Korku külliyatında her geçen gün yerini sağlamlaştıran bir başyapıt.
İtalyan b-tipi korku filmi denilince tartışmasız ilk akla gelecek
isim olan Dario Argento’nun başyapıtı olan Suspiria, Le Tre madri üçlemesinin
ilk halkası olarak diğer iki film arasından fazlasıyla sıyrılan bir yapım. Cadı
mitolojisi üzerine hikâyesini kuran, korku külliyatı içerisinde her geçen gün
yerini sağlamlaştıran Suspiria, technicolor ile çekilmiş son film olma unvanını
da gururla taşımaktadır. Kırmızı ile mavinin mükemmel şovunun büyüsüne
kapılmanın içten bile olmadığı filmin, aşırı şiddet içerdiğini söylemeye gerek
yok sanırım. Zira kanın, tabiri caizse fetiş bir öğe olarak boy gösterdiği
Suspiria’da kan ile buluştuğumuz sahnelerin haddinden fazla etkileyici, süslü,
şaşalı çekildiği inkâr edilemez bir gerçek. İkisi kadına biri de erkeğe olmak
üzere üç büyük vahşet sahnesine tanık olduğumuz filmde, henüz filme adapte
olmaya başladığımız anlarda izlediğimiz ilkinin etkisi bambaşkadır.
İlk şok!
Filmin başkarakteri Suzzy Bannion’u henüz yeni tanımış, Suzzy’nin
kıtalar aşarak eğitim görmek için geldiği okulu daha görmemiş, karakterleri
tanımamışken Argento, ilk şoku damarlarımıza zerk eder. Hatta filminin en büyük
şokunu, en kan dondurucu sahnesini yaşatır bizlere. Genelde yavaş yavaş
yükselen adrenalinin, gerilimin tersi işler Argento’nun başyapıtında böylece.
Gözlerimizin şahit olacağı, kulaklarımızın duyacağı en büyük kozunu, henüz yeni
buluştuğu seyircisine büyük bir cömertlikle sunar Suspiria’da.
Vahşetin tavan yaptığı anlar...
Suzzy’nin okula gelmesiyle aynı anda okuldan kaçan bir öğrenci
görürüz. Daha sonra bu öğrencinin arkadaşının oldukça görkemli evine
sığındığını, fakat bir şeylerden kaçan bu kadının korkusunun geçmediğini,
aksine arttığını da gözlemleriz. Zira korktuğu şeyin ensesinde olduğunu tıpkı
onun gibi biz de artık hissederiz. Argento, bu hissiyatı, yarattığı muhteşem
mizansen ile fazlasıyla başarır. Ve çok geçmeden kanımızın her zerresinde
hissettiğimiz korku ete kemiğe bürünür. Son umut çırpınan kadın ile yürek
dayanmayacak denli vahşi bir oyun oynamaya başlar, bu bir çift gözünden ve kolundan
ötesini göremediğimiz cani. Avı için en acımasız ölümlerden ölüm beğenir. Öldürmenin
birçok yöntemini ard ardına, sanki bir sahne şovu sergiler gibi gerçekleştirir.
Ne de olsa gotik tarzdaki mekân da bu hissiyatı güçlendirmekte fazlaca rol
oynar. İki kadının bir sanat eseri gibi duran ölü bedenlerini yakından
gördüğümüz an ile son bulan sahne, dehşet duygusunu körükleyen müzikleriyle de
etkisini kat be kat arttırır.
Bir erkek tarafından kadınlara uygulanan bu akıl almaz şiddet
sahnesi elbette birçok tepki almış, tartışmalara zemin hazırlamıştır. Lakin her
tartışma filmin hızla kültleşip, başucu filmi olmasının önüne geçememiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder