Filmin Belkemiği: Final
Bu yıl ödül sezonunda adının en çok zikredildiği filmlerden
biri olan Sean Baker imzalı The Florida Project, tıpkı yönetmenin daha önceki
filmi gibi toplum tarafından ötelenen, görmezden gelinen kesime kamerasını
çeviriyor. Üstelik bu kez kamerasının boyunu ise hayli aşağılara çekiyor:
Büyüklerden ziyade çocukların yaşantısına odaklanmayı tercih ediyor Baker.
Amerika’nın Florida eyaletinde Disneyland’ın hemen dibinde
adeta toplu konutu andıran ucuz motellerde yaşayan çocukların, her şeye inat
hayatı doya doya yaşamalarına ortak oluyoruz filmde. Baker ne anlatılacak belli
başlı bir mesele ne de perdeye taşıdığı karakterlerin hayatlarının öncesi ya da
sonrası ile ilgileniyor. Sadece yaşanılan anı kamerasına alan Baker’in tercihi,
oradan oraya savrulan bir rota izlemek. Bu savrulup duran maceranın finali ise
öylesine vurucu ki adeta tüm filmi toparlayan sahne oluyor.
Sevimli Bir Çete
Tüm film boyunca tek göz odada yaşamalarına, dondurma alacak
bile paralarının olmamasına, Disneyland’ a gelen paralı turistlerle sürekli
karşılaşmalarına, dağılmış ailelere mensup olmalarına rağmen hiçbir şeyi dert
edinmeden hayatın tadını çıkaran karakterler Moonee, Scooty, Dicky ve Jancey.
Özellikle filmin başkarakteri olan Moonee sayesinde gün boyu çevrede keşif
yapan, bir şekilde bedava sahip oldukları dondurmayı birlikte yalayan, arada
bazen küçük çapta bezen de boylarından büyük illegal eylemler yapan sevimli bir
çete aslında bu grup. Yeni taşınan komşunun arabasına tükürmek, kaldıkları
motelin gizlice elektrik şartelini indirmek, boş bir evde yangın çıkarmak...
Her ne kadar sınırı aştıklarını anlayıp sonunda korktukları
olsa da tüm bu yaptıklarından keyif alan bu grupta Dicky’nin taşınması ve
Scooty’nin annesi tarafından belirli sınırlar içerisine hapsedilmesi nedeniyle
Moonee ile Jancey’in arkadaşlığı baki oluyor. Hatta bu arkadaşlık birçoğumuzun
belki de hayatı boyunca yaşayamayacağı bir bağlılığa, fedakârlığa evriliyor
zamanla. Öyle ki yetimhaneye verilerek annesinden ve oldukça mutlu olduğu
yerden koparılacağını anlayan Moonee’nin kaçınca ilk aklına gelen şey Jancey
olur. Ona veda etmek ister.
Bir Gün Mutlaka…
Film boyunca hep muziplik yaparken, ağız dolusu gülerken
gördüğümüz Moonee’yi ilk ve tek defa hüngür hüngür ağlarken görürüz. Daha önce nerdeyse
hiç oyunculuk deneyimi olmayan, Baker’in keşfettiği Brooklynn Prince, adeta
değme tecrübeli oyuncuya taş çıkarırcasına yürek parçalayan bir ağlamaya şahit
eder bizleri. Tek isteği arkadaşına hoşçakal demektir aslında. Fakat Jancey,
belki de hayatının en keyifli zamanlarını geçirdiği arkadaşını öylesine
bırakamaz. O güne kadar hep Moonee’nin peşinden giden hep Moonee’nin
yönlendirmesine uyan Jancey, direksiyon başına geçerek Moonee’yi peşinden
sürükler.
Yanı başlarındaki masallar şehrine kaçan Moonee ile
Jancey’in devlet otoritesinden, aileden, kurallardan ve daha birçok şeyden
sıyrılarak koşmaları ne kadar yüreklere su serpse de yürekteki burukluğu
geçirmez. Ne de olsa varılan yer uçsuz bucaksız tarlalar değil parayla hayal
satılan sahte bir dünyadır. Sonu başı belli, sınırları çizilmiş, otoritenin her
an ensede biteceği bir yerdir. Bu nedenle karakterlerimizin ne yazık ki nihai
bir özgürlüğe henüz kavuşamadıklarını bilir buruk bir hissiyat ile veda ederiz
onlara. Baker’in Disneyland içerisinde iphone ile çektiği (izinsiz çekim olduğu
için gizlice telefon ile yapılmıştır) kısıtlı kadrajdan gördüğümüz görüntüler
de bu sahte özgürlüğün bir diğer destekleyicisi olur. Fakat her şeye rağmen bu
iki küçük kızın bir gün mutlaka özgürlüğe yelken açacaklarını biliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder