İmkansız Denilebilecek Bir Beraberlik
Kanadalı yönetmen Stella Meghie’nin ikinci uzun metraj filmi
olan Everything, Everything, Nicola Yoon’un geçtiğimiz yıllarda yayınlanan aynı
adlı romanının bire bir uyarlaması. Jamaika doğumlu Yoon’un kaleme aldığı
romanı, özellikle genç kesim tarafından sevilip, çok satan romanlar içerisine
girince kaçınılmaz son gerçekleşiyor: J.
Mills Goodloe’nin senaryolaştırdığı roman, Meghie yönetiminde perde ile
buluşuyor. Günlüklerden alınan sayfalar, illüstrasyonlar, süslü, çiçekli
böcekli kapak tasarımı gereğinden fazla şeker yüklemesi yapan bir kitap aslında.
Lakin anlatılan hikâye o kadar da iç açıcı değil. Hatta hikâyenin merkezinde
bir hastalığın olması kitaba, böylelikle de filme dram yönünü ekliyor. Bunun
yanında henüz on sekiz yaşına yeni basan Maddy ile yine o yaşlarda olan Olly’nin
beraberce yaşadıkları bir büyüme hikâyesine ve aşklarına da yer açıyor film.
Maddy, çok bilinen ama bir o kadar da ender görülen, Ağır
Kombine İmmün Yetmezliği’nin bir türü olan hastalıktan muzdarip. Balon bebek
hastalığı olarak bilinen bu hastalığı en basit haliyle dünyaya alerjisi olmak
olarak tanımlayabiliriz. Maddy, hayatı boyunca yani on sekiz yıldır izole
edilmiş bir evde yaşayan, sürekli sterilizasyon işlemlerinden geçirilen
kıyafetleri giyen, asla dışarıya çıkmayan ve annesi, bakıcısı, bakıcısının kızı
hariç hiç kimse ile yüz yüze iletişime geçmeyen biri. Zira Maddy’nin her şeye
neredeyse alerjisi olduğu için dışarıya çıktığı an herhangi bir şey ile
reaksiyona girerek, hayatını kaybedebilir.
Tabii tüm hayatı,
evde geçiren Maddy’nin evdeki imkânları ise adeta sonsuzdur. Annesi doktor olan
Maddy’nin konforlu bir odası, kitapları, bilgisayarı ve akla gelebilecek birçok
şeyi tastamamdır. Bu imkânlar Maddy’e on sekiz yaşına kadar yetmiş, durumunu
kabullenmiş ve elindekilerle hayatını şekillendirmeye niyet etmiştir. Ta ki yan
eve taşınan yeni komşularına kadar… Birbirlerine nerdeyse ilk görüşte âşık olan
Maddy ile Olly, adeta imkânsız denilebilecek bir birlikteliğe yelken açarlar;
tüm zorluklarına, tüm engellere rağmen.
Bir Küçük Prenses
Everything,
Everything, kapıldığı aşk ile birlikte, aşkın sancısı ile büyüyen gençlerin
hikâyesi ya da örneğine defalarca şahit olduğumuz hastalık draması (Me and Earl
and the Dying Girl, The Fault In Our Stars) açısından hiçbir yenilik taşımıyor
kuşkusuz. Böylesine alışılagelmiş bir hikâyede elbette Maddy’nin hastalığının
ilginçliği de kurtarıcı olamaz. Peki, filmi özgün yapan ya da en azından
klişeler içerisinde boğulmaktan bir nebze de olsa kurtaran şey nedir? Kitabı
okurken ya da filmi izlerken sürekli karşımıza çıkacak olan bir masal kahramanı
ve onun eşsiz öyküsü… Maddy’nin hayran olduğu ve belki de birçok açıdan kendine
örnek aldığı kahraman Küçük Prens’tir elbette.
Antoine de Saint-Exupéry’in kaleme aldığı
eşsiz eser Küçük Prens, Maddy’nin hayat felsefesini oluşturuyor bir nevi. Küçük
Prens’teki gibi hayal gücünün sınırlarını zorlamayı, sorgulamayı, öğrenmeyi,
maceraya atılmayı hatta gerekirse… Daha fazlasını söylemek filmin sürprizlerini
açık etmek olacaktır ne yazık ki. Bu nedenle aslında kitabın ve buna bağlı
olarak filmin eserden ne kadar çok etkilendiğini detaylı bir şekilde
belgelendiremiyorum. Lakin Küçük Prens’i gerçekten okuyanlar hatta satır satır
hafızasına kayıt yapanlar, filmi izlediklerinde ne demek istediğimi
anlayacaklardır. Zaten kitaptaki ve filmdeki çizimlerinde Küçük Prens’teki
çizimlere ne kadar benzediği de aşikâr. Peki, Küçük Prens ile özdeşleşen
Maddy’nin yanında Olly için bir referans var mı? Küçük Prens’in aksine oldukça
karamsar bir içeriğe sahip, William Golding’in Sineklerin Tanrısı eserini bilir
misiniz? Filmde kitap ve film göndermelerinin bu kadarla da sınırlı kalmadığını
da söylemek gerek.
Maddy ile Olly'nin Yaşıtları İçin
Dilerseniz hayal gücünden bahsetmişken bu konuda da filmin
yaptığı ve bana kalırsa filme kan pompalayan hareketlerden birine değinmek
isterim. Yönetmen Meghie, Maddy ile Olly’nin bilgisayar ya da cep telefonu ile
yaptıkları yazışmaları ve görüşmeleri perdeye yansıtmak adına çok akıllıca bir
yöntem deniyor. İnternetten mimarlık eğitimi alan Maddy, aynı zamanda
tasarımlarının maketlerini de yapmakta. Hatta bu birbirinden başarılı
maketlerinin hepsine adeta bir imza niteliğinde olan aynı imgeden koyuyor: Her
maketi onun yaptığı sevimli astronot ile renkleniyor. Bu hayal gücüyle hayat
bulmuş mekânlar aynı zamanda Maddy ile Olly’nin görüşmelerine ev sahipliği
yapıyor işte. Hatta bir pastane ya da kütüphanede gördüğümüz çiftimizin nasıl
orada olabildiklerine bir an anlam veremezken, bir köşede oturan astronot her
şeyi ele veriyor hınzırca.
Filmin görmezden gelinemeyecek bu birkaç olumlu yanını
söyledikten sonra gelelim, tüm klişelerini kabullensek de es geçemeyeceğimiz
yanlarına. Öncelikle her ne kadar hikâye Maddy’nin yaşadıklarına odaklansa da
nerdeyse Maddy kadar önemli bir karakter olan Olly’nin hayatına fazlasıyla
yabancı kalmamız kabul edilebilir gibi değil. Zira problemli bir babası, bu
yüzden de sorunlu bir aile hayatı olan Olly’nin de keşke biraz da olsa evinin
kapıları biz seyircilere açılsaydı diye düşünmeden edemiyorum. Ve on sekiz
yıldır dışarı çıkamayan bir genç kız ile babasıyla sürekli çatışan, evde
durmadan huzursuzluğa şahit olan bir gencin nasıl bu kadar olumlu
olabildiklerine inanmamız beklenir. Olly’nin bir kez babasıyla kavga etmesi
dışında hiç isyan etmeyen, asilik yapmayan adeta başka bir dünyada büyümüş
gibi, Küçük Prens gibi başka gezegenden gelmişçesine olmaları yapaylık hissi
yaratıyor fazlasıyla. Bir de pahalı eşyalar, lüks evler, her an değiştirilen
son moda kıyafetler eklenince iyice çekilmez bir hâl alıyor bu hissiyat.
Son tahlilde ise genç neslin keyifle izleyeceği, aşkın
romantizmine kendini kaptırıp, hayal gücünün sihrine bir kez daha kanaat
getirip, maceracı ruhunu kamçılayacağı bir film olduğunu söyleyebilirim. Maddy
ve Olly’nin yaşıtlarının filmi izlerken duygudan duyguya atlayarak, keyifli bir
seyir zevki yaşamaları muhtemel. Lakin bir filmden çok daha fazlasını
bekleyenlerin hayal kırıklığına uğrama ihtimalleri ise çok daha yüksek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder