Tüm hayatına tanık olan mekâna mıhlanan bir karakter, Clara.
Aquarius, bugüne kadar izlediğimiz ne çocukluktan
yetişkinliğe geçişi simgeleyen büyüme hikâyelerine, ne orta yaş bunalımı yaşayan
yetişkinlerin bu dönemi aşmasına, ne de hayatının son evresinde mutluluğun,
özgürlüğün tadını çıkaran bir ihtiyarın röveşatasına benzemektedir. Zira tüm bu
hikâyeler, gitmek, yaşadığın toprakları,
evini terk etmek, var olan işini, alışkanlıklarını değiştirmek, fiziki
görünüşünü, tarzını baştan yaratmak üzerine kuruludur. Lakin Aquarius’de
karşımıza çıkan Clara, bu saydıklarımız ile taban tabana zıt düşen, bilinen
kodları yıkarak, beklenilenlerin tersine bir yol izleyerek seyirciye tatmini
yaşatan bir karakter. Clara, gitmiyor, değişmiyor, yenilenmiyor, baştan
yaratılmıyor. Clara tam da olduğu gibi, olduğu yerden devam ediyor. Hatta ve
hatta olduğu yeri sağlamlaştırıp, tüm hayatına tanık olan mekânda mıhlanıyor.
Üst-orta sınıfa mensup Clara, rahat içerisinde yaşamış,
entelektüel, mücadeleci bir ailede büyümüştür. Genç yaşta kansere yakalanmış
fakat güçlü iradesi ile bu lanetin üstesinden, hafif bir zayiat alarak gelmiş
bir kadın. Toplumda çok da değer görmeyen, ender mesleklerden birine; müzik
eleştirmenliğine gönlünü kaptırmış, mesleğinin uğruna çocukları ile uzun
ayrılıklar yaşamak zorunda kalmıştır. Doğduğu ev, büyüdüğü, hastalıkları
atlattığı, evlendiği, çocuk sahibi olduğu, kısacası tüm hayatının geçtiği yer
olmuştur. Bu ev aynı zamanda geçmişinin de; çok sevdiği halasının ya da artık
hatıralarda kalan ebeveynlerinin, evlerinde geçmişte yaşamış yardımcıların ve
daha nicelerinin de varlıklarıyla hissedildikleri bir yerdir.
Clara, köklerini, sahip olduklarını bırakmaz asla.
Clara, böylesine hayatında öneme sahip olan mekân ile ete
kemiğe bürünmüş, bir vücut, bir akıl olmuştur adeta. Devasal yapıların arasında
kalan, bu oyunbozan yapı, masmavi rengi ile tam da bir akvaryumu
simgelemektedir. Hani kocaman, gösterişli, içerisinde güçlü motorların,
aydınlatmaların olduğu, birçok balığın bir arada, bir hengâme içerisinde
yaşadığı akvaryumların arasında kalmış, minicik ve içerisinde tek bir balığı
olan bir fanus olur ya, hah işte Clara’nın evi orasıdır. Zaten binanın ismi de
Aquarius’dur. Bu durumda bu fanusundan ayrılmamakta direnen Clara da bir
balıktır.
Bu yönüyle Andrea Arnold’un Fish Tank’ini hatırlamak gerek.
İngiltere’nin varoşlarında yaşayan ve büyüme sancıları çeken Mia, yine filmde
bir akvaryumun içerisinde yaşayan balık olarak resmedilmişti. Fakat Mia,
yaşadığı habitattan yani akvaryumundan kurtulmak isteyen, bu uğurda çocukluğunu
öldüren, adeta akvaryumun camına kafasını vura vura kaçan, uzaklara, özürlüğe
yelken açan bir karakterdi. Mia, bir yere bağlı kalamayan, aitlik duygusunu,
bağlanışları, geçmişi çok da içselleştiremeyenlerdendi. Yüzünü daima bilinmeze
çeviren, hep keşfetmeye adapte olmuşlardandı o. Clara ise Mia’nın tersine
akvaryumunda hep çok mutlu olmuş, asla gitmeyi düşünmemiş ve yıllar geçtikçe
daha da oraya kök salmış, bağlanmış biri.
Clara, tüm bu özelliklerinin getirisi olarak aynı zamanda
bir toplayıcı, koleksiyonerdir. Çok sevdiği plakları, kitapları, fotoğrafları
ve nesilden nesile aktarılan bir miras değerindeki eşyalarıyla istese de yer
değiştirmeye müsait değildir zaten. Anılarını bırakmayı göze alsa da metalardan
ayrılamaz ya da onları taşıyamaz. Tam da bu açıdan akıllara Michael Haneke’nin Der Siebente Kontinent’i gelmeli. Zira
Haneke’nin bu başyapıtında yine akvaryum içerisindeki balıklar olarak temsil
edilen çekirdek aile, akvaryum dışına firar etmeden önce tüm mal ve para
varlıklarını hunharca parçalamışlardır. Yani yine Clara ile taban tabana zıt
karakterler vardır karşımızda. Ne akvaryumuna ne de akvaryum içerisinde sahip
olduklarına bağlıdırlar. Ama Clara, tüm bu karakterlerin ve nicelerinin tersine
toprağına, evine, sahip olduğu anılardan tut da eşyalara kadar her şeye büyük
bir bağlılık duymaktadır.
Ruhunu kapitalist şeytana satan Brezilya…
Peki, bu alegori içerisinde alegori taşıyan filme, daha
geniş çerçeveden bakacak olursak yani akvaryumu temsil eden yapıdan Brezilya’nın
değişen, ruhunu kapitalist şeytana satan, vahşileşen, vahşileştikçe de
uçurumları derinleştiren sisteme başkaldıran küçük bir azınlık, bu yapının
sakini Clara ise eski ile yeninin, modern ile gelenekselin arasında bir köprü
görevindedir. Zira Clara, yeri geldiğinde kendi jenerasyonu ile de genç nesil
ile de çok güzel ilişkiler kurar. Yerine göre çok sevdiği müziği plaktan da
dinlediği gibi dijital ortamdan da dinler. Eski arkadaşlarına, eşyalarına
bağlıyken yeni arkadaşlıklara, işlevsel olan, gerekli tüm yeniliklere de kapısı
açıktır.
Tüm bu ustalıkla döşenmiş, derinlikli karakter nedeniyle evini tüm
baskılara rağmen boşaltmayan Clara’yı asla kör bir inatla geçmişe tutunan,
sadece artık geçmişte yaşayan, yüzünü yeniliklere, geleceğe dönmeyen biri
olarak göremeyiz. Ya da Clara, başka evi, parası vs gibi bir gücü olamadığı
için de değil eve bu kadar bağlanışı. Zira Clara’nın birçok gayrimenkulü ve
parası hali hazırda vardır. Filmin en büyük ters köşelerinden biri de temelinde
Brezilya’daki inşaat sektörünün, emlak anlayışının ve şehirleşmenin
zavallılığını, hadsizliğini anlatırken, başkarakter olarak alt sınıftan birini
değil de üst sınıftan birini tercih etmesi oluyor.
Sınıflar ve nesiller arası bilinen kodları yıkan bir film.
Aquarius, kentsel dönüşüm problemini anlatırken sınıf
meselesine de değinen ama odağındaki karakteri üst sınıftan seçerek bilinen
kodları yıkarken yeni nesil ile eski nesli arasında da bıçak sırtı bir ayrıma
gitmiyor. Clara’nın çocukları ya da emlak şirketinin genç varisi üzerinden,
tüketime odaklanmış, paragöz yeni nesli işaret ediyor belki ama Clara’nın
yeğeni üzerinden daha umut vaat eden bir geleceğin olduğunun da altını
çizmekten geri kalmıyor film. Ayrıca gözü dönmüş emlak şirketinin başındaki
diğer kişinin eski nesli temsil ettiğini de unutmayalım. Tüm bunları göz önünde
bulundurarak filmin siyah ya da beyaz olmayıp aksine gri bir tonda derdini
anlattığını pekâlâ söyleyebiliriz.
Kleber Mendonça Filho’nun O Som ao Redor’dan sonraki bu
ikinci uzun metrajı, Sonia Braga’nın kıskanılası oyunculuğuyla adeta dudak
uçuklatıyor. Brezilya’nın kanayan yarasına, klişe anlatımlar üzerinden değil de
alışılagelmiş olanı yıkarak perdeye aktaran Aquarius, yine yakınlardan Şili'li
yönetmen Sebastián Lelio'nun Gloria’sı kadar güçlü bir kadın karakteri de
sinema tarihine kazandırıyor. Aquarius’un geçtiği Boa Viagem plajının eski hali
ile yeni halinin fotoğraflarına bakarak kahrolacağınız bir gerçeği, sakin
sakin, incelikle anlatan Aquarius, kuşkusuz örneğine az rastlanacak bir nüve. O yüzden bu nüveyi perdede izleme şansını
kaçırmayın derim. Üstelik Clara sayesinde dinleyeceğiniz eşsiz müzikler de
cabası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder