1) We Need to Talk About Kevin (Kevin Hakkında Konuşmalıyız) - 2011
Yönetmen: Lynne Ramsay
We Need to Talk About Kevin, bugüne kadar yapılmış en
başarılı, en sert sorunlu ebeveyn ile çocuk ilişkisi filmi. Çocuk sahibi olmaya
kendini hazır hissetmeyen Eva’nın (Tilda Swinton) istemeyerek doğurduğu ve
büyüttüğü Kevin, onun cehennemi olur, hiç abartısız. Annesinin sevgisizliğini
her daim hisseden ve buna karşı gardını almakla kalmayan, ona savaş açan Kevin,
Eva ile kedinin fare ile uğraştığı gibi uğraşır. Film, bir insanın nasıl iyi
bir birey ya da nasıl cani, sapık olacağını soran, fakat bu sorunun yanıtını
vermeyerek, seyirciye bırakan adeta bir tez konusu.
Yarattığı olağanüstü gerilimi, tedirgin edici atmosferi,
muhteşem oyunculukları, çapraşık kurgusu ve elbette sordurduğu sorularla
meziyetlerini saymakla bitiremeyeceğimiz bir yapım We Need to Talk About Kevin.
Eğer yeteri kadar kendinizi güçlü hissediyorsanız izleyin derim. Zira
sinirleriniz fazlasıyla yıpranabilir.
2)American Beauty (Amerikan Güzeli) – 1999
Yönetmen: Sam Mendes
American Beauty, listemizdeki filmler içerisinde iki farklı
sorunlu ilişkiye odaklanan yapım. Lester ile kızı Jane ve Colonel ile oğlu
Ricky arasındaki gerilimli, nefret dolu, riyakâr ilişkiler… Jane, kendisiyle
gerçek anlamda hiçbir paylaşım yapmayan, onu anlamaya çalışmayan ve en önemlisi
arkadaşlarına bile asılan babasından tabiri caizse tek kelime ile nefret
ediyor. Ricky ise hayata karşı olan tüm yenilgilerinin, öfkesinin acısını
oğlunun üzerine kurduğu faşist düzenle almaya çalışan babasından hiç haz
etmiyor. Zaten bu iki gencin kaderdaşlığı onları birbirine çekerek, duygusal
bir yakınlaşmanın yaşanmasına sebep oluyor tahmin edileceği üzere. Gerçekten de
sinema tarihinin görüp, görebileceği en olumsuz baba tiplemeleri olarak
karşımıza çıkan Lester ve Colonel, Jane’nin sürekli hakaret dolu karşılıklarına
da Ricky’nin gizliden çevirdiği işleri de hak ediyorlar.
Unutulmaz bir başyapıt olan American Beauty, Oscar da dâhil
olmak üzere kazandığı sayısız ödülle başarısını taçlandırmayı bilenlerden. Hâlâ
izlemeyenlere şiddetle tavsiye edilir.
3) J'ai tué ma mère (Annemi Öldürdüm) – 2009
Yönetmen Xavier Dolan
Şimdilerde genç yaşta imza attığı birçok başarısı ile
sinemanın dahi çocuğu diye anılan Dolan’ın henüz on dokuz yaşındayken çektiği bu
film, tek kelimeyle kıskanılası bir yapım. Zira o yaşta değme ustaların elinden
çıkmışçasına özenle yaratılmış kaç film var ki? Sonraki filmlerinde de sanata,
estetiğe ne kadar önem verdiğini ortaya koyan Dolan, on dokuz yaşına kadar
içinde biriktirdiği tüm marifetini bir nevi ortaya koyar bu filmle. Büyük
oranda kendisinden izler taşıyan, hatta otobiyografik bir film diyebileceğimiz J'ai
tué ma mère, Hubert ile annesi arasındaki pek fazla eyleme ya da söze
dökülmeyen geriliminden besleniyor. Hubert’in içten içe aslında fazlasıyla
sevdiği annesine, beğenmediği birçok ebeveyn özelliğinden dolayı duyduğu öfkesine
şahit oluyoruz.
Sevgisini kalbine gömerek, olması gerektiği gibi davranan,
olumlu bir ebeveyn portresi çoğu zaman
çizmeyen annesini yargılayan Hubert’in hikâyesi oldukça çarpıcı. Başrolünde de
Dolan’ın oynadığı bu eşsiz film kaçmaz.
4)The Tree Of Life (Hayat Ağacı) – 2011
Yöneten: Terrence Malick
Malick imzalı, belki de en deneysel film olan The Tree Of
Life, eleştirmenleri de ikiye bölen, üzerine fazlaca tartışılan bir yapım.
Jack’in, (Sean Penn) babası M. O’Brien
(Brad Pitt) ile olan gergin ilişkiyi filmin ana çatışmalarından biri yapar The
Tree Of Life. Dinin katı kurallarıyla örülü bir aile içerisine, babanın despot
yapısı da eklenince Jack için hayat oldukça zorlu bir hal alır. Dünya’yı,
evreni, Tanrı’yı, evrimi ve hayata dair daha birçok şeyi sorgulayan filmin
karmaşık zaman atlamaları da filmin seyir zevkini epey zorlamaktadır. Lakin tüm
bunları sindirerek izlediğimizde karşımızda muhteşem bir baba-oğul hikâyesi
çıkar.
Sinemamıza büyük bir armağan olan The Tree Of Life,
yarattığı felsefik sorgulamalar içerisine yerleştirdiği aile olgusuyla
gerçekten övgüyü hak etmekte.
5)Carrie (Günah Tohumu) – 1976
Yönetmen: Brian De Palma
Listemizin tek korku filmi olan Carrie, bir anne ile kızı
arasındaki sıra dışı ilişkiyi anlatıyor. Stephen King’in aynı adlı eserinden
uyarlanan film, şiddetin, korkunun, kanın ve intikamın bolca olduğu sayılı
yapımlardan. Ergenlik dönemine kadar aşırı Katolik bir annenin baskıcı
tavrından ve okuldaki arkadaşlarının ona ezik gibi davranmalarından dolayı
Carrie, fazlasıyla sinik, içe dönük ve bastırılmış bir kişiliktir. Fakat ilk
kez regl olduğu günden itibaren kendini tanımaya başlayan karakterimiz aslında
telekinezi yeteneği olduğunu keşfeder. İlk başlarda her ne kadar bu özelliği
ile kimseye zarar vermek istemese de annesinin devam eden bağnaz, baskıcı tavrı
onun içindeki şeytanı ortaya çıkarmasına neden olur. Elbette hem annesi hem de
onu küçük gören herkes fazlasıyla bu öfkeden payını alır.
King’in titizlikle kaleme alınan eserlerinden biri olan
Carrie, De Palma gibi bir ustanın elinde adeta ete, kemiğe bürünerek
şahlanıyor. Korku filmi sevenlerin mutlaka izlemesi gerek.
6)Köksüz – 2013
Yönetmen: Deniz Akçay
Yerli sinemanın, tartışmasız gözbebeklerinden olan Köksüz,
babaları olmayan (ölmüş ya da terk etmiş) anne ve üç çocuğun hayatından bir
kesiti perdeye aktarıyor. Kocasının yokluğunu sindiremeyen, güçsüz bir anne ile
çocukları arasındaki ilişki her bir çocukta farklı bir seyir izliyor. En küçük
Özge, daha çok izlemeci, idare ediciyi, erkek olan ortanca çocuk İlker ise
isyankârı, evin reisliğini sırtlamak zorunda kalan Feride ise payına biçilen
tüm rolleri sırtlanıyor. Çocuklarına
destek olması, onları sarıp sarmalaması gereken bir annenin, bunların hiçbirini
yapmadığı gibi sürekli memnuniyetsiz olması ve her daim isyan etmesi seyirci
olarak en başta bizleri, çılgına çevirmeye yetiyor. Annelik görevlerini
yapmayan Nurcan, çocuklarını yanlışlar yapmaya, mutsuzluğa ve hayal
kırklıklarına sürüklemekten imtina etmiyor asla.
İzleyen herkesin büyük ihtimalle kendi hayatından,
ebeveynlerinden bir şeyler bulacağı bu ilk film, yerli filmlere ısınamayanların
bile gönlünü fazlasıyla fethedecek, kusursuz bir yapım.
7)Mommy (Annem) – 2014
Yönetmen: Xavier Dolan
Dolan’ın bir diğer filmi olan Mommy, artık yönetmenimizin
sinema dünyasında rüştünü ispatladığı bir döneme de tekabül etmekte. Film bir
ıslah evinde kalmış, sorunlu oğul Steve ile annesi Diana ve bir çocuğunu kaza
sebebiyle kaybetmiş karşı komşu Kyla arasındaki girift ilişkiyi merkezine
alıyor. Aslında birbirini fazlasıyla seven anne ile oğlu ne yazık ki pek
anlaşamazlar. Aralarındaki güçlü sevgi, birbirlerini kırmalarına, incitmelerine
engel olamıyor. Diana ile Steve’i mutluluktan uçarken, birbirlerine şarkılar
söyleyip, dans ederken de bulabiliyoruz, birbirlerinin boğazına yapışmışken de.
Kyla ise bu sıra dışı anne ile oğul ilişkisi arasında denge unsuru olmaya
çalışan, bir yandan da yaşadığı travmayı unutmaya çaba sarf eden bir karakter
olarak çıkıyor karşımıza.
Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü başta olmak üzere
sayısız ödülün sahibi olan Mommy, izleyip de etkilenmemenizin mümkün
olmadıklarından. Özellikle finali ile değme dram filmine, taş çıkartacak
cinsten.
8)Babam Ve Oğlum – 2005
Yönetmen: Çağan Irmak
Listemizin bir diğer yerli filmi olan Babam ve Oğlum,
kuşkusuz yerli seyirciye en çok ulaşmış yapımlardan. Ülkemizde çok fazla
sevilen film, seksen döneminin yaşattığı acıları nispeten de olsa perdeye
aktarmaya çalışır. Karısını çocuğu doğduğu gün kaybeden ve hasta olduğu için
sayılı günü kalan bir babanın, çocuğunu emanet etmek amacıyla yıllardır
görüşmediği babasının evine dönüşü ve sonrasında gelişen olaylara şahit oluruz
filmde. Kendisini dinlemeyip de zamanında evi terk eden oğlunun yüzüne bile
bakmayan, kuralcı ama aynı zamanda da acılı baba ilk başlarda oğluna hiç yüz
vermez. Fakat bu gerilimli ilişki bir süre sonra baba ile oğlu ve torunu
arasında bol gözyaşının eşlik ettiği anlara evrilir.
Irmak’ın seyirciyi salya sümük ağlatan filmi, Fikret Kuşkan
ve Çetin Tekindor gibi usta oyuncularla etkisini daha da arttırıyor.
9) Ricki and the Flash (Sıradışı Anne) – 2015
Yönetmen: Jonathan Demme
Meryl Streep’in canlandırdığı Ricki adlı sıra dışı annenin
odakta yer aldığı filmde, listenin diğer filmlerine nazaran çocuklarla olan
ilişki o kadar sert değil. Üç çocuklu çiftin boşanmasıyla, Ricki, rock
grubuyla, mütevazı hayatına devam eder. Oldukça zengin ve kariyer sahibi baba
ile kalan çocuklar ise büyümüş ve kendilerine az çok bir yol çizmişlerdir.
Ancak kızı Julie (Maime Gummer gerçek hayatta da Meryl Streep’in kızıdır)
kocasından boşanıp da intihar etmeye kalkarsa… İşte böyle bir durum da anneye
tekrar ihtiyaç duyulacağını düşünen baba Ricki’yi çağırır. Ricki geldikten
sonra, uzun bir süre sadece Julie ile değil diğer iki erkek çocuk arasında da
sürekli imalarla, laf sokmalarla geçen gerilimli süreç yavaş yavaş duruluyor.
Çocukların annelerini affetmeleri ya da onları anlamaları filmin sonuna tekabül
etse de. Ricki and the Flash’in en güzel yanı ise klasik Hollywood yapımlarında
olduğu gibi tekrar her şeyi eski haline döndürmektense herkesin birbirini
olduğu gibi kabul etmesi olsa gerek.
Özellikle Julie ile Ricki arasında yaşanan yakınlaşma ve
yaptıkları kaçamaklar, bir anne ile kızın arasında görmek isteyeceğimiz keyifli
ve duygusal anları temsil ediyor. Mümkünse anne ile kızların birlikte izlemesi
tavsiye edilir.
10) White Oleander (Beyaz Zakkum) – 2002
Yönetmen: Peter Kosminsky
Bir roman uyarlaması olan filmin, en dikkat çeken yönü
birbirinden başarılı kadın oyuncuları ( Michelle Preiffer, Renée Zellweger,
Robin Wright Penn, Alison Lohman) buluşturması olsa gerek. Böyle bir filmin
tahmin edileceği üzere çatışması da anne ile kızı arasında yaşanıyor. Oldukça
baskın bir karakter olan Ingrid, sevdiği adamı beyaz bir zakkum ile öldürerek,
kızının gözleri önünde tutuklanıp, hapse giriyor. Kendisini düşünmeden, sırf
hırsları ve kıskançlık duygusuyla yaptığı bu düşüncesizliği affetmeyen kızı,
yetimhane ve evlatlık süreçlerini de yaşadıkça, annesine öfkesini biliyor. İşin
ilginç yanı ise dışarıdan sürekli arttığını gördüğümüz öfke, içte tarifi
mümkünsüz bir sevgi ve hayranlığı da bürünüyor aynı zamanda. Onu evlatlık alan
ailedeki Claire’nin de ideal anne modeli çizdiğini belirtmek gerek.
Annesine olan öfkesi dolayısıyla, onu cezalandırmak için ilk
kendi görünümüne başvuran Astrid, hissettiği duyguları hepimize fazlasıyla
sirayet ettirmeyi başaran, fazlasıyla inandırıcı bir karakter olarak çıkıyor
karşımıza. Etkilenmemenin bana kalırsa mümkün olmadığı bu filmi, izleme
listenize eklerseniz pişman olmazsınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder