İşgalin Gölgesinde
İngiliz yönetmen Carol Reed’in 1949 yapımı The Third Man
filmi, İkinci Dünya Savaşı’ndan henüz yeni çıkmış, yıkık-dökük Avrupa’da
çekilir. Adeta bir açıkhava müzesi gibi olan tarihi yapıları, ihtişamı ve
heybetiyle göz dolduran Avusturya’nın yıkılmış, esaret altına alınmış,
hırpalanmış hali Reed’in filmine anlamlı bir arka fon oluşturur. Reed, hatta
filmin birçok noktasından anlattığı hikâyeden –ki anlatılan hikâyede ne kadar bireysel
gibi dursa da özünde yine savaşın yıkımına bağlanacak sebeplere sahiptir-
koparak savaş nedeniyle darmaduman olan Avrupa’ya kaldırıp başımızı bakmamızı
ister. Bu yönüyle de Reed, hikâyesiyle seyirciyi büyüleyip ele geçiren filminde
büyük bir maharetle belgeselvari esintiler de yaratır. İşgal altındaki
topraklarda çekilen The Third Man, hem tüm dünyayı esir alan savaşı arka fon
olarak kullanmasıyla hem de etkilendiği sinema akımları, anlattığı meselenin
tüm insanlık ile ilişkili olması gibi sebeplerle tam olarak evrensel bir film.
Zira Hollywood’un film noir geleneğinden, İtalyan Yeni Gerçekçiliği ve Alman
Dışavurumculuğu gibi akımların etkisiyle çekilen bir film The Third Man. En
önemlisi varoluşçu bir yapısı olan filmin, tüm bu etkilendiği akımları tek bir
sahnede buluşturan ve seyirciyi üzerinden yarım asırdan fazla geçmesine rağmen
hâlâ fazlasıyla büyüleyen bir sahnesi vardır ki…
Holly (Joseph Cotten) bir nevi dedektifliğe soyunarak
arkadaşı Harry’e (Orson Welles) ne olduğunu araştırmaktadır. Fakat Holly’nin bu
dedektiflik konusunda oldukça acemi olduğu zamanla ortaya çıkar: Holly, Harry’i
ile ilgili araştırma yaparken baştan yanlış soru sormuştur. Soru, Harry nasıl
öldü değil Harry’e ne oldu olmalıydı aslında. Zira Harry, aslında ölmemiştir.
Yanlış sorunun peşinde acemice çırpınan arkadaşına Harry, yardımcı olmaktan
geri duramaz: Ona en azından yüzünü göstermeyi bir borç bilir.
Gölgesini Kovalayan İnsanlık
Holly, in cin top oynayan, yorgun ve karanlık sokaklarda
yürürken arkasından gelen kedi sesiyle işkillenir. Arkasında birinin onu takip
ettiğini anlayarak yüksek sesle onu taciz etmeye kalkışan Holly’nin dikkatinden
kaçan bir nokta vardır. Bir kedi tarafından ayakkabısı yalanan bu takipçinin
usta bir dedektif tarafından Harry olacağı tahmin edilebilir. Zira filmin
başlarında bizim ile birlikte Holly da Harry’nin bir kedisinin olduğunu ve onun
Harry dışında kimseye asla yüz vermediğini öğrenmiştir. Ama Holly, pek de film
noir’daki ustalıklı dedektiflerden biri değildir. Ancak seslerden rahatsız olan
mahalle sakinlerinden birinin odasının ışığını açması sonucu takipçinin yüzünün
aydınlanmasıyla Harry olduğunu görecektir. Burada sadece hikâyeyi, mekânı ve
bidolu şeyi ustalıkla kullanan Reed’in ışığı da nasıl baş döndürücü bir
meziyetle kullandığı görülür.
Peki, sahnenin yaptıkları sadece bu kadar mı? Elbette hayır.
Pencereden dışarıdaki karakterlere veryansın eden kadının Almanca
söylediklerinin altyazı çevirisi yapılmaması; Almanca anlamayan Holly ile
özdeşlik kurmamızı sağlarken, tüm film boyunca eksik olmayacak çapraşık kadraj
ile de yoldan çıkmış, ayarı bozulmuş bir döneme göndermek yapılır. Tüm bunların
hepsinden önemlisi ise yine tüm filme damgasını vuracak olan gölge meselesidir:
Tüm film boyunca Holly’i bir gölgeyi takip ederken, o gölgeyi yakalamaya
çalışırken ya da neredeyse o gölge ile tek vücut olurken görürüz. İşte bu
sahnenin en etkileyici ve aynı zamanda da en kilit noktası, bu gölgelerin
birbirini anlık da olsa yakaladığı andır. Zira Holly’nin aslında tüm film
kendisine birçok açıdan çok benzeyen Harry’i kovalarken kendi kötücül yanlarına
bir yolculuk gerçekleştirdiğini söylemek mümkün. Yine sahnede Holly’i sıyırıp
geçen araba kazası da Harry’nin geçirdiği söylenen kazanın bir benzeri değil
midir? Reed’in ışık oyunlarıyla yarattığı muhteşem gölge anları, ayak sesleri
aracılığıyla ses kullanımındaki muzipliği, kapraşık kadrajları ile kamera
kullanımındaki ustalığı, özellikle Orson Welles gibi bir yeteneği perdede daha
da devleştirmesi gibi sebeple The Third Man ve özelinde bahsettiğimiz sahne
unutulmazlar arasında yer alır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder