1)La double vie de Veronique (Veronique’nin Çifte Yaşamı) – 1991
Yönetmen: Krzysztof Kieslowski
Oyuncular: Irène Jacob, Wladyslaw Kowalski, Halina
Gryglaszewska…
La
Double vie de Véronique, birbirinin aynısı iki bebeğin annelerinin
anlattıklarını dinlerken görmemiz ile başlar. Birbirlerinden haberdar olmayan
Polonya’da yaşayan Weronika ve Fransa’daki eşi Véronique büyüyüp genç kız
olduklarında izlemeye devam ederiz onları. Yalnız, Weronika ile Véronique’in
benzerlikleri sadece fiziksel değildir. Yetenek, duygular, karakter, iş, aile
her şey ama her şey tıpkı bir elmanın diğer yarısı gibidir. Weronika’nın hayatı
ile başlayan anlatım kısa bir süre sonra hayatını yitirmesiyle tam olarak Véronique’e
döner. Véronique, Weronika’dan tamamen habersiz ama onun hayatını kaybetmesine
neden olan yanlışları yapmayarak yoluna devam eder. Bir nevi ikisinin birlikte
yaşaması mümkün olmayan bir hayatta biri diğerini yaşatmak için kendini feda
eder adeta. Zira bir anlığına Weronika’nın eşini görmesi sonucu onu kaybederiz.
İki yarım hayat, iki Veronik, sonunda tek vücut olarak devam eder diye de
düşünebiliriz hiç kuşkusuz. Véronique’in âşık olduğu bir Tanrı gibi çizilen,
kuklacı ve yazar Alexandre Fabbri filmin etkin olan tek erkeği. Alexandre,
filmin ufak bir bölümünde aslında kukla sanatı ve yazarlık yeteneğiyle
Veroniklerin hayatını, filminde özünü özetler.
Veroniklerin
birbirlerinin tamamen eşi olmalarının tam tersine iki zıt rengi (kırmızı ile
yeşil) filmine başarıyla yediren Kieślowski, yine zıtlıkların gücünü başarıyla
kullanır böylece. Kieślowski, bu tamamen kişisel, içe dönük gibi duran
hikâyesine ufak dokunuşlarla dönemin siyasi atmosferini yedirmekten de geri
durmaz her zamanki gibi. Irène Jacob’un muhteşem performansı için ise
söylenecek söz yok.
2)Ben O Değilim – 2013
Yönetmen: Tayfun Pirselimoğlu
Oyuncular: Ercan Kesal, Maryam Zarée, Rıza Akın…
Pirselimoğlu’nun şimdilik son filmi olan Ben O Değilim,
Ercan Kesal’in muhteşem oyunculuğuyla unutulmayacak bir başyapıt olmuştur.
Yönetmenin ilk filminden itibaren vazgeçemediği başka bir kimliğe geçme halini
tam olarak odağına alan film, aynı zamanda doppelgänger (çiftgezerler)
mevzusunu da kullanıyor. Nihat, bir hastanenin yemekhanesinde çalışmaktadır.
Mesai arkadaşı Ayşe ise kocasının ikizi denecek kadar benzeyen Nihat’a ilgi
gösterir. Kocası hapishanede olan Ayşe, Nihat’ı evine çağırır; kocasının
oturduğu yere oturtur onu, onun eşyalarını kullandırır, bir süre sonra tamamen
onun yerine geçirir. Nihat ise hiç itiraz etmeden bu durumu kabullenir. Peki,
Nihat’ın bu durumu kabul etmesinin sebebi nedir? Daha mutlu bir hayat? Ekonomik
yönden daha konforlu şartlar? Ama hayır. Hiçbiri değildir. Nihat, böylesine bir
işe girişirken tamamen sebepsizdir. Onun için Nihat olarak hayata devam etmekle
Necip olarak hayata devam etmek arasında pek de bir fark yoktur.
Pirselimoğlu’nun ustalık eseri olan Ben O Değilim, sinema tarihinde
az sayıda olan doppelgänger mevzusunu, muhteşem bir şekilde beyaz perdeye
taşıyan bir yapım. Aldığı ödüllerle de başarısını taçlandıran Ben O Değilim,
yerli sinemanın en değerli filmlerinden biridir hiç kuşkusuz.
3)Enemy (Düşman) – 2013
Yönetmen: Denis Villeneuve
Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Mélanie Laurent, Sarah Gadon…
José Saramago’nun, Kopyalanmış Adam (O Homem Duplicado)
romanından esinlenen Enemy, Denis Villeneuve’nin kıskanılası yönetimiyle büyük
bir başarı yakalamıştı. Villeneuve, Saramago evrenini filmine başarıyla
yedirmesine rağmen, tam olarak bir uyarlama yapmayı tercih etmemiştir. Zira doppelgänger
mevzusunun vuku bulduğu Enemy’de romandakinden farklı olarak tüm filme sirayet
eden örümcek vardır.
Jake Gyllenhaal’in kıskanılası performansı ile hayat bulan,
görüntü olarak birbirinin aynı ama karakter olarak tamamen birbirinin zıttı
olan Adam ve Anthony, gerçekten bir çift gezer midir? Yoksa her şey Adam’ın ya
da Anthony’inin kafasında olup, biten psikolojik bir vaka mıdır? Her ne kadar
filmin finali ikinci ihtimalin baskın olduğunu desteklese de Villeneuve, her
şeyi açık uçlu bırakmayı özellikle tercih ederek, bizleri bitmek bilmez
sorularla baş başa bırakmaktadır. Bir uyarlama, yönetmenlik ve oyunculuk
harikası izleyip, sonra da uzun uzun filmi tartışmak isteyenler için
kaçırılmaması gereken bir fırsat Enemy. Özellikle David Lynch evrenine tutkun
olanların beğenmemesi imkânsız.
4)The Double (Öteki) – 2013
Yönetmen: Richard Ayoade
Oyuncular: Jesse Eisenberg, Mia Wasikowska, Wallace Shawn…
Dostoyevsky’nin aynı adlı kısa romanından uyarlanan The
Double, aynı zamanda distopik bir evrene götürüyor bizleri. Dostoyevsky’nin
insan olmayı daha çok irdelemek amacıyla kaleme aldığı bu romanın, beyaz perde
ile buluşması da aynı amacı benimsiyor.
Tıpkı Enemy’deki gibi tamamen birbirine benzeyen fakat karakter olarak
zıt kişilikler vardır karşımızda. Peki, bu doppelgänger karakterler, nasıl bir
evrene bizi davet ederler? Bürokratik bir cehennem diyebileceğimiz mekân, Simon
ile James’in çalıştıkları iş yeridir aynı zamanda. Bu cehenneme James’in dâhil
olmasıyla zaten naif ve kırılgan bir kişiliği olan ve çevresi tarafından
önemsenmeyen Simon, deliliğe varacak bir sürecin içerisine sürüklenir.
Muhteşem görüntü yönetimiyle hayat bulan The Double’nin en
büyük meziyetlerinden biri mekân tercihi, her biri tek tek düşünülmüş imgeler
ve kasvetli atmosferi olsa gerek. Simon ile biz seyircileri de akıl
sınırlarından uzaklaştıran bu ayrıksı filmi özellikle Dostoyevsky hayranlarının
izlemesi gerektiğini düşündüğümü söylemeliyim.
5)Black Swan (Siyah Kuğu) – 2010
Yönetmen: Darren Aronofsky
Oyuncular: Natalie Portman, Mila Kunis, Vincent Cassel…
Darren Aronofsky’in Black Swan filmi gerçek hayat öyküsünden
alınmış kusursuz bir psikolojik gerilim. Tchaikovsky’nin Kuğu Gölü bale gösterisi etrafında dönen Nina’nın
kendini keşfediş hikâyesi. İnsanoğlunun iyi ve kötü yönleri bir arada
taşıdığına oldukça güçlü bir kanıt olan Black Swan, yarattığı atmosfer,
oyunculuklar ve dans gösterileri ile hafızalardan silinmeyecek bir yapım
kuşkusuz. En önemlisi ise Leon filmi ile performansına âşık olduğumuz küçük kız
Natalie Portman’ı, kendine hayran bırakan olağanüstü bir kadın olarak izlememiz
sanırım. Portman’ın bu eşsiz performansının o yıl hem SAG hem de Oscar
ödüllerini kucakladığını ekleyelim.
Nina’nın kendi içinde taşıdığı
iyi ve kötü ile olan savaşının kusursuz anlatımı olan Black Swan, yönetmenlik,
oyunculuk, karakter yaratımı, görüntü yönetimi ve baş döndürücü kurgusuyla tam
anlamıyla bir başyapıt.
6)Despair (Cinnet) -1978
Yönetmen: Rainer Werner Fassbinder
Oyuncular: Dirk Bogarde, Andréa Ferréol, Klaus Löwitsch…
“Yıkım, var olanın karşıtı değildir. Bu mefhum varlığını
yitirdiğinde, artık bir anlamı kalmadığında, onu ‘yok’ kılan bir gerçekliğe
kavuştuğunda bir yıkımdan söz edilebilir ancak. O zaman insanın ne icat
edeceği - işte bu heyecan vericidir.”
Rainer Werner Fassbinder’ın yukarıda söylediği sözler,
aslında bu filmine dair oldukça fazla ipucu barındırmaktadır. Despair, Nabokov’un aynı adlı romanından Fassbinder
tarafından uyarlanmış, izlemesi hayli zorlu bir filmdir. Köklerinden uzakta
Almanya’da yeni bir yaşam kurmuş Hermann Hermann adındaki burjuvanın, Nazilerin
yükselişe geçmeleriyle yavaşça altüst olan yaşamına bakış atan Despair, bu
süreci sonuna kadar devam ettirerek, Hermann’ın köşeye sıkıştığını düşündüğü
hayatından kurtulma çabalarını gözler önüne serer.
İflasın eşiğindeki fabrikası, çekici ancak görgüsüz
karısının aldatmaları gibi birçok sorun yaşayan Hermann’ın, artık bedeninden
dışarı çıkabildiğini ve kendi yaşamına dışarıdan bakabildiğini hayal etmeye
başlamasıyla ilerleyen film, Fassbinder’in burjuva ahlakını, kendi tarzıyla
yerden yere vurduğu, nevi şahsına münhasır filmlerinden biridir. İddialı olsun
ama zorlu olsun önemli değil diyenlerin filmi olan Despair, elbette herkesin
seveceği türden değildir. Lakin Fassbinder izlemeyi becerebilenler için bana
kalırsa bulunmaz bir fırsat.
7)Lost Highway (Kayıp Otoban) – 1997
David Lynch’in en çok konuşulan, adına belgeseller çekilen,
felsefecilerin üzerine kitap yazdığı, günlerce üzerine kafa patlatılan eseri
Lost Highway, bir filmden çok daha ötesi.
Aslında çok basit ve sıradan bir mevzu üzerine doğan, ama anlatım
tarzıyla büyüyen, çetrefilleşen yapımlardan bu film. Zira bir adamın cinsel
anlamda iktidarsız olduğundan dolayı karısına öfke bilemesi ve onun kendisini
aldattığını kafasında kurarak cinayete bile sebep olması tam da bir üçüncü
sayfa haberi gibi. Lakin bu mevzuyu anlatmayı tercih etmiş kişi Lynch olunca
karşımıza rüya, hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı, sembollerin havalarda
uçuştuğu, çok bilinmeyenli bir denklem çıkıyor dersek emin olun abartmış
olmayız. Bu bilinmeyenler arasında Patricia Arquette’nin hayat verdiği Renee
Madison ve Alice Wakefield karakterleridir. Renee ile Alice’in hangisinin
gerçek, hangisinin rüya, hayal olduğunu çözmeye çalıştıkça daha büyük bir
bilinmezliğin içine sürükleniriz seyirci olarak.
Muhteşem müzikleri, bitmek bilmez otobanları, olağanüstü
oyunculukları ve incelikli kurgusuyla bir başyapıt Lost Highway. Keşfedilmeyi
bekleyen büyük bir bilmece diyebileceğimiz yapıtı, şayet çözümlerseniz
yaşayacağınız tatmin duygusunun tarifi mümkün değil.
8)Vertigo (Ölüm Korkusu) – 1958
Yönetmen: Alfred Hitchcock
Oyuncular: James Stewart, Kim Novak, Barbara Bel Geddes…
Usta yönetmen Alfred Hitchcock’un başyapıtlarından biri olan
Vertigo “D’entre les morts” isimli romandan sinemaya uyarlanmıştır. Hitchcock
bu filminde, gerilim, melodram, korku ve dedektif filmi öğelerini buluşturur.
Vertigo’da, onun hayatını kurtarmak isterken çatıdan düşerek ölen polis
memurunun ölümünden kendini sorumlu tutan ve yükseklik korkusu nükseden
dedektif Scottie Ferguson’un (James Stewart) hikâyesini izliyoruz. Scottie,
işini bıraktıktan sonra eşinden şüphelenen arkadaşı için dedektiflik yapmaya
başlar. Gizemli eşi Madeleine’yi (Kim Novak) takip etmeye başlayan Scottie,
kendini çözülmesi zor olayların içinde bulur ve psikolojik olarak oldukça
sancılı bir döneme girer. Lakin filmin, seyirciyi kendine en çok bağlayan
anları Madelenie ile Judy karakterleri arasındaki benzerlik ve gizem olur. Kim
Novak’ın hayat verdiği bu iki karakter arasındaki benzerlik, bir süre sonra
Scottie’nin çabalarıyla birbirinden ayırt edilemeyecek hale gelir.
Sinema tarihinin kilometre taşlarının döşenmesine en çok
katkı sağlamış Hitchcock’un evreninde hayat bulan bu muhteşem yapımın gelmiş
geçmiş en büyük ilham kaynaklarından biri olduğunu belirtmek gerek.
9)Another Me (İçimdeki Ben) – 2013
Yönetmen: Isabel Coixet
Oyuncular: Sophie Turner, Jonathan Rhys Meyers, Claire
Forlani…
Fay'in kusursuz giden bir hayatı vardır. Fay fotoğraf
çekmeyi çok seven ve vaktinin çoğunu bu hobisine ayıran biridir aynı zamanda.
Bir gün, çektiği fotoğraflara bakarken kendine tıpatıp benzeyen birini görür. Çevresindekilere
ne kadar imkânsız gelse de Fay bu noktadan sonra biri tarafından takip edildiği
hissine kapılır. Peşindeki gölge kendine ikizi kadar benzeyen bir kişidir.
Ancak bu kadarıyla da yetinmeyecektir. Peşindeki şey Fay'in hem kişiliğini hem
de hayatını çalmaya çalışmaktadır. Huzurlu günler artık sona ermiştir. Kendini
asla hayal dahi edemeyeceği durumların içerisinde bulan Fay, bu karanlık sırrı
ortaya çıkarıp şüphe ve korkularından arınmak zorundadır.
Bir psikolojik gerilim filmi olan Another Me, gerilim ve
merakı sürekli diri tutarak, etkileyici olmayı yer yer başarmayı bilir.
10)Trouble (Gizemli Geçmiş) – 2005
Yönetmen: Harry Cleven
Oyuncular: Benoît Magimel, Natacha Régnier, Nathan Lacroix…
Yetimhanede büyüyen ve ailesini çocukken kaybettiğini
zanneden Matyas, bir gün bir telefon alır ve hayatında bildiği tüm gerçeklerin
koca bir yalan olduğunu anlar. Ailesi aslında yıllar önce ölmemiştir. Annesi
henüz birkaç gün önce ölmüş, üstelik Matyas’a miras bırakmıştır. Matyas, mirası
almak için harekete geçtiğinde kendisine adeta aynadaki yansıması kadar
benzeyen ikiz kardeşinin olduğunu da öğrenir. İşin enteresan yanı Matyas tüm
bunları hatırlayamıyordur. Matyas’ın rüyaları ve ikiz kardeşiyle olan takip
edemeyeceğimiz ilişkisi, perdede büyük bir gerilim yaratmaktadır. Hem
karakterimizin hem de biz seyircilerin anlama sınırlarını zorlayan bu çift olma
hali delilik noktasında seyretmektedir.
Fransız sinemasından çift gezer filmlere katkı bu
sürükleyici gerilim filmi Trouble ile olmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder