Büyüleyici Bir Final
Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro’nun bu yıl Akademi
tarafından on üç dalda Oscar’a aday gösterilen ve bu ödüllerden En İyi Film, En
İyi Yönetmen ve En İyi Müzik dallarında ödülü kucaklayan filmi The Shape of Water,
masalsı bir aşk hikâyesi anlatıyor. Del Toro’nun tüm filmografisine sirayet
eden masalsı hikâyeleri, soğuk savaş döneminin kasvetli, korkutucu dünyasının
içerisine doğan umut oluyor adeta. Amazonlardan getirilen bir su yaratığı ile
konuşma engelli Elisa (Sally Hawkins) arasında doğan yakınlaşma kısa sürede büyük
bir aşka dönüşüyor. Bir devlet tesisinde temizlik görevlisi olarak çalışan
Elisa, burada karşılaştığı insansı yaratığa aslında görür görmez vuruluyor.
Zamanla aralarındaki iletişimi geliştiren ikili birbirlerine adeta
tutuluyorlar. Lakin her aşk hikâyesinde olduğu gibi önlerinde birçok tabu,
engel ve ön yargı olduğu için onları zorlu bir süreç karşılıyor. Fakat aradaki
derin tutku, tüm engelleri aşarak tıpkı masallarda olduğu gibi mutlu sona
ulaşıyor. Hem de büyüleyici bir final sahnesi ile.
Elisa sahip olduğu yegâne arkadaşları Giles ve Zelda ile
birlikte sevdiğini esaretten kurtararak, ait olduğu yere uğrulamak üzeredir.
Fakat henüz film tüm kozlarını oynamamıştır. Son anda filmin antagonisti olan
Richard (Michael Shannon) gelir ve bu iki sevdalıyı da kurşunlarıyla alt etmeye
çalışır. Hatta filmin mutsuz son ile final yaptığını düşünmeye başlarız. Bu
erken final sahnesi oldukça alışılagelen bir vedaya sahne oluyordur: Âşıklar el
ele tutuşarak son nefeslerini verirler. Fakat o da ne? Kendini tekrar
yenileyerek yaralarını iyileştiren Amfibi Adam (Doug Jones), Elisa’yı da
kucaklayarak asıl yaşam alanına, suya geri döner.
Tersine Evrim
Suyun içerisine giren Elisa, tıpkı Pamuk Prenses masalında
olduğu gibi bir öpücükle hayata dönüp nefes almaya başlar. Tabii bu nefes alış
artık insan anatomisinde olduğu gibi değil de sudaki canlıların yaptığı gibi
solungaçlardan gerçekleşir. Elisa’nın boynundaki belli belirsiz izler gerçek
birer solungaca dönüşür. Zaten filmi izlerken Elisa’nın çocukken su kenarında
bulunduğunu öğrenmiş olduğumuz için şaşırmayız. Aksine film boyunca del Toro
tarafından eteğimize bırakılan birçok taş, yerli yerine oturur. Elisa nasıl
aşkına hayat verip onu yaşam alanına kavuşturduysa o da Elisa’ya hayat verir. Filmin
orijinal isminin anlamında olduğu gibi Elisa, suyun şeklini hemencecik alarak
yepyeni bir hayata kulaç atar.
The Shape of Water’daki aşk hikâyesi sadece cinsiyet
ikilemini ortadan kaldırmakla kalmayıp aşkın sadece insanların arasında
yaşanabileceği algısını da ters yüz eder. Üstelik cazip olanı insanların
yaşadığı hayat olarak da göstermez. Yine bir başka masal ile ilgili parantez
açacak olursak; akıllara Kurbağa Prens masalı gelir. Masalda prenses, kurbağayı
öpünce kurbağa prense dönüşür ve insanlar âleminde mutlu mesut yaşanırdı.
Filmimizde ise del Toro, sadece sinema anlamında genel geçer kodları alt üst
etmekle kalmayıp masallar âlemini de yapı bozuma uğratır. Bu kez insan diğer
yaşamı seçer. İnsanın peşinden değil de diğerinin peşinden gidilir. Aşkın ne
cinsiyet ne dil ne renk ne de tür tanımayacağını yarattığı büyüleyici
dünyasında anlatan The Shape of Water, finalde Elisa’ya aldırdığı derin nefesi
aslında tüm insanlığa aldırmak ister. Derin bir nefes alarak algılarınızı,
genel geçer yargılarınızı, alışkanlıklarınızı bir gözden geçirip hayatınıza
farklı bir kapı aralamaya ne dersiniz der gibidir. Alexandre Desplat’in
muhteşem müziklerinden Underwater Kiss’in sahnede oynadığı rolü de es geçmemek
gerek. Böylesi bir final sahnesine çok yakışan piano tınıları akıllardan
çıkacak gibi değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder