Yaşlı bir çiftin, yalnız ve umutsuz bekleyişleri…
Daha önce birçok başarılı yerli yapımda yardımcı yönetmenlik
yapan Özgür Sevimli, ilk uzun metrajıyla oldukça temiz bir iş ile 36. İstanbul
Film Festivali’nde seyircinin karşısında ilk kez görücüye çıktı. Anadolu temalı
sergi çalışmalarıyla, şiirleri ve hikâyeleriyle de tanınan Sevimli’nin, ilk
gözbebeği olan Murtaza’da edebiyat alanındaki yetkinliğini ve Anadolu ile
ilgili yaptığı araştırmaların da ekmeğini yediği çok belli. Zira film,
ustalıkla gözlemlenmiş Anadolu insanına yakından bakan, bu bakışı da biz
seyircilere aktarırken adeta bir şiir dinliyormuşuz hissiyatı yaratan bir
yapım.
Sevimli, sadece yerli sinemamızda değil tüm sinema tarihinde
eşine az rastlanan, oldukça riskli bir mevzuya odaklanıyor. Yaşlı bir çiftin,
yalnız, umutsuz bekleyişlerine bizi ortak eden Murtaza, filmine mekân olarak
Malatya’nın bir köyünü seçiyor. Çocukları olmasına rağmen yalnız olan çiftimiz,
sadece çocukları tarafından yalnız bırakılmalarının dışında da derin bir gizem
ve buna bağlı olarak da hüzün barındırmaktadırlar. Bu gizemlerin bazılarını
Sevimli, bize ucundan birazcık açıklarken, bazılarını açıklama gereği dahi
duymuyor. Filmin her anında kafamızdaki soru işaretleri katlanarak artmaya
devam ediyor.
Yalnızlık, Yılların Yaşanmışlığı ile Birleşirse
Cezmi Baskın’ın hayat verdiği Murtaza, tabiri caizse her bir taraftan gizemlerle
örülen, seyirci olarak anlayıp, empati kurmanın zor olduğu hatta imkansız
olduğu bir karakter. En yakın arkadaşı, oğlu, kızı ve karısı ona neden kızgın
ve kırgın? Neden herkesi kendine bu denli uzaklaştırdı? Neden böylesine
etrafına duvarlar örüp, insanlardan uzaklaştı? Tüm bu soruların yanıtının
filmde yanıtlanacağını beklemek büyük bir yanılgı oluyor. Zira filmde bu
soruların çok küçük bir kısmı açıklanıyor sadece. Böylesine gizemli bir
başkaraktere neredeyse tüm film boyunca eşlik edecek Sabure (Meral Çetinkaya)
karakteri ise görmeyen gözleriyle, zaten bilmediğimiz ve bilmemizin de
istenmediği geçmişe daha da yabancılaşmamıza neden oluyor.
Murtaza’yı izlerken Michael Haneke’nin Amour ve Pete Docter
ile Bob Peterson’un Up filmini sürekli anımsadığımı fark ettim. Amour’da bir
tane çocuklarının da onlardan ayrı yaşadığı yaşlı çiftimiz, kapılarını çalan
hastalıkla birlikte hayatlarının en zorlu dönemecine giriyorlardı. Up’ta ise
mutlu bir evlilik ile başlayan beraberlik, yine hastalık ile tanışıyor bu da
ayrılıkların en acısını bu yaşlı çiftimize yaşatıyordu. Her ne kadar Amour’da
ölüme birlikte gitmeyi tercih eden çiftimizin tercihi ile Up’taki çok farklı
olsa da aradaki sevgi ve bağlılık hissiyatı fazlasıyla benzerdi. Up’ta
çocukları olmadığı için, Amour’da ise varlığı ile yokluğu çok da ayırt
edilemeyen çocuklarından dolayı yalnızdır çiftlerimiz. Bu yalnızlık, yılların
yaşanmışlığıyla da birleşince…
Yalnızlaşan İnsanlığa Ağıt
İşte Murtaza’daki çiftimiz de iki çocukları ve torunları
tarafından ziyaret edilmeyen, aranmayan ebeveynlerdir. Tarlalarındaki mahsulü
toplamak için bile işçi tutmak zorunda kalan çiftimiz için bu durumun yaşattığı
acı, tahmin edeceğimizden çok daha fazladır. Ne de olsa köy gibi bir yerleşim
yeri yalnız yaşamayı, çekirdek aileleri çok da içselleştirmemiştir. Geçmişin
gizemleri, yalnızlığın derin hissiyatı gibi altından kalkılmaz yüklere bir de
ailenin kız çocuğu Selvi’nin ani ölümü eklenince her şey daha da zorlu bir yola
sapar. Murtaza, zaten fazlasıyla dertli olan karısı Sabır’dan bunu saklamayı
tercih eder.
Oldukça içine kapanık, çok az konuşan, geçmişin yükünün,
dertlerinin, pişmanlıklarının altında ezilmiş Murtaza ile Sabır karakterleri,
bu derinlikli rollerinin altından hakkıyla kalkan Çetinkaya ve Baskın’a çok şey
borçlu. Başarılı oyunculukları, incelikle yaratılmış karakterleri, gizem
perdesini hafiften sürekli havalandıran senaryosu, minimalist anlatımı,
etkileyici kadrajlarıyla Murtaza, Sevimli’nin ilk işi olarak oldukça dikkat
çekici. Sevimli’nin bu başarısı artarak devam eder mi bilinmez ama Murtaza,
özellikle finaliyle şimdiden unutulmaması gerekenler arasında yerine almalı
bana kalırsa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder