Sıkışıp Kalmış Hayatlar
Safdie kardeşlerin (Benny Safdie, Josh Safdie) üçüncü uzun
metrajı olan Good Time, her ne kadar bir soygun filmi olarak tanıtılsa da
aslında tamamen farklı bir amaca sahiptir. Filmde ne klasik soygun filmlerinde
olduğu gibi uzun uzun detaylandırılan bir soygun planının yapılmasına şahit
oluruz ne de gerilimin, aksiyonun buram buram hissedildiği bir soygun anına.
Zira Good Time’ın amacı bambaşkadır: New York’un arka sokaklarında kısılıp
kalmış iki kardeşin öyküsüdür anlatılmak istenen. Bir Martin Scorsese hayranı
olan Safdie kardeşler, özellikle ustanın After Hours filmini kendilerine
referans olarak alırlar Good Time’ı yaratırken. Afişinden, jeneriğine, karakter
yaratımından, mizansenine kadar her konuda After Hours ile akrabalık taşır Good
Time. Tıpkı After Hours’daki gibi bir anti kahramanın yolculuğuna bizi film
boyunca ortak eden yönetmenler, adeta bir labirenti andıran şehirde oradan
oraya savrulan ama her defasında daha da dibe batan bir hikâyeye ortak eder
bizleri. Bu tüm film boyunca altı çizilen çıkışsızlık hali tek bir sahnede
özetlenir.
Filmin başından itibaren kardeşini sistemin ehlileştirici
ellerinden kurtarmak, ona herkesten her şeyden uzakta huzurlu bir hayat
yaşatmak için verdiği mücadelede başarısız olan Connie’nin son çırpınışlarıyla
başlar sahne. Kardeşini rehabilite merkezinden kaçırdığı andan itibaren bir an
bile durmayan, yılmayan Cornie’nin en umutsuz anında bile hâlâ çabalaması
inanılır gibi değildir. Cornie, onu tanımaya başladığımız ilk andan itibaren
New York sokaklarındaki koşuşturmasının adeta bir temsili olan binanın önünde labirenti
andıran bahçede koşturur son bir umut. Bu an aslında tüm bu sebeplerden dolayı
Cornie’nin tüm koşturmacasının bir özetini sunar bizlere.
Sistemin Pençeleri Arasından Kurtulamayan Hayatlar...
Aslında Cornie, başından beri bir labirentin içinde belki
biraz da deney faresi gibi koşturup durmuştur. Zira filmin yaptığı birkaç geniş
açı çekimde daha net görürüz bu labirent halini. Ama sistem ne ona ne de
kardeşine bir çıkış asla sunmamıştır. Bu koşturmacanın sonunda yakalanan
Cornie’nin kafesli polis otosunda giderkenki hali ise çok daha anlamlıdır. Uzun
bir süre doksan derece karşı açıdan Cornie’nin tam suratına bakarken kim bilir
belki de yaşadığı şoku atlatmaya çalışan, bu birkaç günde yaşadıklarını
aklından geçiren ya da sadece kurtaramadığı kardeşini düşünen Cornie’nin aklını
okumaya çalışırız. Cornie’nin o anlarda ne düşündüğünü asla bilemesek de
gittikçe yaklaşan kameradaki görüntünün Nick’in yüzüne dönüşmesi önemli. Safdie
kardeşler burada muhteşem bir grafik eşlemeye şahit ederler bizleri.
Demir parmaklıklar ardında izlediğimiz Cornie’nin
geleceğinin hapishanede geçeceğini bas bas bağıran bu sahne, Cornie’nin
yüzünden Nick’in yüzüne geçiş yaparak Nick’in de tutsak hayatı yaşayacağının da
altını çiziyor. Zira rehabilitasyon merkezine alınan Nick’in de özgür
koşullarda olmayacağı belli. Aynı talihsiz hayat koşullarının mağduru olan bu
kardeşlerin sistemden uzak, hayal ettikleri hayata değil de yine sistemin
pençeleri, kontrolü altındaki hayata mahkûm olmaları en gerçekçi, sert finallerden
birini sunar. Zaten görüntü Nick’e geçtikten sonra rehabilitasyon merkezinde
oynanılan oyun, labirent içerisindeki yaşamın devam ettirileceğinin en net
örneğidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder