Sinemanın Son Dönem Derdi: Mültecilik
Finlandiya sineması denilince kuşkusuz ilk akla gelen isim Aki
Kaurismäki olur. Yine yönetmen olan abisi ile başladığı sinema serüveninde
birçok eser vermiş, başyapıtlara imza atmış, Cannes Film Festivali ve Berlinale
gibi mühim festivallerden ödüllerle dönmüş, deli dolu, kabına sığmaz bir adam
olan Kaurismäki, Le Havre ile başladığı yeni üçlemesini Toivon tuolla puolen
(Umudun Öteki Yüzü) ile devam ettiriyor. Mülteci üçlemesinin ikinci ayağı olan
bu film, tıpkı Le Havre gibi ödüllerle başladı yolculuğuna. Berlinale’den En
İyi Yönetmen ödülüyle dönen Kaurismäki, yine sinemasına hayran bırakıyor.
Üçlemeler üzerinden sinemasını büyüten Kaurismäki, bugüne
kadar tamamladığı (işçi, Leningrad kovboyları, Finlandiya) üçlemelerinin
ardından Le Havre ile başladığı Liman Kenti üçlemesine Umudun Öteki Yüzü ile
devam eder ama üçlemenin ismini değiştirir: Mülteci üçlemesi. Peki, neden Kaurismäki,
böyle bir isim değişikliğine gider. Le Havre’den sonra araya giren altı yıllık
süreçte dünyada çok önemli gelişmeler olur, Kaurismäki gibi duyarlı bir
yönetmen de elindeki en önemli silah olan kamerasını o yüze çevirmeyi bir borç
bilir. 2011’de başlayan savaş ve buna bağlı olarak yaşanılan savaştan kaçış,
her daim dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanılan mülteci krizinin tekrar odağa
alınmasına sebep olur.
Sanatın her dalında
başlayan bu etkileşim son dönem özellikle sinemanın da ilgisine mazhar olmuşa
benzer. Zira 2016 yapımı İtalyan belgesel filmi Fuocoammare, 2017 yapımı Macar
filmi Jupiter Holdja yakın zamandan ilk akla gelen, mülteci krizine parmak
basan filmlerden. Başta Avrupa ve Amerikan’ın duyarsızlığı devam ettikçe
kanayan bir yara olmaya devam edecek mülteci krizi son olarak Umudun Öteki
Yüzü’nde derdini anlatmaya devam ediyor. Elbette bu dert anlatış, tıpkı
yukarıda ismini zikrettiğimiz filmler gibi sıradan dramatik bir hikâye ile
yansımıyor perdeye. Umudun Öteki Yüzü, yer yer Kaurismäki evreninde geçen bir
devlet taşlaması yer yer de kara mizaha dönüşebiliyor.
Avrupa Filmin Kötü Karakteri
Halepli Khaled (Sherwan Haji) kız kardeşi ile birlikte tüm
ailesinin cenazesini kaldırmış, acılı bir savaş mağdurudur. Avrupa’ya kaçarken
kız kardeşini de kaybeden Khaled’in tek amacı onu tekrar bulmak olur. Tesadüf
eseri yolu Finlandiya’ya düşen karakterimiz hem sığınma talep eder hem de
kardeşini bulma çabalarına ara vermeden devam eder. Üstelik bu süreçte yolu
Finlandiyalı güzel insanlarla da buluşup onlarla birlikte bir yol arkadaşlığına
tutuşur. Fakat her şeyin çok güzel olabileceği bu süreçte Avrupa Birliği üyesi,
refah ve eğitim seviyesinin oldukça yüksek olduğu ülkelerden biri olan
Finlandiya’nın devlet kurumları adeta filmin antagonisti olur.
Kaurismäki, meseleyi didaktik bir yerden ya da dramatizasyon
üzerinden nemalanarak ele almamayı tercih ediyor. Filmografisinde zaten
böylesine bir film anlayışını barındırmayan Kaurismäki, tıpkı Le Havre’de de
olduğu gibi mülteci meselesi gibi kanayan bir yarayı perdeye yansıtırken ölüm,
şiddet gibi olgulardan özellikle kaçınıyor. Filmdeki vahşeti seyrettiğimiz tek
sahnede ise televizyondan izlediğimiz gerçek savaş görüntüleri oluyor. Bu savaş
görüntülerinden çok daha etkili olan sahne ise Khaled’in başından geçenleri
Finlandiya devletinin sorumlularından birine anlatması oluyor.
Kaurismäki, gibi ülkesiyle fazlasıyla arası bozuk olan bir
yönetmenin elbette her filminde olduğu gibi sistemi, devlet kurumlarını nasıl
yerden yere vurduğuna bizzat şahit oluyoruz filmi izlerken. Bir yandan
fazlasıyla anlayışlı gözüken ama savaşın hunharca devam ettiği topraklara
sığınmacıları tekrar göndererek bir nevi ölüme davetiye veren, az sayıdaki
mülteciyi bile takip edemeyerek kaçmalarını engelleyemeyen, sahte belge çıkarmanın
oldukça basit bir iş olduğu Finlandiya devlet yapısı çoktan batışını ilan
etmiştir.
“Umut olmadığı zaman
artık kötümserliğinde bir anlamı yoktur.”
Kaurismäki
Kaurismäki, diyaloglar üzerinden de ülkesini hedef tahtası
yapmaktan geri durmaz ayrıca. Genelde pek fazla diyalog kullanmayan hatta
kullandığı zaman da işlevsiz olmasını tercih eden yönetmenimiz Umudun Öteki
Yüzü’ndeki birkaç sahnede bu alışkanlığından feragat ederek biz seyircilerin
üzerine düşünmesini istediği birkaç muhteşem diyalog sunar. Bunlardan biri
kendine yine ülkesinde kalarak yeni bir hayat çizmeye çalışan Wikström (Sakari
Kuosmanen) ile aslında refah seviyesi çok daha düşük olan yoksulluğun kol
gezdiği bir ülkeye giderek mutlu olmayı planlayan arkadaşı arasında geçer. Burada
kadının hayatına renk ve hareket vermek amacıyla yaptığı seçim karşısında
Finlandiya’nın vatandaşlarını tatmin etmekten ne kadar uzak olduğuna şahit
olurken bir yandan da bu terk edilen şartları ölümüne tercih edenler gelmekte
akıllara.
Bir diğer diyalog ise çok daha çarpıcı. Iraklı mülteci,
Khaled’den çok daha tecrübelidir ve bunları Khaled ile de paylaşmak ister. Ona
Finlandiya’da kalmak istiyorsa üzgün değil aksine mutlu gözükmesi gerektiğini
salık verir. Böylelikle acı çeken ve yardıma ihtiyacı olanlar değil de tam aksi
olanlara kapılarını açan Finlandiya, Kaurismäki’nin ağır tokatlarından payına
düşeni alır. Tüm bu diyaloglar üzerinden ya da yabancılara her fırsatta
saldıran ırkçı Finliler ve devlet kararı ile icra edilen eylemler üzerinden
ülkesinin elle tutulur sağlam, tutunacak bir dalını bırakmayan Kaurismäki, bilinen
gerçekleri alaşağı eder. Aynı şekilde yardıma muhtaç, çaresiz savaş mağduru
insanları ise oldukça cool, bakımlı, kendine güvenen, başının çaresine
bakabilen bireyler olarak perdeye yansıtarak kimi desteklediğini de apaçık
ortaya koyar. Tabii ifadesiz oyunculuk konusundaki ısrarı baki kalmak şartıyla
yaratı bu durumu. Zira Kaurismäki’nin mimik ve jestlerden oluşan bir oyunculuğa
olan mesafesini bilmeyen yok.
Değindiği konu, yarattığı karakterler ile yine birçok
sinemaseverin radarına giren Kaurismäki, senaryosunu ele alış tarzıyla da
özellikle onun sinemasına aşina olanları tatmin edecek düzeyde. Tüm filmlerinde
olduğu gibi yine adeta zamansız bir film olmasını başaran Kaurismäki, retro bir
dünyanın içerisine bizleri alır hemencecik. Kurgu oyunları, kamera hareketleri
gibi teknik detaylara boğulmayan daha çok mekânlara, renklere ve müziğe bel
bağlayan Umudun Öteki Yüzü, bir kez daha insanlığımızı sorgulayacağımız,
batının ahlakını masaya yatıracağımız bir yandan da hınzırlıkları karşısında
tebessüm edeceğimiz ve en önemlisi umudu hep diri tutan nitelikli bir yapım
olarak perdede arz-ı endam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder