Çarpraz Cinayet
Sinema tarihinin en büyük dehalarından Alfred Hitchcock’un
1951 yapımı filmi Strangers on a Train, Patricia Highsmith’in aynı adlı
romanından uyarlanır. İki yabancının trende tanışmasıyla başlayan film, kısa
sürede içinden çıkılmaz olayların yaşanmasına evrilir. Ünlü tenis oyuncusu Guy
ile Bruno’nun trende tanışması, Bruno’nun çarpraz cinayet önerisiyle bir suç
ortaklığına dönüşür. Bruno, Guy’ı aldatan ve buna rağmen ondan boşanmayı kabul
etmeyen karısını öldürürken Guy da Bruno’nun ona hayatı çekilmez kılan babasını
öldürecektir. Fakat bu tek taraflı anlaşma (Guy bu öneriyi kabul etmez) tek bir
cinayetin işlenmesini beraberinde getirir. Bruno, Guy’ın karısını kendi elleriyle
öldürür. Hitchcock’un ışık, gölge kullanımı, lens kullanımı gibi birçok özgün
tercihinden dolayı unutulmaz cinayetlerden birine ev sahipliği yapan sahne, bir
luna parkta, hiç susmayan eğlenceli müziğinin eşliğinde hayat bulur.
Bruno, Guy’ın karısı Miriam’ı arkadaşlarıyla luna parka
giderken takip eder. Bir süre parkta eğlenen bu üç kişilik grubun kayıkla karşı
kıyıya geçerken de peşlerinden ayrılmaz. Elindeki mısır patlatmasıyla adeta
önündeki grubu film izler gibi seyreden Bruno, birazdan bu seyrettiği filmin
içine girmek için sabırsızlanmaktadır. Girilen tünelin içine bizi de sokan
Hitchcock, duvara yansıyan gölgeler vasıtasıyla birazdan neler olacağının
az-çok haberini kulağımıza fısıldar. Duvarda adeta devleşen gölgesiyle Bruno,
Miriam’ın gölgesinin kaybolmasına neden olur neredeyse. Hatta bizi tünelden
çıkarıp bir nebze uzaklaştıran yönetmen, duyduğumuz çığlık sesiyle yanıltıcı
bir cinayet provasını yaptırır aslında. Neyse ki tünelin içinden çıkan kayıklarla
henüz her şeyin yolunda olduğunu görürüz. Fakat karşı kıyıya varılmasıyla Bruno
artık fazla vakit kaybetmez.
Kurbanın Gözlerinden Görülen Bir Cinayet
Bruno, tek yakaladığı Miriam’dan emin olmak için çakmağı
çakarak etrafı aydınlatır ve adını sorar. Aldığı yanıt sonrası usta bir katil
gibi Miriam’ı boğmaya başlar. Bruno, oldukça ince düşünen, detayları atlamayan
biridir. Guy, Miriam’a çok sinirliyken öylesine ağzından kaçırdığı lafları
Bruno unutmamıştır: Guy, onu ellerimle boğmak istiyorum demiştir Bruno’ya
telefonda. Bruno’da Guy’ın bu söylediklerini adeta bir emir gibi algılayarak
Miriam’ı boğarak öldürür. Cinayet anlarını, Miriam’ın gözünden yere düşen
gözlüğün camına yansımasından izleriz. Miriam’ın görmesini sağlayan bu gözlükler,
aslında Miriam’ın gözleri yerine geçer. Bu demek oluyor ki Hitchcock, bir
cinayeti bize kurbanın gözlerinden izlettirir.
Patricia Highsmith’in romanlarında ya kuir bir aşk
hikâyesinin birebir yaşandığı ya da hikâyelerinin alt metnine kuir kodlar
yerleştirdiği bilinir. Strangers on a Train’de ise yine var olan bu durum
Hitchcock’un ellerinde neredeyse görünmez düzeye çekiliyor. Fakat yine de
birçok işaret takip edildiğinde filmin meselesi, Guy ile Bruno arasında yaşanan
aşk ve bu aşka engel olacak baba ve eşin ortadan kaldırılması olarak da
okunabilir. Bu çerçeveden bakarsak Bruno’nun aşkına engel teşkil eden Miriam’ı
öldürürkenki iştahı daha iyi anlaşılabilir elbette. Hatta bu cinayeti işleyen
her ne kadar Bruno olsa da aslında Guy diye de düşünmek mümkün. Zira Bruno, Guy’ın
alteregosundan başka bir şey değildir. Guy’ın yapmak isteyip de yapamadıklarını
yapan, söylemek isteyip de söyleyemediklerini söyleyen, toplumsal normları
tanımayan Bruno, Guy’ın bastırdığı her şeye sahiptir. Zaten Guy’ın çakmağının
cinayet mahalinde olması da bu anlamda bir işaret. Son tahlilde bu ikili
arasındaki mesele aşk, ortaklık ya da her ne ise önemli değil. Önemli olan, Guy
ile Bruno tarafından öldürülen bir kadın ve onun sesinin bile çıkmadan ölüme
gitmesi olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder