Perdede Yaşayan Bir Efsane
The Artist filmiyle sinema tarihine saygı duruşunda bulunan Michel
Hazanavicius, bu yaptığı biraz da hesaplı hamle ile Akademi’yi etkilemeyi
başarmış, En İyi Yönetmen ödülü ile birlikte beş ödülü birden heybesine
eklemişti. The Artist filminin her ne kadar Oscar’da bu denli ödüle boğulacak
bir film olup olmadığı tartışılsa da Hazanavicius’un umut vaat eden bir
yönetmen olabileceği düşünülmüştü. Ne de olsa daha önceki OSS 117: Le Caire,
nid d'espions ve OSS 117: Rio ne répond plus gibi ajan parodileriyle gayet
eğlenceli işlere de imza atmış bir isimdi kendisi. Fakat 2014 yapımı Çeçen
Savaşı’ndan bir kesit sunan The Search, vasatı aşamamış ve çoğunluk tarafından
hayal kırıklığı olarak görülmüştü.
İşte Hazanavicius’un böyle bir sarsılışın ardından Cannes
Film Festivali’nde prömiyerini yapan son filmi Le Redoutable’in nasıl olacağı
konusunda şüpheler hayli fazlaydı. Filmekimi sayesinde izlediğimiz film, kimin
filmi olduğundan daha çok filmde anlatılan kişi ile merak edildi. Fransız Yeni
Dalgası’nın öncülerinden, sinema tarihinin mihenk taşlarından olan Jean-Luc
Godard’ın hayatından bir kesitin perdede hayat bulması sinemaseverler için tek
başına heyecanlanmak için yeterli bir sebep ne de olsa.
87 yaşında olmasına rağmen hala üretmeye devam eden üstelik
yeni şeyler denemekten asla vazgeçmeyen, her yaptığıyla seyircisini şaşırtan,
yaşayan efsane Jean-Luc Godard elbette perdede boy göstermesi gereken bir
isimdi. Böylesine büyük bir ustanın perdede boy göstermesi için ölmesini
beklemek gereksiz bir zaman kaybıydı ne de olsa. Her yaptığıyla, her çektiği
filmle sinema tarihine yön vermiş, bir nesli peşinden sürüklemiş bir isim olan
Godard, en başta sinema tarihinin en önemli akımlarından Yeni Dalga’nın
öncülerinden olmasıyla bile kendine önemli bir kimlik kazanmış, birçok
başyapıta imza atmış bir de siyasi kimliğiyle hep ön planda olmuştur.
Fransa’da 68 yıllarında yaşanılan politik ortamdan çokça
etkilenmiş etkilenmekle kalmamış bizzat içinde bulunmuş Godard, her ne kadar bu
duruşuyla bazı kesimlere samimi gelmese de yaptıklarını azımsamak hadsizlik
olur. Zira Paris sokaklarında çatışmalar sürerken Cannes Film Festivali’nin
yapılmasına karşı çıkıp festivalin iptal edilmesinde önemli rol oynamış
isimlerden biridir en başta Godard. Hazanavicius
da böylesine bir ismin hem politik hem de duygusal olarak en yoğun olduğu
dönemine ışık tutmak istemiş.
Godard Filmi İçinde Godard
Hazanavicius, Godard’ın Anne Wiazemsky ile evli olduğu ve
ona deliler gibi âşık olduğu ama aynı zamanda da Godard’ın sürecin politik
ortamından en çok etkilendiği yılları mercek altına almakta filmde. Buradan da
anlaşılacağı gibi film, Godard’ın yönetmenlik kariyerine, sinema ile olan
ilişkisine odaklanmıyor pek. Hazanavicius, çok mantıklı bir hamle ile Yeni
Dalga’nın öncülerinden olan Godard’ın sinemasını anlatmak için bir Yeni Dalga
filmi yapmayı tercih ediyor. Böylece kısıtlı bir zaman sürecinde Godard’ın en
önemli, en çok kelam edilmesi gereken yanını filminin kendisiyle anlatarak çok
daha etkili bir şekilde hem de bire bir göstermiş oluyor.
Kameraya dönüp konuşan karakterler, Fransa bayrağının
renklerinin (mavi, kırmızı, beyaz) filmi ele geçirişi, her duvara ya da yola
yazılan yazılar, zaman zaman kesilen ya da yükselen ortam sesleri, kimi zaman
diyaloğun gereğinden fazla çıkan ortam sesi nedeniyle hiç duyulmaması, hınzır
kamera kullanımı ve daha niceleri… Hazanavicius, Godard’ın seyirciyi filmine
yabancılaştırma adına yaptığı tüm hınzırlıklarını filmine yerleştirmekten asla
çekinmiyor. Üstelik bu konuda elini korkak alıştırmadığı gibi yer yer abartmakta
da sakınca görmüyor. Üstelik Hazanavicius, adeta kırk yıllık bir Yeni Dalga
yönetmeniymişçesine başarıyla kotarıyor tüm bunları. Bir Godard filmi içinde
Godard filmi olarak tarif etmenin de mümkün olduğu Le Redoutable, Yeni
Dalga’dan bıkmayan ve nostalji hissinden haz alan seyirciyi tam anlamıyla ele
geçiriyor.
Gelelim Hazanavicius’un bir diğer meziyetine. Oyuncu
seçimindeki başarı, yine filmin en büyük artılarından hiç kuşkusuz. Ustaya
beyaz perdede hayat veren Louis Garrel, tek kelimeyle kusursuz bir oyunculuk
sergiliyor. The Dreamers filmindeki başarısı ve etkileyici görüntüsüyle
sinemaseverlerin radarına giren Fransız oyuncu, Godard’ın gençlik yıllarının
adeta bir yansıması gibi olmuş. Böylesine bir benzeyiş ve böylesine bire bir
karaktere hayat vermek pek de eşine rastlanır bir durum değil açıkçası. Aynı
şekilde Anne Wiazemsky’i canlandıran Stacy Martin’in de Garrel’den kalır yanı
olduğunu söylemek güç. Lars Von Trier’in en ayrıksı filmlerinden Nymphomaniac’daki
cesur rolüyle sinema dünyasına adım atan Martin, oyunculuk konusundaki
iddiasını bir kez daha ispat ediyor bu filmle.
Her Şeye Rağmen Perdede Godard İzlemek
Le Redoutable’nin bir dönem filmi olması sebebiyle çok da
akılda kalıcı bir etki bırakmadığını söyleyerek film ile ilgili diğer
eleştirilerimize başlayabiliriz sanırım. Zira olumlu yanları kadar seyirci
olarak en azından benim rahatsız olduğum birçok nokta da vardı elbette. Örneğin
Godard’ın tüm film boyuncu çevresi tarafından sevilmeyen, her zaman insanlar
tarafından rahatsız edici bulunan bir olarak lanse edilmesi fazlasıyla
abartılı. Siyasi olarak dönemin gidişatına duyarsız kalmayan ve sürekli
öğrenmeye, kendini geliştirmeye adayan birinin her daim katıldığı ortamlarda
eleştirilmesi, aşağılanması mümkün mü?
Hazanavicius’un aktardığı gibi öğrenci hareketi,
arkadaşları, meslektaşlar ve en önemlisi karısı tarafından filmdeki kadar
sıkıcı, megaloman ya da zavallı olarak mı görülmüştür? Açıkçası Hazanavicius,
bu konuda fazlasıyla haddini aşmakta. Godard’ı çoğu sahnede küçük düşürerek ne
gibi bir hesap peşine düştüğünü anlamaya çalışmak imkânsız.
En başta Godard’ın kendisi tarafından onaylanmayan bir senaryoya
sahip Le Redoutable’nin, eksikleri ile meziyetleri terazinin kefelerinde
neredeyse birbirini dengeliyor. Lakin gereğinden fazla abartılan mizah duygusu,
ustaya saygısızlık sınırında bir noktaya kadar vardırıyor işi kimi zaman. Bu da
ustaya gönülden bağlı ben ve benim gibi birçok seyirciden eksi not almak için
geçerli bir sebep. Yine de filmi sonuna kadar izleme isteği asla eksilmiyor.
Özellikle birkaç sahnenin ise defalarca izlenilse de verdiği zevkin azalmayacağını
gönül rahatlığıyla garanti edebilirim. Son tahlilde eksileri ve artılarıyla
perdede bir Godard izlemek büyük bir zevkti her şeye rağmen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder