Tüm Filmin Önüne Geçen Bir Sahne
Son olarak bu yıl Cannes Film Festivali’nde prömiyerini
yapan The Square ile En İyi Film ödülünü kazanan Ruben Östlund, 2001 yılında
başladığı yönetmenlik kariyerinin şimdilik sondan bir önceki filmi ise Force
Majeure’dir. Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel ödülünün sahibi olan Force
Majeure (Turist) aile kurumunu, kadın-erkek rollerini bir defa daha tartışmaya
açar. Peki, çok defa tartışılan, sayısız kez türlü şekillerde yorumlanan bir
mevzu neden Force Majeure’de bu kadar farklı bir etki yarattı? Kuşkusuz bu
sorunun cevabı için filmin, Östlund tarafından ilmik ilmik nasıl işlendiyse tekrar
da öyle sökülmesi gerek. Lakin Östlund’un muhteşem bakış açısıyla filmin her
bir anına sirayet eden alt metni, kusursuz senaryosu, muhteşem müzikleri,
ustalıklı ses kullanımı, çarpıcı sinematografisi ve elbette nitelikli mizahı
ile göz dolduran filmin çok çok daha büyük bir meziyeti var.
Bazı filmler vardır ki bazen bir karakteri, bazen müzikleri,
bazen bir diyaloğu ile sonsuzluk biletini kazanır. İşte Force Majeure’nin de
yıllar geçse de unutulmayacak, izleyenin beynine kazınan, uzun uzun
tartışmalara zemin hazırlayan bir sahnesi vardır. Hem de ne sahne… Bu tüm
filmin önüne geçen, tüm diğer sahnelerden rol çalan, eşine benzerine belki de
daha önce uğramadığımız bu sahne sadece filmdeki kahramanların kendilerini ve
hayatlarını sorgulamalarına değil film ile tanışma onuruna erişen tüm seyircilerin
aynanın karşısına çok daha ciddi geçmesine sebep olur.
Çığın Dayanılmaz Ağırlığı
Toplumun bekasını devam ettirmek adına inşa ettikleri aile
kurumunu kuvvetlendirmek amacıyla birlikte kış tatiline çıkan çekirdek ailemiz,
tatillerinin ilk günü kayaktan sonra öğle yemeğine gider. Otelin terasında
bembeyaz karlarla kaplı dağların nefes kesici manzarasında yemeklerini tadan bu
üst-orta sınıf ailemiz, birazdan kontrollü olarak yaratılan çığın birazcık çizgiyi
aşması sonucu derin bir yara alır. Hayatların, ilişkilerin ve akla gelebilecek
daha birçok şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğu, sentetik hayatlardan birini
yaşayan bu zavallı ailemiz de kolay kolay aşamayacakları bir sınava gark
olurlar.
Üzerlerine gelen kar kütlesi karşısında önce fazlasıyla
soğukkanlı olan Thomas, gittikçe yaklaşan çığ karşısında içgüdülerinin sesine
kulak vererek ortamdan toz olmayı tercih eder. Üstelik iki çocuğunu ve eşini
arkada bırakarak. Peki, içgüdüsel olarak yapılan bu hareket gerçekten Thomas’ın
kötü bir baba ve eş olduğu anlamına gelir mi? Thomas’ı bu hareketiyle sonsuz
bir sorgulanışın içine sürükleyebilir miyiz? Elbette Östlund, hiçbir zaman bu
sorulara aydınlatıcı bir yanıt vermeyerek topu biz seyircilere atıyor. Böylece
seyirci olarak bu kısacık sahnede yaşanılanları tüm film boyunca ve filmden
sonra da beynimizi kemirene kadar sorgulamaya devam ediyoruz. Östlund’un
oldukça mesafeli bir noktadan kayda aldığı bu sahnede, karakterlerimizin yüz
ifadelerine bile tam olarak odaklanamıyor, adeta bizi de içine alıp sonsuzluğa
taşıyacakmış gibi üzerimize sürüklenen karın ihtişamı altında kalıp eziliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder