Sancılı Bir Büyüme Hikâyesi
Luca Guadagnino, Io sono l'amore ve A Bigger Splash ile üzerimizde
yarattığı intibayı son filmi Call Me By Your Name ile daha da yükseğe,
ulaşılmaz bir noktaya taşıdı. Aşk, kaçamak, arzu, keşfediş gibi birçok kavramın
en saf haliyle vücut bulduğu Guadagnino sineması bu kez tüm bunların çok daha
mükemmel bir buluşmasını gerçekleştiriyor. En basit haliyle Elio ile Oliver’ın
birbirine âşık olması ve kısa bir süreliğine ilişki yaşaması olarak
okunabilecek film, elbette çok daha fazlası. Kimine göre bir aşk hikâyesi
kimine göre bir LGBTİ filmi kimine göre de bir İtalya güzellemesi olarak kabul
edilebilecek Call Me By Your Name, aslında sancılı bir büyüme hikâyesi.
Başkarakter Elio’nun hem kendini keşfettiği hem de kuşkusuz hayatının aşkı ile
tanıştığı süreci perdeye yansıtan Guadagnino, özellikle final sahnesiyle çoğu
izleyicinin gözyaşlarını tutamamasına neden oluyor.
Her bir anıyla seyircinin aklını baştan alma potansiyeline
sahip filmin, seyirci olarak özdeşlik kurduğumuz Elio’ya yaşattıkları saymakla
bitmez: İlk aşk, ilk deneyim, arzularınla ilk tanışma, ilk tutku ve daha
niceleri… Peki, ilk acı? Elio’nun birkaç ayla sınırlı bu sürecinde tüm kalp
çarpıntısına, heyecanına dayanabiliriz de hayatı boyunca yaşadığı ilk gerçek
anlamda acısına dayanmak pek de mümkün değildir. Bir an bile peşini
bırakmadığımız Elio’nun hayatının en önemli süreçlerine beraber tanıklık
ederken onu elbette acı gününde bırakıp gitmek mümkün olmaz. Elio,
delilercesine âşık olduğu Oliver’in evlenmek üzere olduğunu öğrendikten sonra
acısını yaşamak için şöminenin başına oturur.
Son Kez Sevmek…
Mevsim yazdan çoktan kışa dönmüş ve dışarıda kar yağmaktadır.
Hüznün, inzivanın, kasvetin mevsiminde vurur Elio’yu hayatının en acımasız silahı.
Aşk acısını birçok yaşıtından daha ağır yaşamak biçilmiştir ona ne de olsa.
Zira tarifi mümkünsüz bir aşka tutulduysan acısı da o denli tarifi mümkünsüz
olur değil mi? Oliver’ını kaybettiğini anlayan Elio, gözyaşlarını sessizce için
için akıtır. Ne de olsa çırpınmanın bir anlamı olmadığını bilir. Şöminede yanan
ateş, Elio’nun içinde yanan ateşin bir yansımasıdır sadece. Elio, “Söylemek mi
daha iyi yoksa ölmek mi?” ikileminde söylemeyi tercih eder ama yine de ölmekle
eş değer bir acıyı yaşamaktan kurtulamaz.
Bu anlarda Guadagnino, kamerayı Yasujiro Ozu’nun tatami (yer
minderi) açısında tutarak Elio ile tam olarak aynı açıda olmamızı ister. Ortam
sesi olarak şöminede yanan odunların cızırtısı baskınken arka fonda çalmaya
başlayan müzik, egemenliği eline almakta geç kalmaz. Sufjan Stevens’ın muhteşem
Visions Of Gideon adlı parçası, Elio’nun duygularının da tercümanı olur adeta:
Son kez dokunmak, son kez öpmek, son kez sevmek… Son kez… Bu anlarda
Guadagnino, Elio ile seyirci olarak kurduğumuz katharsisi kırmak için Elio’nun
yanından jeneriği akıtır. Ama ne fayda… Ne akan jenerik ne de Elio’nun
arkasında yemek masasını hazırlayanların gelip geçişleri ile hayatın tüm
acısına rağmen devam ettiğinin altının çizilmesi Elio ile birlikte akıtılan
gözyaşına engel olamaz. Seyircinin jenerikte koltuğu mıh gibi çivilendiği başka
kaç tane film vardır açıkçası merak etmemek elde değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder