Eşsiz Bir Başyapıt
Jacques Audiard’ın 2009 yapımı Un Prophète, yönetmenin bir
daha belki de yakalayamayacağı zirve noktası olur. Büyük kitleler tarafından
tanınmasını sağlayan Un Prophète, bir hapishane filmi, büyüme hikâyesi,
gangster filmi gibi birçok yakıştırmanın fazlasıyla altına doldurabilecek eşsiz
bir başyapıttır. Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nün sahibi olan film,
Malik (Tahar Rahim) adlı henüz muhtemelen yeni reşit olmuş bir adli suçlunun
hapishaneye girmesiyle başlar. Un Prophète,
öyle seyirciyi oyalama derdine düşmeden oldukça sert ve hızlı bir girişle
yürekleri ağızlara getirmekte çekingen davranmaz. Hatta Audiard, film boyunca
seyircinin yaşayacağı en sert, en şiddetli, korku dolu, kanlı ve ihanet dolu
sahneyi henüz başkahramanı tanımaya, filme adapte olmaya çalışan seyirciye
yaşatmaktan geri durmaz.
Kanların İçinden Doğan Yeni Bir Malik…
Hem Malik hem de biz seyirciler daha neredeyiz, neyiz
anlamadan elimizi, ruhumuzu kana bularız. Malik, öyle yavaştan yavaştan almaz
boyunun ölçüsünü kurtlar sofrasında. Hem Arapça bilmesi, hem henüz yaş olarak
küçük olması en önemlisi ise henüz hapishane tornasında bilenmemiş olması onu
maşa olarak kullanmak için yeterli sebeplerdir. Malik ne kadar istemese de
hapishanenin iki azılı düşman grubu olan Korsikalılar ve Araplar arasındaki güç
savaşının maşası olmaktan kurtulamaz. Ya ölmesi ya da öldürmesi gerekmektedir.
Lakin güç o kadar tepesine binmiştir ki hayatı ve kararları hakkında düşünecek
ve karar verecek fırsatı da hakkı da olmaz ne yazık ki.
Malik, kendisine an be an anlatılan planı uygulamak amacıyla
Reyep adlı Arap tutuklunun odasına doğru ilerlerken başlar sahnemiz. Malik’in
Reyep’in yanına ne amaçla gittiğini fakat asla yapması gerekenleri yapmak
istemediğini bilen biz seyircilerin yaşadığı çıkmazın tarifi mümkün değildir.
Malik’in her bakışı, her derin nefes alışı, elini kolunu koyacak yer
bulamayışı, sinirlerimizi alt üst eder adeta. Bu sırada her şeyden habersiz
Reyep anlatır durmadan. Fakat Malik’in haliyle bizim de ona kulak verecek bir
durumumuz yoktur. Zaten Audiard de kamerasının netliğine hep Malik’i koyar.
Seyircinin gözü, kulağı, hisleri hep ondadır. Malik’in de Reyeb’in de kurban
rolünde olduğu durumda bile Malik’in yaşadıkları daha trajik gelir bizlere. Tam
anlamıyla onunla özdeşlik kurarız bu sebeple. Uzun lafın kısası sonunda Malik
yapmak zorunda olduğu şeyi yapar. Fakat bu, sadece Reyeb’in değil onun da – en
azından çocuk Malik’in – infazıdır. Aslında etrafa saçılan kanlarla yıkanan
Reyeb’in cansız bedeni ile Malik’in canlı bedeni bundan sonra hiç ayrılmayacak
yeni bir Malik yaratır.
Etrafa fışkıran kanlar eşliğinde izlenilen bu asla müzikten
de nemalanmayı düşünmeyen nefes kesici sahne ile sizleri baş başa bırakıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder