1)Wake in Fright ( Korkuyla Uyan) – 1971
Yönetmen: Ted Kotcheff
Avustralyalı yazar Kenneth Cook’un aynı adlı romanından
uyarlanan Wake in Fright, aşırı şiddet sahneleri nedeniyle sansürlenmiş,
yıllarca aslına ulaşılamamış kısacası büyük badireler atlatmış, gelmiş geçmiş
en dehşetli filmlerden biridir. Kült mertebesinin, alnının teriyle en üst
basamaklarında kendine yer bulan bu film, modern hayata eli kolu bağlı olan insanın
çıkışsızlığını, beyaz insanın istila ettiği topraklarda yaptığı katliamların
dayanılması güç çarpıcılığına bizi ortak ediyor. Noel tatili sebebiyle
öğretmenlik yaptığı taşradan Sidney’e gidecek olan John’un aktarma durağı
olarak kullandığı – bir nevi sırat köprüsü olarak da düşünülebilir- Yabba’dan
çıkamayışı filme Kafkaeks bir hava katıyor. Zira Sidney’e ulaşmaya çalışan
fakat Yabba’nın içinde sıkışıp kalan John’u, Franz Kafka’nın romanı Şato’daki
K.’dan pek de farkı yok. Üstelik filmde John, bu girdaptan kurtulamadığı gibi
içindeki şeytanın da uyanmasına maruz kalır. Şehre gelen öğretmen, halkı
aydınlatıp, dönüştüremediği gibi kendi de o potada erir, en karanlık yanlarının
uyanmasına engel olamaz. Hatta John, ilk olarak kıyafetlerinden, silahından
değil de kitaplarından (kültüründen) vazgeçer.
Gelmiş geçmiş en dayanılmaz sahneleri bünyesinde taşıyan
Wake in Fright, özellikle kangurulara yapılan katliam görüntüleri (gerçek
görüntü) nedeniyle insan türünün rezilliğini gözler önüne seren, çok güçlü bir
belge aynı zamanda. Sömürgeci beyaz insanın gerçek yüzünün dehşet verici
portresi olan filmin iç bulandırıcı yeşil renkten, tekinsiz kamera
kullanımından da asla vazgeçmeyerek, sarsıcılığını sağlamlaştırdığını da
söylemek gerek.
2) Safari – 2017
Yönetmen: Ulric Seidl
Ulric Seidl’in beyaz insanın sömürgeci, faşist ve katliamcı
yanını gözler önüne serdiği Safari, oldukça çarpıcı bir belgesel. Avusturya’dan Afrika’ya av sporu adı altında
hayvan katletmeye giden katil insanlığı perdeye yansıtan Seidl, izlerken
kanımızı donduracak sahnelerle bizleri buluşturmaktan kaçınmıyor asla. Bir
anlık zevk uğruna hayvanları katleden insan müsseddelerinin aynı zamanda
yaptıklarını güzelledikleri konuşmalar adeta katliamın yapıldığı ve cesetlerin
parçalandığı sahneler kadar insanın kanını donduracak cinsten.
Tam anlamıyla hayvan türüne karşı bir faşizm söz konusu
oluyor ne yazık ki. Beyaz insan ile katledilen hayvanlar arasındaki bu
münasebete siyah insanın da dâhil olmasıyla sadece şekil değiştiren fakat aynen
devam eden sömürgeciliğin de altı çizilmiş olan belgesel, eğer hayvan düşmanı,
faşist ya da sömürgeci değilseniz alt-üst edecek cinsten.
3) Gorge coeur ventre (Sakatat) – 2016
Yönetmen: Maud Alpi
Maud Alpi’nin ilk uzun metrajı olan Sakatat, hayvanlara
yapılan sistemli katliamı perdeye aktaran bir film. Üstelik Alpi, bunu yaparken
kör göze parmak sokmaktan özellikle imtina ediyor. Kan ve vahşet
görüntülerindense hayvanların mezbahada katledilmeden önceki son zamanlarına,
hissettiklerine odaklanan kamera, kimi zaman korkudan ayrılan gözlere, kimi
zaman ne olduğunu anlamak için dikilen kulaklara kimi zaman da hızla atan bir
kalbe uzun uzun bakarak, ne hissettiklerini anlamamızı, empati kurmamızı
istiyor.
Hayvanların yürek parçalayan haykırışları dışında ne
diyaloglara ne de müziğe yer verilmeyen filmin, kasvetli havası, sarı rengin
hâkimiyetindeki görüntüleri ve şahit ettikleri ile seyircinin suratının
ortasına tokat gibi indiği inkâr edilemez bir gerçek. İnsan türünün hayvanlara
yaptığı katliamın oldukça çarpıcı anlatıldığı Sakatat, Tarkovski’ye selam çakan
final sahnesiyle de etkileyiciliğini ket be kat arttıran bir doküdrama.
4) Raw – 2017
Yönetmen: Julia Ducournau
Raw için, en sert büyüme hikâyelerinden biri olduğu
söylenilebilir. Üstelik bu büyüme hikâyesi vejetaryenlikten vampirliğe,
yamyamlığa kadar gidebilen bir rota izleyerek büyük bir dönüşüme ev sahipliği
yapmakta. Raw, bu dönüşüm sırasında ise kan ve vahşet görüntüleri izleterek
sadece sertliğe oynamıyor. Alt metninde insanlığın hayvanlara yaptığı katliama
dair önemli sözler barındırıyor.
Korku janrının birçok türünden beslenen, aşırılık, kan,
şiddet konusunda elini korkak alıştırmayan, en önemlisi ise güçlü bir feminist
damardan beslenen Raw, tanıştığınız için mutlu olacağınız bir armağan.
Tartışmasız yılın en iyilerinden.
5) Teströl és lélekröl (Beden ve Ruh) – 2017
Yönetmen: Ildikó Enyedi
Bir film hem dişlerinizi sıkıp, ekrana bakamayacağınız kadar
sert hem de içinizin yağlarını eritecek denli pamuk şeker tadında naif olabilir
mi? Olurmuş. Zira Macar yönetmen Ildiko Enyedi harikası, Berlin Film
Festivali'nden Altın Ayı'yı kazanan Beden ve Ruh, tüm varlığıyla tam da böyle
bir film. Hikâyesinin çoğunun bir mezbahada geçmesinden dolayı hayvan türüne
yapılan katliama tüm çıplaklığıyla şahit oluyoruz. Lakin aynı zamanda burada
çalışan iki insanın tarifi mümkünsün aşkına da aynı çıplaklıkla şahit oluyoruz.
Zira kahramanlarımızın gördükleri rüyalar bile her daim bizimle birlikte.
Zaten filmin en dingin, en baş döndürücü sahneleri de
rüyalar oluyor. Absürd komedinin sularından ayrılmayan ama yer yer tam bir
melodramın klişeliğine de sığınan, yüzümüzden gülücük ile hüznü, kahkaha ile
gözyaşını bir arada harmanlayan bir başyapıt Beden ve Ruh. Hayvanlarla
insanları birçok yönden aynı potada eriten filmin, bir yandan ormanda özgürce
yaşayan ceylanları bir yandan da mezbahada ırzına geçilen hayvanları perdeye
taşıması gerçekten etkileyici. Tabii anlamak isteyene…
6)Pokot (İz) – 2017
Yönetmen: Agnieszka Holland
Tek başına hayvan katliamına karşı dur demeye çalışan adeta
bir Don Kişot misali yılmadan, savaşına devam eden Janina Duszejko ile bizleri
tanıştıran Pokot, muhteşem bir gerilim sunuyor aynı zamanda bizlere.
Kahramanımız Janina, kapitalist düzenin tüm getirilerini reddetmiş, doğada
yaşayan, feminist duruşuyla takdire şayan ve en önemlisi de hayvan dostu bir
vegan olmasıyla kendine hayran bırakıyor.
Böylesi bir karakterin peşine takılmamak, yaptıklarına ve
inandıklarına sahip çıkmamak bana kalırsa imkânsız. Üstelik savaş verdiği
hayvan ve doğa düşmanlarının tek tek cezalarını bulması da Janina’nın
böylelikle ona inanan seyircinin doğru yolda olduğunun ispatı değil de nedir?
7) Hungry Hearts (Aç Kalplar) – 2014
Yönetmen: Saverio Costanzo
Hamileyken bir
medyumdan çocuğunun seçilmiş çocuk olduğunu öğrenen Mina, bunu fazlasıyla
önemser. Zira Mina, duygularıyla hareket eden, hislerine her şeyden daha çok
güvenen bir kişilik sergiler. Jude ise tam tersi yaşadığımız çağın
insanlarından; tıbbın her söylediğine gözü kapalı inanan, duygularının sesine
kulaklarını tıkamış her şeyi akıl ve mantık sınırlarında yorumlayan biri. Bir
de bu kişilik farklılıkları yetmezmiş gibi beslenme farklılıkları da üstüne
eklenir; Mina, vegandır. Bu kadar büyük farklılıklar eşler arasında
problemlerin yaşanması için yeterli bir sebepken bir de bebeğin bu zıt
kutupların arasına düşmesi çatışmayı daha da güçlendirir.
Çocuğunu vegan
besleyerek büyütmek isteyen annenin özverisi, çocuğu için yaşadığı sıkıntılar,
önyargılarını bir tarafa bırakan seyirci için fazlasıyla anlamlı. Zira hadsizce
bebeğini hayvansal ürünlerle besleyen ebeveynlerden çok daha bilinçli, fedakâr
ve hisli bir anne var karşımızda. Belki de Mina’nın yaptıklarını anlamaya
çalışıp, onu takip etmek daha mantıklıdır ne dersiniz?
8)Kosmos – 2010
Yönetmen: Reha Erdem
Her yönetmenin bir zirve noktası varsa şayet, Erdem’in ki
Kosmos’dur kuşkusuz. Yerli sinemanın önemli kilometre taşlarından olan Kosmos,
bir nevi distopik bir evrende geçiyor. Kars gibi büyüleyici atmosferiyle her
yönetmenin radarına giren şehir, Erdem’in filmine de tüm maharetini gösterecek
kadar misafirperver davranıyor. Sermet Yeşil gibi başarılı bir oyuncunun
bedeninde adeta şahlanan Kosmos karakteri, meczup bir gezgin. Kosmos, modern
insanın koyduğu ahlak kurallarını hatta ve hatta iletişim şekillerini bile
reddeden bir ermiş bir nevi. Hayvanlara hükmettikten sonra medenileştiğini
zanneden insanlığın karşısına yerleştirdiği Kosmos ile mükemmel bir çatışma
yaratan
Erdem, Kosmos üzerinden insanlığın tüm kokuşmuş
davranışlarını hedef seçiyor filmine. Yemek yeme adına hayvan ırkını
katletmelerinden tut da, hiç sorgulamadan kabul edip geldikleri ahlaki
kurallara kadar…
Filmde özdeşlik kurduğumuz Kosmos ise insanın özüne dönüşü
temsil ediyor adeta. Hayatta tek önemli olan şeyin aşk olduğuna inanan Kosmos,
aşkını bulduğunda onunla olan iletişim şekli ile kuşkusuz filmi izleyen herkesi
derinden etkilemiştir. İnsanın modernleşmeden önceki özüne saygı duruşu
niteliğindeki bu film önünde saygı ile eğilmeyi hak ediyor sanırım.
9)Noah (Nuh: Büyük Tufan) – 2014
Yönetmen: Darren Aronofsky
Darren Aronofsky’nin dini referanslardan çokça yararlandığı
fakat hepsini de kendi özgün sürecinden geçirdiği filmi olan Noah, veganlığı
yüzyıllar öncesine taşıyan bir yapım aynı zamanda. Bilinen Nuh hikâyesini
perdeye taşıyan Aronofsky, tufandan sonra yaşama devam edip, hayatı devam
ettirecek tür olarak hayvanları görüyor. Zira dünyanın yaşanamaz hale
gelmesinin tek sebebinin doğayı ve hayvanları hunharca kullanan insanlık
olduğunu her fırsatta dile getirmekten çekinmiyor film. Öyleyse yeniden
üremeyi, yaşamı devam ettirme gibi bir hakkın sahibi asla insanlık olamaz. Bu
görev artık hayvanların olmalıdır.
Et yememeyi, doğayı ve hayvanları katletmemeyi hatta ve
hatta insanlıktansa kurtarılması, hayata devam etmesine ön ayak olunacak olan
türün hayvanlar olduğunu vurgulayan, bol aksiyonlu, büyük bütçeli ama bir o
kadar da kocaman kalpli film oaln Noah’ın söyledikleri sizce de çok değerli
değil mi?
10)Fehér isten (Beyaz Tanrı) – 2014
Yönetmen: Kornél Mundruczó
Yönetmen açılış sahnesi ile başlar seyircisini rahatsız
etmeye. Son zamanlarda birçok filmde kullanılan mezbaha görüntüsüyle
insanoğlunun sırf beslenmek için yaptığı ya da ortak olduğu vahşeti en ince
ayrıntısıyla gözler önüne sererek, seyirciyi sorgulatır. Bu muhteşem sahneden
sonrada çok ara vermeden devam eder anlatmaya yönetmen. Macaristan da
uygulanmaya başlayan ırkçı yasayı, hayata olan öfkesini çocuklarına yönelten
ebeveyni, öğrencilerini anlamaya çalışmayan sadece suçlayan öğretmeni, çöpe
attığı artıkları bile hayvanlar ile paylaşmaktan aciz insanları, para kazanmak
ya da egolarını tatmin etmek için hayvanlara işkence yapan zavallıları nefes
almadan izleriz.
İzlerken de yer yer duymaya bile tahammül edemeyeceğimiz
sertlikte gerçeklere tanık olur, net bir şekilde safımızı belli ederiz. Evet, izleyici olarak artık insanlığın
varoluşundan itibaren itilip kakılmış, kötü emellerine alet edilmiş, kullanılıp
atılmış olan köpekler özelinde tüm hayvanlar için atmaya başlar kalbimiz.