Bazı filmler
vardır, yönetmeni ile değil de daha çok başrolündeki oyuncu ile anılırlar. İşte
Maggie’s Plan’ı bana kalırsa bunlardan biri. Frances Ha ile büyük bir çıkış
yakalayan, gönlümüzün şapşal kızı olan Greta Gerwig, bu filmden sonra tabiri
caizse soluk bile almadan kamera önlerinde birbirinden sevilen karakterlere
hayat vermekte. Son olarak İstanbul Film Festivali’nde görücüye çıkan Maggie’s
Plan’ı da bunlardan sonuncusu. Genelde vasat filmlere imza atan Rebecca Miller,
son filminde Greta Gerwig ve Julianne Moore gibi iki başarılı kadını arkasına
alarak yükünü epey hafifleştiriyor. Tam da bu hatunların filmografilerindeki
çizgilerine uygun düşecek aykırı bir hikâye de üstüne tam oturuyor.
Her ne kadar erkek
oyuncularımızın da etkin olduğu filmin, bir kadın filmi olduğu gerçeği inkâr
edilemez. Hayatı ile ilgili titizlikle düşündüğü planları olan Maggie, kusursuz
başladığı yolda planlanmayan nedenlerden ötürü çıkmaz yola giriyor. Bir çocuk
sahibi olmak için arkadaş vesilesiyle hiç tanımadığı Guy(Travis Fimmel)isimli birinden
sperm alması sırasında evli ve iki çocuk babası olan John(Ethan Hawke) ile
tanışması işleri adeta kördüğüm yapmaya yetiyor. Tam da yalnız ama
istediklerini elde eden kadın rolünü oynarken birden âşık kadın rolüne
alelacele girmesi tıpkı onun gibi biz seyircileri de hazırlıksız yakalıyor.
Fakat evlendikten bir süre sonra aklı başına gelen Maggie’nin öyle bir planı
vardır ki… Tüm film boyunca Maggie’nin, John’un eski karısı Georgette ile
güçlerini birleştirerek bu düğümü çözmeye çalışmaları oldukça renkli, farklı ve
elbette sevimli. Zira Greta varsa sevimlilik kendiliğinden gelen bir etken olsa
gerek.
Bir kadın
yönetmenin elinden çıktığı her halinden belli olan film, alt metninde erkeklere
adeta nanik yapıyor dersek yanlış olmaz sanırım. Yanlış anlaşılmasın erkek
düşmanı bir film değil tabii ki. Lakin kendisi de evli olan(hem de Daniel Day
Lewis ile) Miller, çok iyi tanıdığı erkeklerin zaaflarını, beceriksizliklerini
ve iş bilememezliklerini o kadar naiflikle eleştiriyor ki, hayran olmamak elde
değil. Birçok kadının izlerken hah işte hep böylesiniz zaten, her zaman
söküklerinizi biz dikelim değil mi dememeleri içten bile değil. John
karakterini sinemanın çok sevdiği, yazma sıkıntısı çeken yazar olarak çizen
Miller, gerçekten çok sinir bozucu bir hayat arkadaşı çıkarmış ortaya. Her
haliyle bir çocuk gibi ebeveyne(eşe) ihtiyaç duyan John da erkeklerin büyük bir
çoğunluğu kendilerini görebilirler.
Filmin diğer en
büyük artısı ise kadınların her koşulda birbirine destek olarak, yaralarını
sarmaları. Hayatı kontrolü dışında raydan çıkan makinistimiz Maggie de uzun
süredir rotasını başkalarının çizmesine engel olamayan pilotumuz Georgette de artık
iyice çığrından çıkan hayatlarını yoluna koymak istiyorlar. Ve bu uğurda düşman
görmeleri gerektiği birbirleriyle-belki de toplumun bilinçaltımıza işlediği bir
safsatadır bu sadece- girdikleri ortaklık tek kelime ile müthiş. Bu deli
saçması görünen ortaklığın ve tüm yaşanılanların arasında kalmış, büyüklerden çılgınlık
konusunda eksik kalmayan çocukları da unutmayalım.
Film, yarattığı
atmosfer, sürekli bik bik gevezelik yapan karakterleri, genel geçer ahlak
kurallarına nanik yapan yapısıyla ve en önemlisi kendini iyi hisset dedirten
yapısıyla akla usta Woddy Allen’i getirmekte geç kalmıyor. Filmi izlerken bir
süre sonra Allen’in her an bir yerlerden sahneye fırlayacağını düşünmeyen
yoktur sanırım. Her ne kadar hınzır yönetmenimiz karşımıza çıkmasa da onun
hissiyatını bile almamız biz seyircilere yetiyor hiç kuşkusuz.
Özellikle hikâye ve
karakter yaratımındaki başarılarıyla hatırlanacak Maggie’s Plan’ı çok büyük
beklentiler ile izlenilmezse oldukça keyif alınacak bir seyirlik. Ne dersiniz
Maggie ve Georgette gibi iki çatlak kadını tanımak istemez misiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder