Yalnızlık hakkında bir güzelleme.
Nicolas Pesce’in kariyerinin bu ilk adımı, açıkçası değme
usta yönetmenleri kıskandıracak bir yapım. Francisca’nın (Kika Magalhaes ) çocukluğundan başlayan
film, önce annesini sonra da babasını kaybetmesiyle ilerler. Son olarak
Francisca’nın bir şekilde anne olmasıyla da devam eder. Lakin biz, Francisca’yı
ilk tanıdığımızda başından geçen büyük dehşet, her ne kadar onu çok etkilememiş
gibi görünse de onda devam edecek derin çatlamayı başlatır.
Üç epizod şeklinde planlanan filmdeki her bir süreç,
Francisca’nın yalnızlığa karşı savaşmasıyla geçmektedir temelde. Zira
Francisca’nın tek istemediği ve en çok korktuğu şey yalnız kalmaktır. Bu
yalnızlık korkusu da filmin, oldukça ürkütücü, tekinsiz, rahatsız edici bir
noktaya ulaşmasını tetikler sürekli. Oyuncağı bile olmayan Francisca’nın
elindeki tek şey annesi ölmeden önce ona öğrettiği cerrahi aletler ve tek
arkadaşı olarak gördüğü Charlie’dir. Hiç olmayan arkadaşı ve oyuncağı yerine
koyduğu Charlie’ye Francisca’nın yaptıkları hem dehşet verici hem de oldukça
çocukçadır. Zira hangi çocuk oyuncaklarını kırmadan, parçalamadan oynar değil
mi?
Türler arası mükemmel bir lezzet…
Birçok türe selam
çakan The Eyes of My Mother, daha çok slasher olarak nitelendireceğimiz türe
sırtını yaslamakta ama onun yanında dram dozunu da yalnızlık duygusu üzerinden
palazlamakta sakınca görmemektedir. Hitchcockvari bir gerilim olarak da
niteleyebileceğimiz bu siyah-beyaz film özellikle de kendine Hitchcock’un
Psycho’sunu rehber edindiğini anlamak güç değil. Zira her an ortaya çıkan bıçak
imgesi bile tek başına yeterli bir sebep. Tüm bunların yanında hala filmlere
çok fazla sirayet etmemiş olan nekrofili bile filmin tümüne olmasa da bir
kesitine arsızca kaçak giriş yapmaktan çekinmiyor. İşkence, nekrofili,
siyah-beyaz görüntü, Hitchcockvari gerilim, inceden bir dram ve belki biraz da
western… Oldukça sinefil olduğu
gözlerden kaçmayan, bu çiçeği burnunda yönetmen Pesce, sevdiği her bir şeyi
aynı sepete koymak istiyor ve şaşırtıcı bir şekilde de bunu layığıyla
başarıyor. Türler arası, mükemmel bir lezzet çıkarıyor ortaya.
Tek mekân ve zamansızlık birbirini destekliyor.
Şehir hayatından, böylece biraz da modern yaşamdan uzak bir
hayat yaşayan Francisca’nın yaşadığı ev, uçsuz bucaksız bir arazide
konumlanmıştır. Bu da tüm korku-gerilim filmlerinin ne de olsa ortak paydasıdır
değil mi? Lakin filmimiz neredeyse bu ev ya da en fazla çevresindeki araziden
dışarı çıkmayarak adeta tüm süresini tek mekâna hapsetmeyi tercih ediyor. Bu
aynı mekâna hapsolmamızı, zamansız bir film olması da destekliyor. Zira
siyah-beyaz olan filmin eski model bir televizyon dışında teknolojik ürünlere
ve buna bağlı olarak zamana dair pek de bir işareti bulunmamaktadır.
Birçok yönetmeni ve onların başyapıtlarını kendine örnek
almaktan geri durmayan Pences’in en büyük esin kaynağının Hitchcock ustanın
Psycho’su olduğunu söylemiştik. Buna David Lynch’in tüm filmografisini de
eklemekte sakınca görmüyorum. Lakin Psycho ve Lynch filmografisi ile biçim
olarak büyük benzerlikler taşıyan filmin senaryo olarak akıllara Roman
Polanski’nin başyapıtlarından Repulsion’u getirdiğini söylemem gerek. Neredeyse
tek mekânda, yalnızlığıyla mücadele eden ve bu süreçte kendisini bir koza gibi
sardığını düşündüğü evine yolu düşenlere karşı tavrı ile inanılmaz akrabalıklar
taşıyor The Eyes of My Mother. Carol ile Francisca belki de sinema tarihinin en
masum ama aynı zamanda da en vahşi, en sorunlu ama aynı zamanda da en net
kahramanları sayılabilirler.
Kika Magalhaes’ın performansı şapka çıkarılası derecede etkileyici.
Pesce’nin filminde her bir ayrıntıyı incelikle düşündüğünün
bir diğer kanıtı ise kulağa fazlasıyla alışılageldik İngilizce yerine yer yer
gerilim dozunu daha da arttırmak için Portekizce’ye ver vermesi olsa gerek.
Francisca’nın yine annesinden öğrendiği bu ikinci dil, özellikle kilit
sahnelerde ortaya çıkarak, üzerine düşen etkiyi fazlasıyla yaratıyor. Müzikleri,
kostümleri, mekân tercihi ve mekânın döşenmesine kadar her bir ayrıntının asla
es geçilmediği filmin, en büyük başarılarından biri de elbet Kika Magalhaes’ın
karşısında şapka çıkarılası performansı olduğuna kimsenin itirazı olmaz diye
düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder