10 Eylül 2018 Pazartesi

Pokot: İnsan Olmanın Dayanılmaz Vahşeti


Polonya’dan Kopu Gelen Tüyler Ürpertici Bir Rüzgâr

Geçen yıl prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülünü kazanan ve 36. İstanbul Film Festivali’nde ülkemizde beyaz perdeye konuk olan Pokot, aynı seçkide yer alan Raw, Safari, Gorge coeur ventre, Teströl és lélekröl gibi filmlerle birlikte hayvanlara ve doğaya karşı yapılan katliamı gözler önüne sermesi açısından oldukça önemli bir misyonu yerine getirmişti. Bu hafta vizyona da giren Pokot, bu noktada diğer filmlerden daha fazla taşın altına elini sokarak her ne kadar tartışmalara gebe olsa da aykırı bir çözüm önerisi sunmaktan da geri kalmıyor.

Polonya sinemasının en değerli nüvelerinden biri olduğunu düşündüğüm Agnieszka Holland’ın şimdilik son harikası olan Pokot, aynı zamanda onun en anarşist filmlerinden de biri olma unvanını sonuna kadar hak ediyor. Andrzej Wajda, Roman Polanski, Krzysztof Kieslowski, Krzysztof Zanussi gibi Polonya sinemasını var eden ustaların yanına adını yazmakta bir an bile tereddüt etmeyeceğimiz Holland, ardı ardına çektiği Europa Europa (1990), Olivier Olivier (1992), Gizli Bahçe (The Secret Garden, 1993) gibi anında kült statüsüne erişen filmleriyle Avrupa’nın da en önemli yönetmenlerinden biridir hiç kuşkusuz. Verdiği uzun aradan sonra üslubunu daha da sertleştirerek karşımızda arzı endam eden Holland özellikle vegan, vejetaryen izleyicilerin gönlünü kazanmayı fazlasıyla başarıyor.

Polonyalı yazar Olga Tokarczuk’un Prowadz swoj plug przez koscı umarlych (Ölülerin Kemikleri Üzerinde Gezinenler) adlı eserinden senaryolaştırılan film, Polonya’nın doğanın kucağında yer alan bir sınır şehrinde geçen hayli tekinsiz, sert bir kara film aslında. Zira filmin tanıtımlarında Polonya’nın Fargosu denilmesi boşa değil. Filmin geçtiği yerler adeta Coen kardeşlerin başyapıtı Fargo’daki gibi adaletin ulaşamayacağı kadar uzak, karlı ve tekinsizlik hissi veren topraklarda geçmekte. Ulaşılabilen organlar da çoktan ırzına geçilmiş ya da zaten hiçbir zaman adaleti, dürüstlüğü içselleştirememiş halde: Belediye başkanından, Kilise’ye kadar tüm organlar hayvanları avlayarak katleden güruhun içinde yer alır. 

Şehri aşıp daha yüksek kurumlara gitmek ise hiç akla bile getirilmez. Çünkü sorun en baştan itibaren hep aynıdır zaten. Balık baştan kopmuş, insanlık sadece bir zerre olduğu evrende kendini üstün tür olduğu yalanına inandırmış ve kendi türüne karşı da olmak üzere tüm diğer türlere yönelik katliamını mubah görmekte bir sakınca görmez. İşte Pokot bu gerçeği kabullenmiş ve bundan sonrası için ne yapılabiliri sorgulatmaya geçiş yapmış bir film.

Holokost Her An Yaşamın Her Alanında

Holland, normalden uzun süresinde aslında bu yukarıda bahsettiğim durumu öncelikle bizlere özet geçmek istiyor. Bu nedenle de mecburen süresini biraz uzun tutmak durumunda kalıyor. İlk yarım saat avcılık-yasadışı avcılık, hayvanseverlik ile türcülüğün arasındaki saçmalığın altını çizmek istiyor. İlk etapta tanımaya başladığımız kahramanımız Janina Duszejko (Agnieszka Mandat-Grabka) yasadışı avcılığa sadece karşı olan bir liberal hayvansever olarak lanse ediliyor. Fakat zamanla Duszejko’ya sadece yasal yollardan elinden geleni yapmaya çalıştığını ispatlamak için böyle bir profilin ilk başta çizildiğini anlıyoruz. Zamanla karakterimiz kendini bize daha iyi tanıtarak vegan, feminist, anarşist, gözü pek bir savaşçı olduğunu gösteriyor.

Tüm bu meziyetlerinin yanında din kurumuna karşı tavrını da gördüğümüz için Duszejko’yu bir Şaman’a benzetmemek için hiçbir sebebimiz yok değil mi? Doğanın hükmüne inanan, ona saygı duyan, güçlü bir kadın denilince anaerkil toplumlarda Pagan ya da Gök Tanrı inancının lideri Şaman lider (ot içmesinden, cinselliğini özgürce yaşamasına kadar daha birçok şey Şamanlığı destekleyen etkenler) vasfına çok uygun bir kadın Duskejko. Doğanın dengesini tekrar düzene sokmak da bir nevi görevi aslında. Filmin finali de bu tez ürenden okunursa oldukça anlamlı oluyor zaten.

Film, elbette sadece peşinden oldukça koşturduğumuz Duskejko ile tanıştırmıyor sadece bizleri: Toplum tarafından pek de kabul görmeyen ve sürekli modern toplum tarafından belirlenmiş çizgilerin dışına itelenen dört karakter daha çıkıyor karşımıza. Epilepsi hastası olan ve asosyal, şiir sevdalısı bir emniyet çalışanı Dyzio, kendi adalet savaşını vermeye Duskejko’dan önce başlamış, çocukluğu travmalarla örülü Matoga, her anlamda teslim alınmış ve çırpınmaya bile hali kalmamış bir genç kız ve doğanın katliamını Holokost’a benzetecek kadar gerçeklerin ayırtında bir biyolog olan Boros… Özellikle Matoga üzerinden hem Polonyalıların yaşadığı büyük soykırım Holokost, anılmakta hem de Boros’un yaptığı çarpıcı benzetme ile soykırımın her an yaşamın her alanında sürdürüldüğünün altı çiziliyor.

Doğaya, Hayvanlara ve Özgür Ruhlu Tüm Savaşçı Kadınlara…

Gelelim filmin eleştirilere maruz kalan mevzularına. Öncelikle Pokot, didaktik olmakla en çok eleştirildi. Açıkçası bu noktada eleştirilerin haklılık payı olduğunu ben de düşünüyorum. Her ne kadar vejetaryen bir hayvan hakları aktivisti olsam da meselelerin üstten, yüksek sesle edilen sözlerle anlatılamayacağını düşünürüm hep. Filmlerin ise meselelerini anlatırken konuşmaktan çok göstermesini, yola sokmaktan çok var olan yolları ifşa etmesini, bir düşünceye bağlatmaktan çok sorgulatmasını tercih ederim.

Bu anlamda Pokot ile aynı festivalde gösterilen Safari ve Gorge coeur ventre daha anlamlı yapımlar bana kalırsa. Lakin filmin bu seçtiği yol üzerinden bize sadece bir doğa ve hayvan özgürlüğü adına film izletmekten çok daha öteye gittiğini, yer verdiği seri cinayetlerle (burada hem hayvanları hem ağaçları hem de insanları kastetmekteyim elbette) yarattığı karanlık, kasvetli yapısıyla, özenle yerleştirdiği naif esprileriyle bir kara komediyi başarıyla kotardığını söylemek gerek.

Nitelikli bir kitaptan, özenle senaryolaştırılan, usta bir yönetmenin gözünden perdeye yansıyan Pokot, özellikle görüntü yönetimiyle harika bir işi başarıyor. Doğanın uçsuz bucaksız ortamını ve en önemlisi filmin yapısına uyum sağlayacak gerilimli, tekinsiz yapısını görüntüleriyle bize ulaştırması takdir edilesi bir meziyet. Ayrıca her biri ayrı bir yaşlı kurt olan filmin en önemli üç oyuncusunun başarısı karşısında şapka çıkarmak gerek. Peki, böylesine bir filmde müzik kullanımı nasıldı diye soracak olursak yanıt ne olur? 

Pokot, filmin dâhil olduğu türü besleyecek nitelikte bazı anlar çok da ön plana çıkacak müzikleriyle bu konuda da sınıftan geçmeyi başarırken bu meziyetini kamera kullanımı ve kadraj seçimleriyle de destekleyerek teknik anlamda eleştiri yapacağımız hiçbir açık kapı bırakmıyor bizlere. Öyleyse özgür ve güçlü bir kadının omuzlarında yükselen doğanın bekçisi olan ve bu uğurda elinden geleni ardına koymayan tüm Duskejkolara selam olsun diyerek sözlerime son vermek isterim. Umarım izler ve sorgularsınız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder