Filmin hepsine bedel, muhteşem bir sahne.
Dogma’nın kurucularından Danimarkalı Lars von Trier,
sinemasını her geçen gün daha da rahatsız edici bir noktaya taşımaya devam eden
bir yönetmen. Nihilizmi, sinemasını yaratırken kendine rehber edinen Von Trier,
Hıristiyanlık, yaradılış, evrenin sonu, kadınlar, cinsellik, şiddet ve daha
nicelerini odağına alır. Tüm bunları beyaz perde ile buluştururken de elinden
geldiği kadar seyirciyi rahatsız etmeyi adeta bir görev bilir. Tüm
filmografisinde asla tarzından şaşmayan bu ayrıksı yönetmenimiz Antichrist’de
ise çıtayı daha da yukarılara taşıyarak, tarzını benimseyen birçok seyircinin
bile ondan ve sinemasından uzaklaşmasına neden olmuştur. Zira Von Trier, sadece
seks ve şiddet ekseninde bir aşırılıkla yetinmeyip, zaten sinemasında hep var
olan kadın düşmanlığını da ayyuka çıkarmıştır. Film, hikâyesini anlatmaya
başladıktan sonra kadını şeytan olarak çizerek, akla gelebilecek tüm kötülükleri onun
omuzlarına bindirir. Lakin prolog (öndeyiş) sahnesinde, hem sinema tarihine
geçecek denli muhteşem anlara tanığızdır hem de Von Trier’in kadın karakteri
için hazırladığı misogyny tavrından henüz bihaberizdir. Böylece filmin hepsine bedel olan bu muhteşem
sahne, büyük bir hayranlıkla izlenir.
Her anı imgelerle döşenmiş bir sahne.
Antichrist’i, Von Trier’in seyirciyle girdiği bir cinsel
ilişki olarak düşünürsek, bu prolog sahnesini Von Trier’in bizleri cezp etmek
için kur yapması olarak tanımlayabiliriz. Bizlere öylesine olağanüstü
güzellikte bir sahne ile buluşturuyor ki, ona hayır demek mümkün olamıyor ne
yazık ki! Von Trier, anlatacağı hikâyenin bir özeti niteliğinde olan bu sahnede
tüm film boyunca karşımıza çıkacakların metaforlarını ya da işaretlerini
bizlerle buluşturur. Milim milim her bir anını dikkatlerden kaçmaması gereken
imgelerle döşüyor. Bardağın içerisindeki diş fırçası (vajina ve penis) ve yere
devrilen içi su dolu şişe (taşan arzular) film boyunca hiç eksik olmayacak
cinselliği, banyodaki oyuncak (üç hayvan; ceylan, tilki ve karga) ve masadaki
heykelcikler "üç dilenci"i
yani acı, yas ve umutsuzluğu, ters duran çocuk ayakkabıları şeytanı, çalışır
durumdaki makine ise her şeyin alt üst olacağını daha filmin başında haber
verir.
Hazzın doruklarından bir anda yere çakılmak…
Bu titizlikle döşenen sahneyi izlemeye başladığımızda
çiftimiz çoktan sevişmeye başlamışlardır. Duşta başladıkları sevişmeyi yatakta
devam ettiren çiftimiz, oldukça şehvetli anlara bizleri tanık ederler. Fakat
birazdan uyanarak, evde dolaşmaya başlayan çocuk, şehvetin doruklarına tırmanan
ve adeta onlarla birlikte yükselişe geçen seyircinin tüm konsantrasyonunu alt
üst eder. Hatta sadece dikkat dağıtmakla da kalmayıp, bizleri büyük bir şoka,
şaşkınlığa uğratır. Seks sahnesinin oldukça etkili bir şekilde nihayete ermesi
ile çocuğun ölümün kollarına atlayışı aynı anda gerçekleşir. Hazzın doruklarına
çıkmışken birden yere çakılmak kelimelerle tarif edilemeyecek denli ustalıklı
bir hamledir elbette. Bu sarsıcı anlar Anthoy Dod Mantle’nin elinden çıkma
siyah-beyaz muhteşem görüntüler ile görme duyumuzu, Georg Friedrich Händel’in
barok operası Rinaldo eşliğinde duyma duyumuzu esir alarak yaşadığımız
hissiyatın etkisini kat be kat arttır. Kendinizi bu görüntülerin, müziğin ve Von
Trier’in yönetmenliğine bırakarak bu sahnenin keyfini çıkarmanızı ama kısacık
bir süreliğine flulaşan anlara dikkat etmenizi tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder