Bol Kanlı Bir Büyüme Hikâyesi
Brian De Palma’nın en unutulmaz işlerinden biri olan Carrie,
korku-gerilim romanlarının vazgeçilmez ismi Stephen King’in sinemaya uyarlanan
ilk eseridir aynı zamanda. 1974 yılında yazılan romanı iki yıl sonra perde ile
buluşturan De Palma, King’den de bir yönetmenin alabileceği en iyi övgüleri
alır. Kısa zamanda klasikler arasında kendine yer bulan Carrie, aşırı dindar anne
tarafından büyütülmüş bir genç kızın büyüme hikâyesidir aslen. Yıllarca annesi
tarafından baskılanan Carrie, regl olması üzerine gittikçe özgürleşmeye başlar.
Bu özgürleşme sürecinde kendini de yavaş yavaş tanımaya ve keşfetmeye başlar.
Bu keşfediş sürecinde en önemli hazinesi ise Carrie’nin
telekinezi güçlerinin olduğunu anlaması olur. Zira Carrie, bu güçleri annesinin
onu engellemeye çalışmalarını durdurmak ya da dış dünyada ona karşı yapılan
saldırılara karşı korunmak amacıyla kullanmaya başlar. Lakin Carrie ya da annesinin
deyimiyle günah tohumu, katıldığı okul balosunda o güne kadar kontrollü
kullandığı güçlerini hesapsızca salıvermekte sakınca görmez. Zira yeni bir
hayata başlamak isteyen, annesinin boyunduruğundan çıkarak özgürleşmek isteyen
Carrie’nin çabası boşa çıkmış annesinin zikrettiği kehanet bir şekilde
gerçekleşmiştir.
Gözlerle Hayat Bulan İntikam…
Hoşlandığı erkek ile baloya katılan Carrie, hem güzelliği ve
zarafetiyle hem de partneriyle uyumu açısından tüm gözleri üzerine çevirmeyi
başarmış; balonun en gözde çifti seçilerek sahnede arzı endam etmiştir. İşte bu
anlarda De Palma özellikle kamerayı ondan ayırmaz ve tüm ışıkları ona
yönlendirir. Birazdan gelecek anların etkileyiciliğini arttırmak amacıyla
gereğinden fazla ışık, şaşa yaratır Palma bu anlarda. Arkasından Carrie’nin başından
aşağı dökülen domuz kanı, Carrie’nin öncelikle büyük bir şok geçirmesine neden
olur. Bu anlarda sadece Carrie değil olacakları önceden bilen birkaç kişi hariç
tüm salon şoka girer. Hem Carrie’nin hem balodakilerin şoku atlatana kadar kısa
bir durgunluk süresinde De Palma, ortam seslerini kovanın salınan sesi ve hâlâ
damlamakta olan kanın sesi hariç tamamen keser. Böylelikle dökülen kanın
yarattığı sarsıntıyı iliklerimize kadar hissedelim ister De Palma. Ortam
sesleri tekrar geldikten sonra ise perdede tek başına dev gösteri yapacak kişi
Carrie, hatta sadece Carrie’nin gözleri olur.
Annesinin kehaneti Carrie’nin kulaklarında çınlamaya
başlamışken, herkesin de ona güldüğünü görür. Bu anlarda gerçekten herkesin
gülüp gülmediğine emin olamayız. Zira Carrie’nin bunu sadece öyle görmek istemesinden
dolayı da öyle görüyor olabiliriz. Bu anlardan
sonra ise onun yapabileceklerini engellemek mümkün olmaz. Kocaman masmavi
gözleriyle vahşete imza atan Carrie’yi izlerken hiçbir şeyi dikkatlerimizden kaçırmamızı
istemeyen usta yönetmen ekranı ikiye bölerek tüm vahşeti detaylarıyla görmemizi
sağlar. Çoğu zaman tamamen kanın kırmızı rengine ekranı boyayan De Palma,
müziğe eşlik eden çığlık seslerini de oldukça etkili kullanır. Çekildiği yılın
imkânlarına göre parmak ısırtan bir işe imza atan Carrie, kendisinden sonra
gelen birçok aynı janrdaki filme esin kaynağı olur. Hatta henüz geçtiğimiz
İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz yine bir büyüme hikâyesi olan Raw’da
tam da bahsettiğimiz sahne karşımıza çıkar. Kim bilir daha kaç yıl birçok filme
yol gösterecek, esin kaynağı olacak bir yapım Carrie. Lakin bilinen bir şey var
ki; o da sinema tarihinin en efsane işlerinden biri olduğu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder