikopterin altındaki gencecik askerlerin yaşadıkları korku ancak bu kadar net anlatılabilirdi.

9)Get Out (Kapan) 

Yönetmen: Jordan Peele 

Jordan Peele’nin bu yıl ödül sezonunda en çok zikredilen filmi olan Get Out, kimilerine göre başyapıt kimilerine göreyse fazla abartıldı. Seyircilerin bu konuda aynı noktada durması mümkün olmasa da herkesin hem fikir olacağını bir nokta yok değil. Chris’in müstakbel kayınvalidesi tarafından hipnoz edildiği sahne itiraf etmek gerekirse oldukça özgün bir yapıya sahipti. Chris’in gözlerinden yaşlar süzülen ifadesi ise film boyunca tekrar tekrar karşımıza çıkıp kabak tadı verse de filmin sembol görüntüsü olmayı başardı.

10)Jackie

Yönetmen: Pablo Larraín

Pablo Larraín ustanın son harikası Jackie, bir suikasta kurban giden Amerika Başkanı John F. Kennedy’nin karısı Jackie’nin suikast anlarında ve sonrasında bu durumun üstesinden nasıl geldiğini, nasıl bir duruş sergilediğini anlatıyordu. Gerçek görüntülerin neredeyse bire bir aynısını perdeye yansıtarak yer yer belgesel hissiyatı yaratan filmde Jackie’nin yanıbaşında vurulan kocasının üzerine sıçrayan kanlarını uçağın lavabosunda temizlemeye çalıştığı anlar… Larraín, aynalar yardımıyla ruh durumu paramparça olan Jackie’nin duygularını perdeye yansıtır adeta. Tabii Natalie Portman’ın muazzam oyunculuğunun bu sahnedeki payını unutmamak gerek.

11)Koca Dünya

Yönetmen: Reha Erdem

Reha Erdem’in iki kardeşin çetin bir birlikte olma savaşı verdiği filmde, özellikle ormanda her gün abisinin gelişini beklemekle zamanını geçiren Zuhâl’in doğa ile bütünleştiği anlar bambaşkadır. Kimi zaman bir ağaç dalında kimi zaman da su kenarında buluruz Zuhâl’i. Bir süre sonra iyiden iyiye gerçek dünyadan kopan karakterimizin yüzünü de örtüp kendini adeta doğanın kollarına teslim eden anları unutulacak gibi değildir.

12)L’amant double (Tutku Oyunu)

Yönetmen: François Ozon

 Ozon, son filmi L’amant double ile ise sınırlarını zorladığını ispat etmekte. L’amant double’de, bir kadının cinsellik ve gerilim ile örülmüş, dikenli hayatına ortak oluyoruz. Ozon sinemasının cesur sahnelerinin yine fazlasıyla arzı endam ettiği filmde bir sahne var ki… Bir psikolog ile danışanının seansında ikisinin de anadan doğma halleriyle birbirlerine bakışını gördüğümüz anlar sinema tarihine geçmemiş olabilir mi? Peki, Ozon’un bu sahnenin etkileyiciliğini arttırmak için aynaların marifetinden yararlanması? İç içe geçen bu çetrefilli, içinden çıkılmaz hikâyeyi işaret eden kadraj içinde kadrajın mükemmelliği?

13)Manchester by the Sea (Yaşamın Kıyısında)

Yönetmen: Kenneth Lonergan

Kenneth Lonergan yönetmenliğinde ve Casey Affleck oyunculuğunda ete kemiğe bürünen Manchester by the Sea, tabiri caizse yüreğimizi parçalayan, aklımızı başımızdan alan bir başyapıt olarak unutulmazlar arasında çoktan yerini aldı. Başkarakter Lee, belki de bugüne kadar perdede izlediğimiz en plansız, en süssüz, gösterişten uzak, en samimi intiharına şahit eder bizleri. Kısacık bir anda, saniyeler içerisinde cezasını verir, infazını da gerçekleştirir. Fakat hayatın ona sunduğu zulüm henüz bitmemiş olacak ki başarıya ulaşamaz. Acısını öğrendikten sonra kalbimizin en başköşesine oturan bu zavallı adamın ölüp acısından kurtulamadığına üzülsek mi yoksa ölmediğine sevinsek mi bilemeyiz. Açıkçası yaşadığımız şok, bir şeyler düşünmemize de izin vermez zaten. Tek emin olduğumuz, sanırım kalbimizin tarifi mümkünsüz bir acıya esir düşmesidir.

14)Teströl és lélekröl (Beden ve Ruh)

Yönetmen: Ildikó Enyedi

Macar yönetmen Ildiko Enyedi’nin filmi Teströl és lélekröl bu yıl çok sevilen filmler listelerinin vazgeçilmezi oldu. Sıradışı bir aşk hikâyesini karşımıza getiren film, toplum içerisinde pek de varolamayan iki kişinin birbirlerini fark etmeleri ile başlayan sürece bizi ortak etmişti. Kan donduran mezbaha görüntüleri ve ardından derin bir huzur vadeden karlı orman görüntüleri ise hafızalara adeta kazınır. Yüzümüzde mutluluk ve bununla birlikte tebessüm oluşturan sahnelerden biri ise Mária ile Endre’nin aynı yatakta olmasalar da yan yana yattıkları anlara ev sahipliği yapar. Mária yatakta Endre ise hemen yanında yer yatağında yatsa da onlar aslında tek vücut olurlar. Zira fiziken temas olmadan da ruhlar buluşmayı gerçekleştirebilir değil mi?

15)Zoologiya (Hayvanoloji)

Yönetmen: Ivan I. Tverdovskiy

Modern bir başkalaşım öyküsü olan Zoologiya, sinema tarihinde sayılı sayıda eser ortaya koymuş, özgün mevzusu ile göz dolduruyor. Orta yaş bunalımında olan, kaybeden bir karakteri perdeye yansıtan film, evrimi tersine işleterek karakterimiz Natasha’yı hayvan türüne yaklaştıran ya da insan ile hayvan arasındaki muğlaştıran bir hamleye imza atıyor: Natasya’nın kuyruğu çıkıyor. Lakin ilk etapta tahmin edileceği gibi kabus başlamıyor; tam aksine Natasha’nın hayatı şaşırıtcı bir şekilde iyileşiyor. İşte bu süreçte mutluluktan dört köşe olan karakterimizin kendine hayran hayran aynaya baktığı anlar oldukça farklı yorumlara gebe.

16)Pokot (İz)

Yönetmen: Agnieszka Holland

Geçen yıl prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı Alfred Bauer Prize ödülünü kazanan Agnieszka Holland imzalı Pokot, hayvanlara ve doğaya karşı yapılan katliamı gözler önüne sermesi açısından oldukça önemli bir misyonu yerine getirmişti. Hayvanlara ve doğaya karşı girişilen katliama karşı diğer filmlerden daha fazla taşın altına elini sokarak her ne kadar tartışmalara gebe olsa da aykırı bir çözüm önerisi sunmaktan da geri kalmamıştı film. Filmin birçok seyircide derman bırakmayan sahnelerinin arasında bir an açıkça sıyrılır. İnsanlık tarafından zevk adına katledilen hayvana sıkı sıkı sarılarak ağlayan ve onun acısını iliklerine kadar hisseden Janina Duszejko’ya eşlik etmemek imkânsız.


17)Grave (Mezar)

Yönetmen: Julia Ducournau

Fransız yönetmen Julia Ducournau’nın ilk göz bebeği olan Raw, geçen yıl perdeden gelip geçen en sarsıcı, ses getiren ve tabiri caizse sansasyona sebep olan filmiydi. Prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nden aldığı Fibresci Ödülü başta olmak üzere birçok festivalden aldığı ödüllerle heybesini tıka basa dolduran Raw, bir yandan da izleyicilerinin birçoğuna sinema salonlarında zor dakikalar yaşattığı için kendine bir nam sağladı. Daha filme yeni yeni adapte olmaya çalışırken başkarakter oyuncumuzun ve onunla birlikte veteriner fakültesi çaylaklarının başından aşağıya dökülen domuz kanı, seyirci olarak ilerleyen dakikalarda izleyeceklerimizin sadece bir ön alıştırmasıdır aslında. Akıllara Carie filmini getiren bu sahne, yılın en çok sevilen sahnelerinden biri oldu bile.

18)Safari

Yönetmen: Ulrich Seidl

Ulrich Seidl’in izleme şansına eriştiğimiz son filmi, bir belgesel. Safari gibi bir vahşeti gerçekleştiren insanları bu suçu işlerken -yasalar önünde değil tabii- ya da hunharca yaptıklarını savunurken izlemek oldukça zorlu. Üstelik film, bununla da kalmayıp avlanan hayvanların kesim ve parçalanma süreçlerine de bizi ortak eder. Ayrıca bir başka tür olarak hayvanların katledilmesi kadar önemli bir diğer mevzu olan siyah ırkın da adeta aynı muameleyi görmesi de filmin en önemli argümanlarından. Bu hadsizliğin en çarpıcı tanımını ise Seidl, tek bir karede özetler. Avlanan hayvanların doldurulmuş kafalarının ortasında poz veren siyahi bir kadın…

19)The Killing of a Sacred Deer (Kutsal Geyiğin Ölümü)

Yönetmen: Yorgos Lantimos

Yorgos Lanthimos’un yine bizi distopik bir dünyaya alıp götürdüğü son filmi The Killing of a Sacred Deer, bir intikam hikâyesi olarak tanımlanabilir. Bir cerrah olan Steven, içkili olarak operasyona girmiş ve hastasının ölümüne sebep olmuştur. Oğlu olan Martin ise bozulan aile saadetlerinin karşılığı olarak Steven’inkinin de bozulmasını ister. Bu nedenle akıl almaz bir intikam planını uygulamaya koyar. Martin’in bu konuda yolundan dönmez olduğunu, intikam konusunda ne kadar iştahlı olduğunu en net anlatan sahne ise durması konusunda onunla konuşmaya çalışan Steven’in karşısında bol soslu salçalı spagettiyi büyük bir iştahla mideye indirdiği anlar olsa gerek.

20)Toni Erdmann

Yönetmen: Maren Ade

Maren Ade’nin geçen yıla tabiri caizse damga vuran filmi Toni Erdmann, prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nden sonra istikrarlı bir şekilde devam ettirdiği çıkışını, Oscar’da Yabancı Dilde En İyi Film dalında son beşe kalarak sürdürmüştü. Bir baba ve kızı üzerinden oldukça etkili bir üst orta sınıf eleştirisi yapmaktadır film. Üstelik bunu fazlasıyla ayrık, çoğu kişi tarafından benimsenmeyecek bir mizah anlayışıyla kotarıyor Toni Erdmann. Şimdiden kült filmler arasında sayılabileceğinin su götürmez bir gerçek olduğu Toni Erdmann, en çok da final sahnesi ile akıllara kazınmıştı. Upuzun tüyleri olan devasa bir kostüm giyili babasının arkasından üzerinde incecik sabahlığıyla, yalın ayak koşturan İnes’in ne baba deyişi ne de onun kollarına atlayışı unutulur. Sinema tarihinin en absürd anlarından birine sahip bu final sahnesi, yıllar geçse de hatırlanmaya devam edecek hiç kuşkusuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder