Jordan Belfort, Scorsese’nin oyunlarıyla bir anti-kahramana dönüşür.
Martin Scorsese’nin 2013 yapımı harikası The Wolf of Wall
Street, gerçekten yaşanmış bir hayat hikâyesini perdeye yansıtır. Lakin
Stratton Oakmont adlı brokerage şirketiyle kısa sürede birçok kişiyi
dolandırarak çok büyük bir servete kavuşan Jordan Belfort’un kendi hayatını
anlattığı kitaptan ve bizzat kendisinin aktarımlarından yola çıkılarak çekilen
film, tahmin edeceğiniz gibi Scorsese dokunuşlarıyla bambaşka bir hale dönüşür.
Zira Jordan Belfort gibi dolandırıcı, bencil, kötü bir eş ve baba olan ve daha
saymakla bitmeyecek kötü vasıfları olan bir adamın kendini överek anlattığı
hayatı, Scorsese’nin usta yönetmenliğiyle asla özdeşlik kuramayacağımız bir
anti-kahraman hikâyesine dönüşmektedir. Scorsese yaptığı kamera hareketi,
algıları ters-düz eden kurgu oyunları, şeytanın aklına gelmeyecek metafor
kullanımları ve daha niceleriyle Leonardo DiCaprio’nun hayat verdiği Jordon
Belfort karakterini tabiri caizse yerin dibinin de dibine sokmaktan çekinmez.
Öyle ki tüm yakışıklığı ve çekiciliğine rağmen perdede arz-ı endam eden
DiCaprio bile bu durumu tersine çeviremez. Scorsese’nin Jordan Belfort’u iyice
köşeye sıkıştırdığı, tam bir zavallı konumuna soktuğu birçok sahneden bir
tanesi ise sanırım içerdiği cinselliğin de katkısıyla daha ön plana çıkmıştır.
Bir kadının iki bacak arasına hapsolmuş bir “kahraman”
Naomi’nin (Margot Robbie) sürekli aldatılmak canına tak
etmiştir. Artık bu duruma önce su ile de olsa şiddet göstererek tepkisini koyan
güzeller güzeli Naomi, bir sonraki hamle olarak seksapalitesini konuşturmayı
seçer. Zaten Scorsese’nin femme fatale karakterler yaratmak konusundaki
maharetini bilenen bir gerçek olduğu için gelecek hareketin sarsıntısının büyük
olacağını tahmin ederiz. Sarışın bir femme fatale olarak perdede boy gösteren
Naomi, kızının pembe renklerin hâkimiyetindeki odasında pembeler içerisinde
konumlanmıştır. Ayaklarında sivri topuk, muhteşem kırmızı ayakkabılar, açık
saçlar, etkileyici bir makyaj ile Naomi, adeta zırhını kuşanmış, biraz sonra
başlatacağı savaşın tüm hazırlıklarını tamamlamıştır. Unutmadan bu muharebenin
ilk anlarını başlatacak olan en önemli unsur olan bebek ise elbette Naomi’nin
kucağındadır.
Jordan, Naomi tarafından sabah gördüğü şiddetin etkisini her
zamanki gibi buhar banyosuyla atlatmış, giyinmiş ve evden çıkmadan
gerçekleştirmesi gereken rutini –karısının bin bir yalanla gönlünü almayı-
gerçekleştirmek üzere kızının odasına gelir. Bir evlilikte, özellikle çatışmalı
bir evlilikte çoğu zaman ahlaksızca kullanılan çocuk, Jordan ve Naomi
tarafından da ilk iletişimin kurulması için bir süre kullanılır. Bu anlarda
Scorsese Jordan’ı ayakta, Naomi’yi ise yerde oturarak konumlandırmıştır. Fakat
Scorsese’nin bu tercihi Jordan’ı yüceltmek ve Naomi’yi ezmek için değil birazdan
yapacağı hamlenin etkisini arttırmak için tercih edilmiştir. Zira Naomi, oldukça seksi konuşmasını
yaptıktan sonra bacaklarını aralayınca Jordan, adeta Tanrı’sının ayaklarına
kapanan biçare kulları gibi yere kapaklanacaktır. Ne de olsa Jordan, tüm
servetine, gücüne rağmen aslında uyuşturucunun, alkolün ve seksin girdabına
kapılmış, iflah olmaz bir bağımlıdır. Naomi de bu durumunu çok iyi bildiği için
onu tam da zayıf noktasından yakalar. Scorsese, bu muhteşem sahnede kamerasını
Naomi’nin sağ bacağının açıklığına konumlandırarak ara ara görüntüleri bu
açıdan bize servis eder. Jordan’ın dokunma hamlesine ise Naomi, adeta gücü ele
geçirdiği ve tanrılaştığı bu anlarda bir penis olarak da düşünebileceğimiz
topuklu ayakkabılarını Jordan’ın yaklaşan yüzünü durdurmak için kullanır. Ve
Jordan, zavallı, yenilmiş olarak tamamen yere kapaklanır. Filmin kahramanının,
bir kadının iki bacak arasına hapsedildiği bu sahne için Scorsese usantın
önünde saygıyla eğilmekten başka elden ne gelir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder