Polonya’dan Kopu Gelen Tüyler Ürpertici Bir Rüzgâr
Geçen yıl prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’nde
Gümüş Ayı ödülünü kazanan ve 36. İstanbul Film Festivali’nde ülkemizde beyaz
perdeye konuk olan Pokot, aynı seçkide yer alan Raw, Safari, Gorge coeur ventre,
Teströl és lélekröl gibi filmlerle birlikte hayvanlara ve doğaya karşı yapılan
katliamı gözler önüne sermesi açısından oldukça önemli bir misyonu yerine
getirmişti. Bu hafta vizyona da giren Pokot, bu noktada diğer filmlerden daha
fazla taşın altına elini sokarak her ne kadar tartışmalara gebe olsa da aykırı
bir çözüm önerisi sunmaktan da geri kalmıyor.
Polonya sinemasının en değerli nüvelerinden biri olduğunu
düşündüğüm Agnieszka Holland’ın şimdilik son harikası olan Pokot, aynı zamanda
onun en anarşist filmlerinden de biri olma unvanını sonuna kadar hak ediyor. Andrzej
Wajda, Roman Polanski, Krzysztof Kieslowski, Krzysztof Zanussi gibi Polonya
sinemasını var eden ustaların yanına adını yazmakta bir an bile tereddüt
etmeyeceğimiz Holland, ardı ardına çektiği Europa Europa (1990), Olivier
Olivier (1992), Gizli Bahçe (The Secret Garden, 1993) gibi anında kült
statüsüne erişen filmleriyle Avrupa’nın da en önemli yönetmenlerinden biridir
hiç kuşkusuz. Verdiği uzun aradan sonra üslubunu daha da sertleştirerek
karşımızda arzı endam eden Holland özellikle vegan, vejetaryen izleyicilerin
gönlünü kazanmayı fazlasıyla başarıyor.
Polonyalı yazar Olga Tokarczuk’un Prowadz swoj plug przez
koscı umarlych (Ölülerin Kemikleri Üzerinde Gezinenler) adlı eserinden
senaryolaştırılan film, Polonya’nın doğanın kucağında yer alan bir sınır
şehrinde geçen hayli tekinsiz, sert bir kara film aslında. Zira filmin
tanıtımlarında Polonya’nın Fargosu denilmesi boşa değil. Filmin geçtiği yerler
adeta Coen kardeşlerin başyapıtı Fargo’daki gibi adaletin ulaşamayacağı kadar
uzak, karlı ve tekinsizlik hissi veren topraklarda geçmekte. Ulaşılabilen
organlar da çoktan ırzına geçilmiş ya da zaten hiçbir zaman adaleti, dürüstlüğü
içselleştirememiş halde: Belediye başkanından, Kilise’ye kadar tüm organlar
hayvanları avlayarak katleden güruhun içinde yer alır.
Şehri aşıp daha yüksek kurumlara gitmek ise hiç akla bile
getirilmez. Çünkü sorun en baştan itibaren hep aynıdır zaten. Balık baştan kopmuş,
insanlık sadece bir zerre olduğu evrende kendini üstün tür olduğu yalanına
inandırmış ve kendi türüne karşı da olmak üzere tüm diğer türlere yönelik
katliamını mubah görmekte bir sakınca görmez. İşte Pokot bu gerçeği kabullenmiş
ve bundan sonrası için ne yapılabiliri sorgulatmaya geçiş yapmış bir film.
Holokost Her An Yaşamın Her Alanında
Holland, normalden uzun süresinde aslında bu yukarıda
bahsettiğim durumu öncelikle bizlere özet geçmek istiyor. Bu nedenle de
mecburen süresini biraz uzun tutmak durumunda kalıyor. İlk yarım saat
avcılık-yasadışı avcılık, hayvanseverlik ile türcülüğün arasındaki saçmalığın
altını çizmek istiyor. İlk etapta tanımaya başladığımız kahramanımız Janina
Duszejko (Agnieszka Mandat-Grabka) yasadışı avcılığa sadece karşı olan bir
liberal hayvansever olarak lanse ediliyor. Fakat zamanla Duszejko’ya sadece
yasal yollardan elinden geleni yapmaya çalıştığını ispatlamak için böyle bir
profilin ilk başta çizildiğini anlıyoruz. Zamanla karakterimiz kendini bize
daha iyi tanıtarak vegan, feminist, anarşist, gözü pek bir savaşçı olduğunu
gösteriyor.
Tüm bu meziyetlerinin yanında din kurumuna karşı tavrını da
gördüğümüz için Duszejko’yu bir Şaman’a benzetmemek için hiçbir sebebimiz yok
değil mi? Doğanın hükmüne inanan, ona saygı duyan, güçlü bir kadın denilince
anaerkil toplumlarda Pagan ya da Gök Tanrı inancının lideri Şaman lider (ot
içmesinden, cinselliğini özgürce yaşamasına kadar daha birçok şey Şamanlığı
destekleyen etkenler) vasfına çok uygun bir kadın Duskejko. Doğanın dengesini
tekrar düzene sokmak da bir nevi görevi aslında. Filmin finali de bu tez
ürenden okunursa oldukça anlamlı oluyor zaten.
Film, elbette sadece peşinden oldukça koşturduğumuz Duskejko
ile tanıştırmıyor sadece bizleri: Toplum tarafından pek de kabul görmeyen ve sürekli
modern toplum tarafından belirlenmiş çizgilerin dışına itelenen dört karakter
daha çıkıyor karşımıza. Epilepsi hastası olan ve asosyal, şiir sevdalısı bir
emniyet çalışanı Dyzio, kendi adalet savaşını vermeye Duskejko’dan önce
başlamış, çocukluğu travmalarla örülü Matoga, her anlamda teslim alınmış ve
çırpınmaya bile hali kalmamış bir genç kız ve doğanın katliamını Holokost’a
benzetecek kadar gerçeklerin ayırtında bir biyolog olan Boros… Özellikle Matoga
üzerinden hem Polonyalıların yaşadığı büyük soykırım Holokost, anılmakta hem de
Boros’un yaptığı çarpıcı benzetme ile soykırımın her an yaşamın her alanında
sürdürüldüğünün altı çiziliyor.
Doğaya, Hayvanlara ve Özgür Ruhlu Tüm Savaşçı Kadınlara…
Gelelim filmin eleştirilere maruz kalan mevzularına. Öncelikle
Pokot, didaktik olmakla en çok eleştirildi. Açıkçası bu noktada eleştirilerin
haklılık payı olduğunu ben de düşünüyorum. Her ne kadar vejetaryen bir hayvan
hakları aktivisti olsam da meselelerin üstten, yüksek sesle edilen sözlerle
anlatılamayacağını düşünürüm hep. Filmlerin ise meselelerini anlatırken
konuşmaktan çok göstermesini, yola sokmaktan çok var olan yolları ifşa
etmesini, bir düşünceye bağlatmaktan çok sorgulatmasını tercih ederim.
Bu anlamda Pokot ile aynı festivalde gösterilen Safari ve Gorge
coeur ventre daha anlamlı yapımlar bana kalırsa. Lakin filmin bu seçtiği yol
üzerinden bize sadece bir doğa ve hayvan özgürlüğü adına film izletmekten çok
daha öteye gittiğini, yer verdiği seri cinayetlerle (burada hem hayvanları hem ağaçları
hem de insanları kastetmekteyim elbette) yarattığı karanlık, kasvetli
yapısıyla, özenle yerleştirdiği naif esprileriyle bir kara komediyi başarıyla
kotardığını söylemek gerek.
Nitelikli bir kitaptan, özenle senaryolaştırılan, usta bir
yönetmenin gözünden perdeye yansıyan Pokot, özellikle görüntü yönetimiyle
harika bir işi başarıyor. Doğanın uçsuz bucaksız ortamını ve en önemlisi filmin
yapısına uyum sağlayacak gerilimli, tekinsiz yapısını görüntüleriyle bize
ulaştırması takdir edilesi bir meziyet. Ayrıca her biri ayrı bir yaşlı kurt
olan filmin en önemli üç oyuncusunun başarısı karşısında şapka çıkarmak gerek.
Peki, böylesine bir filmde müzik kullanımı nasıldı diye soracak olursak yanıt
ne olur?
Pokot, filmin dâhil olduğu türü besleyecek nitelikte bazı
anlar çok da ön plana çıkacak müzikleriyle bu konuda da sınıftan geçmeyi
başarırken bu meziyetini kamera kullanımı ve kadraj seçimleriyle de
destekleyerek teknik anlamda eleştiri yapacağımız hiçbir açık kapı bırakmıyor
bizlere. Öyleyse özgür ve güçlü bir kadının omuzlarında yükselen doğanın bekçisi
olan ve bu uğurda elinden geleni ardına koymayan tüm Duskejkolara selam olsun
diyerek sözlerime son vermek isterim. Umarım izler ve sorgularsınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder