Ölüm Korkusuna Tutulmuş Bir Adamın Geçmişe Yolculuğu
Ingmar Bergman’ın Altın Küre Yabancı Dilde En İyi Film
ödülünün sahibi, üçüncü dönem filmlerinden biri olan Smultronstället, ölüm
korkusuna tutulmuş bir adamın geçmişi ile hesaplaşmasını anlatır. Bir günde
geçen film, aslında Isak isimli adamın fahri doktora unvanını alması için
çıktığı yolculuktan ibarettir. Fakat yolculukta ona eşlik eden kişiler ve yolda
konakladıkları mekânlar aracılığıyla Isak, hem şimdiki hem de geçmişteki
kendisi ile en önemlisi ise bilinçaltı ile yüzleşir. Doğrusal bir zaman
izlemeyen film, geçmiş, şimdi ve rüyalar arasında gidip gelir.
Isak’ın her ne kadar mekânlar, sohbetler ve tatlar
aracılığıyla geçmişi hatırlayıp yâd ettiği anılar filmin en önemli anlarına ev
sahipliği yapsa da rüyaların cazibesi ile boy ölçüşemez. Zira Isak’ın rüyaları sürrealizmin
en önemli temsilcilerinden Salvador Dali ile Luis Buñuel başyapıtı Un Chien
Andalou’yu (Bir Endülüs Köpeği) akla getirerek, adeta o filmden alınan tadı
damaklarda hissettirir. Smultronstället’in özellikle filmin başındaki rüya
sahnesi sadece kendinden önceki eserlerin etkisini yakalamakla kalmaz kendinden
sonraki birçok filme de esin kaynaklığı yapar hiç kuşkusuz. Federico
Fellini’nin 8 ½ isimli filmi ile David Lynch’in Eraserhead’i bunlardan ilk akla
gelenlerdendir.
Kendinin Celladı Olmak
Bomboş sokaklarda yolunu kaybetmiş Isak’ı takip etmemiz ile
başlar sahne. Oldukça rahatsız edici bir sessizlik vardır ama yine de fazla tedirgin
edici bir şey göze çarpmaz ilk etapta. Ta ki Isak’ın Sokak saatine dikkatli
bakmasına kadar. Akrep ile yelkovanı olmayan saati gören Isak’ın yaşadığı
ürperti, cep saatinde de aynı durumun var olduğunu görmesi ile artar. Zaman
kavramının olmadığının göstergesi olan bu durum, elbette akıllara hemen ölümü
getirir. Bu saatin varlığı, zaman ile mekânın ritmini bulanıklaştıran Salvador
Dali’nin eriyen saatlerini de akla getirebilmekte. Zaten yüzü olmayan adam,
çalmaya başlayan Kilise çanı, yaklaşan arabadaki tabut ve haç akıllara gelen ölüm
fikrini fazlasıyla destekler. Buraya kadar yaşanılan tedirginlik hissinin asıl
zirveye çıkacağı an ise tekerleği kopan arabadan düşen tabutun içindeki ile
gerçekleşir. Isak, birçoğumuzun belki de rüyasında yaşadığı şeyi yaşar: Kendisi
ile karşılaşır. Bununla da bitmez, tabuttaki kendisi tarafından tabuta çekilir.
Isak, bir nevi kendisi tarafından ölüme çekilir.
İsveçli
aktör-yönetmen Victor Sjöström’in oyunculuğu ise sahnenin en önemli unsurudur. Sjöström,
ustalığı (Smultronstället, aktörün son icraatıdır) sayesinde kullandığı mimikleri
ile rüyadaki tekinsizlik, tereddüt, şaşkınlık ve korku gibi birçok duyguyu
yansıtmayı başarır. Sjöström’in tek başına üstelik konuşmadan sergilediği bu
performans, ancak ustalıkla açıklanabilir. Bergman’ın ise sadece kalemi ve
hayal gücünün değil aynı zamanda yönetmenlik gözünün de katkısı çok elbette.
Bergman’ın zaman zaman Sjöström’in güçlü ifadesinden feyz almak için yakın
çekime başvurmasının yanında zaman zaman da onu bomboş sokaklarda uzaktan
izlemeyi tercih etmesine ne demeli? Güçlü bir aktör, incelikli bir yönetmen
gözü ve hayal gücünün dipsiz kuyusu unutulmaz bir rüya sahnesine hayat verir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder