Büyük Karar
Michael Haneke’nin ‘’Buzlaşma’’ ya da ‘’Kent’’ üçlemesinin ilk
filmi olan Der Siebente Kontinent filmi, yönetmenin sonraki filmlerinde de
temel alacağı gibi küçük burjuvaların hayatına odaklanır. Üst orta sınıf
çocuklu bir aileyi, sistemin dişlileri tarafından sıkıştırılmış hayatlarını
yaşarken izlemeye başladığımız film, ailenin çaresizliğini anlayıp bu duruma
kendilerince doğru olduğuna inandıkları yöntemle son vermelerini anlatır. Tam
da sistemin onlara dikte ettirdiği gibi nesnelere bağımlı, yemek yemek ve tv
izlemekle harcanan zamanları yaşayan, kapitalist sistemin iyi bir neferi nasıl
olunacağını öğrenen ve uygulayan, paylaşım ve bağlılık kavramlarından tamamen
uzaklaşmış bir kent soylusu aile vardır karşımızda. Hiçbir şekilde katharsis
oluşturamayacağımız mekanik insanlar olan üç karakter tıpkı yaşadıkları hayatta
olduğu gibi pek konuşmadan ve duygulanmadan radikal bir karar alır ve yine
mekanik bir şekilde bu kararı uygularlar. İşte bu kararı uygulamadan önceki
hazırlık sahnesi oldukça çarpıcıdır.
Yaşadıkları hayatın anlamsızlığını anlayıp, kurtuluş olarak bu
hayattan kendi iradeleriyle göçmeye karar verir ailemiz. Tüm yakınlarına tatile
gideceklerini söyleyip, eve kapanmışlardır. Zira kararlarını uygulamadan önce
kölesi oldukları tüm nesnelerden intikamlarını almak istiyorlardır. Ne de olsa
onları bu hayatı, ruhsuzca yaşamalarına sebep olan, eşyaları, paraları vs
hepsini de kendileriyle birlikte sonsuzluğa çekmek istiyorlardır. Bu amaçla
uzun bir yıkım süreci karşımızda arz-ı endam eder.
Yıkım
Karakterlerimiz, ellerine geçirdikleri baltalarla eşyaları kırıp,
parçalamaya başlarlar. Lakin bu süreç içerisinde en etkileyici olanı öncelikle
akvaryumun kırılmasıdır. Zira Haneke, akvaryumu yaşanılan hayatın bir
alegorisi, balıkları da ailemizdeki bireylerin metaforu olarak kurgulamıştır.
Akvaryum balıkların özgürlüğünü kısıtlayan bir sınırdır. Lakin akvaryum
kırıldığında balıkların özgürlüklerine kavuşmalarıyla birlikte yaşamları da son
bulur. İşte ailemizdeki bireyler de köleleştikleri hayata veda edince
özgürleşeceklerdir. Lakin bu özgürlük onların yaşamlarının da sonudur. Haneke,
filmin en kritik, can alıcı anlarının bir öncülünü yaratmıştır böylece. Bu
etkileyici sahnenin hemen ardındansa insanlığın en büyük belası paraya gelir sıra.
Bu en intikam alınası nesne ise karakterlerimiz tarafından yollanabilecek en
kötü yere; klozetten tabiri caizse pisliğin dibine uğurlanır. Haneke’nin mermer
gibi tarzıyla hayat filmdeki bu unutulmaz sahnedeki her an biz seyircilerin
kafasına inen bir tokat etkisi yaratacak kadar soğuk ve serttir. Haneke, bu
yıkım işlemi bitene kadar bizi buzdağının tepesinde, en vahşi tanıklığa ortak
eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder