Film, En Vurucu Anını En Başta Yapıyor
John Krasinski’nin ilk yönetmenlik deneyimi olan A Quite
Place, post apocalyptic bir evrende geçen bir korku filmi. Bu post apocalyptic
evrende tehdit unsuru olan gözleri görmeyen, avını keskin duyma yeteneği ile
algılayan yaratıklardır. Nereden geldiklerini bilmediğimiz bu yaratıkların
dünyayı da ne hale getirdiklerini bilmeyiz. Yani film ne geçmiş ile ilgili ne
de Abbott ailesinin yaşadığı kulübe ve çevresi dışında şu anda neler olup
bittiği hakkında bir bilgi verir. Krasinski, sadece şu ana ve sadece mikro
ölçekte insanlığı temsil eden Abbott ailesine odaklanmamızı ister. Tüm bunların
yanında sese duyarlı yaratıklardan korunmak için karakterlerimizin sessiz
olması gerektiğini de unutmayalım. Zaten filmin en özgün yanı da bu olur.
Korkuyla çığlık atmayan, tedirginlik içerisinde
fısıldaşmayan, acısı nedeniyle hüngür hüngür ağlamayan karakterler var
karşımızda. Duygularını ya mimikleriyle ya sessizce yanaklarından süzülen
gözyaşlarıyla ya da işaret diliyle anlatmak zorundalar. İşaret dili filmde
büyük çocuğun duyma engelli olmasından dolayı da zaten kullanılan bir iletişim
şekli. Tabii tüm bunlar filmi izledikçe şahit olup öğreneceğimiz şeyler.
Bunların hiçbirini bilmeden izlemeye başlanılan A Quite Place, prolog
sahnesiyle seyirciyi afallatan, tabiri caizse şok etkisi yaratan anlara ortak
eder. Prolog sahnesi filmin en unutulmaz anlarına ev sahipliği yapar desek hiç
abartmış olmayız hatta.
Oyun Oynamanın Büyük Bedeli
Talan edilmiş bir süpermarkette büyük bir sessizlik
içerisinde rafların arasında dolaşarak ihtiyaçlarını alan Abbott ailesini
görmemiz ile başlar sahne. Anne ve babanın dışında üç çocuk olduğunu ve
çocuklardan ortanca olanın hasta olduğunu anlarız. Tabii bir de
konuşmadıklarını, hiç ses çıkarmamaya çalıştıklarını. En küçük çocuğu ise
raflardaki oyuncak arabalardan birini almaya çalışırken görürüz. Ablasının
dikkati olmasa yere düşecek bu oyuncak arabanın tüm ailenin kaderini
değiştireceği elbette tahmin edilmez pek. Pillerle çalışan ve ses çıkaran bu
oyuncak arabayı yanlarına almalarının mümkün olmadığını ona anlatan babası
arabayı orada bırakması gerektiğini söyler. Fakat ablasının piller olmadan
almasına izin vermesi ile kafası karışan ufaklık, pilleri de herkesin görmez
yanından almakta bir sakınca görmez. Bir çocuk olarak en büyük ihtiyacı olan
oyun oynama isteği ne yazık ki yaşadıkları evrende ölümün karşılığı olur.
Çıplak ayaklarla tek sıra halinde yürüyen ailenin en sonunda
bulunan çocuk, pilleri takarak arabayı çalıştırır ve büyük bir keyifle anın
tadını çıkarmaya başlar. Bu anlardan sonra sesi duyan babanın can havliyle
oğluna doğru koşması, annenin acısını haykırmamak için elleriyle ağzını
kenetlemesi, büyük çocuğun hiçbir şey duyamadığı için ne olduğunu anlamayan
şaşkın bakışları gelir perdeye. Ve ne yazık ki oldukça hızlı hareket eden
yaratıktan kurtulamayan çocuk ile ondan daha çok belki de üzüldüğümüz çocuğunu
kurtaramayan babanın yüz ifadesi kalır geride. Adeta parmaklarının ucunda olan
evladını çekip alamayan baba, film boyunca bir daha asla böyle bir şeye izin
vermeyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder