7 Ağustos 2018 Salı

Sorunlu Ebeveyn ile Çocuk İlişkileri


1) We Need to Talk About Kevin (Kevin Hakkında Konuşmalıyız) - 2011

Yönetmen: Lynne Ramsay

We Need to Talk About Kevin, bugüne kadar yapılmış en başarılı, en sert sorunlu ebeveyn ile çocuk ilişkisi filmi. Çocuk sahibi olmaya kendini hazır hissetmeyen Eva’nın (Tilda Swinton) istemeyerek doğurduğu ve büyüttüğü Kevin, onun cehennemi olur, hiç abartısız. Annesinin sevgisizliğini her daim hisseden ve buna karşı gardını almakla kalmayan, ona savaş açan Kevin, Eva ile kedinin fare ile uğraştığı gibi uğraşır. Film, bir insanın nasıl iyi bir birey ya da nasıl cani, sapık olacağını soran, fakat bu sorunun yanıtını vermeyerek, seyirciye bırakan adeta bir tez konusu.

Yarattığı olağanüstü gerilimi, tedirgin edici atmosferi, muhteşem oyunculukları, çapraşık kurgusu ve elbette sordurduğu sorularla meziyetlerini saymakla bitiremeyeceğimiz bir yapım We Need to Talk About Kevin. Eğer yeteri kadar kendinizi güçlü hissediyorsanız izleyin derim. Zira sinirleriniz fazlasıyla yıpranabilir.



2)American Beauty (Amerikan Güzeli) – 1999

Yönetmen: Sam Mendes

American Beauty, listemizdeki filmler içerisinde iki farklı sorunlu ilişkiye odaklanan yapım. Lester ile kızı Jane ve Colonel ile oğlu Ricky arasındaki gerilimli, nefret dolu, riyakâr ilişkiler… Jane, kendisiyle gerçek anlamda hiçbir paylaşım yapmayan, onu anlamaya çalışmayan ve en önemlisi arkadaşlarına bile asılan babasından tabiri caizse tek kelime ile nefret ediyor. Ricky ise hayata karşı olan tüm yenilgilerinin, öfkesinin acısını oğlunun üzerine kurduğu faşist düzenle almaya çalışan babasından hiç haz etmiyor. Zaten bu iki gencin kaderdaşlığı onları birbirine çekerek, duygusal bir yakınlaşmanın yaşanmasına sebep oluyor tahmin edileceği üzere. Gerçekten de sinema tarihinin görüp, görebileceği en olumsuz baba tiplemeleri olarak karşımıza çıkan Lester ve Colonel, Jane’nin sürekli hakaret dolu karşılıklarına da Ricky’nin gizliden çevirdiği işleri de hak ediyorlar.

Unutulmaz bir başyapıt olan American Beauty, Oscar da dâhil olmak üzere kazandığı sayısız ödülle başarısını taçlandırmayı bilenlerden. Hâlâ izlemeyenlere şiddetle tavsiye edilir.



3) J'ai tué ma mère  (Annemi Öldürdüm) – 2009

Yönetmen Xavier Dolan

Şimdilerde genç yaşta imza attığı birçok başarısı ile sinemanın dahi çocuğu diye anılan Dolan’ın henüz on dokuz yaşındayken çektiği bu film, tek kelimeyle kıskanılası bir yapım. Zira o yaşta değme ustaların elinden çıkmışçasına özenle yaratılmış kaç film var ki? Sonraki filmlerinde de sanata, estetiğe ne kadar önem verdiğini ortaya koyan Dolan, on dokuz yaşına kadar içinde biriktirdiği tüm marifetini bir nevi ortaya koyar bu filmle. Büyük oranda kendisinden izler taşıyan, hatta otobiyografik bir film diyebileceğimiz J'ai tué ma mère, Hubert ile annesi arasındaki pek fazla eyleme ya da söze dökülmeyen geriliminden besleniyor. Hubert’in içten içe aslında fazlasıyla sevdiği annesine, beğenmediği birçok ebeveyn özelliğinden dolayı duyduğu öfkesine şahit oluyoruz.

Sevgisini kalbine gömerek, olması gerektiği gibi davranan, olumlu bir ebeveyn portresi  çoğu zaman çizmeyen annesini yargılayan Hubert’in hikâyesi oldukça çarpıcı. Başrolünde de Dolan’ın oynadığı bu eşsiz film kaçmaz.



4)The Tree Of Life (Hayat Ağacı) – 2011

Yöneten: Terrence Malick

Malick imzalı, belki de en deneysel film olan The Tree Of Life, eleştirmenleri de ikiye bölen, üzerine fazlaca tartışılan bir yapım. Jack’in,  (Sean Penn) babası M. O’Brien (Brad Pitt) ile olan gergin ilişkiyi filmin ana çatışmalarından biri yapar The Tree Of Life. Dinin katı kurallarıyla örülü bir aile içerisine, babanın despot yapısı da eklenince Jack için hayat oldukça zorlu bir hal alır. Dünya’yı, evreni, Tanrı’yı, evrimi ve hayata dair daha birçok şeyi sorgulayan filmin karmaşık zaman atlamaları da filmin seyir zevkini epey zorlamaktadır. Lakin tüm bunları sindirerek izlediğimizde karşımızda muhteşem bir baba-oğul hikâyesi çıkar.

Sinemamıza büyük bir armağan olan The Tree Of Life, yarattığı felsefik sorgulamalar içerisine yerleştirdiği aile olgusuyla gerçekten övgüyü hak etmekte.



5)Carrie (Günah Tohumu) – 1976

Yönetmen: Brian De Palma

Listemizin tek korku filmi olan Carrie, bir anne ile kızı arasındaki sıra dışı ilişkiyi anlatıyor. Stephen King’in aynı adlı eserinden uyarlanan film, şiddetin, korkunun, kanın ve intikamın bolca olduğu sayılı yapımlardan. Ergenlik dönemine kadar aşırı Katolik bir annenin baskıcı tavrından ve okuldaki arkadaşlarının ona ezik gibi davranmalarından dolayı Carrie, fazlasıyla sinik, içe dönük ve bastırılmış bir kişiliktir. Fakat ilk kez regl olduğu günden itibaren kendini tanımaya başlayan karakterimiz aslında telekinezi yeteneği olduğunu keşfeder. İlk başlarda her ne kadar bu özelliği ile kimseye zarar vermek istemese de annesinin devam eden bağnaz, baskıcı tavrı onun içindeki şeytanı ortaya çıkarmasına neden olur. Elbette hem annesi hem de onu küçük gören herkes fazlasıyla bu öfkeden payını alır.

King’in titizlikle kaleme alınan eserlerinden biri olan Carrie, De Palma gibi bir ustanın elinde adeta ete, kemiğe bürünerek şahlanıyor. Korku filmi sevenlerin mutlaka izlemesi gerek.



6)Köksüz – 2013

Yönetmen: Deniz Akçay

Yerli sinemanın, tartışmasız gözbebeklerinden olan Köksüz, babaları olmayan (ölmüş ya da terk etmiş) anne ve üç çocuğun hayatından bir kesiti perdeye aktarıyor. Kocasının yokluğunu sindiremeyen, güçsüz bir anne ile çocukları arasındaki ilişki her bir çocukta farklı bir seyir izliyor. En küçük Özge, daha çok izlemeci, idare ediciyi, erkek olan ortanca çocuk İlker ise isyankârı, evin reisliğini sırtlamak zorunda kalan Feride ise payına biçilen tüm rolleri sırtlanıyor.  Çocuklarına destek olması, onları sarıp sarmalaması gereken bir annenin, bunların hiçbirini yapmadığı gibi sürekli memnuniyetsiz olması ve her daim isyan etmesi seyirci olarak en başta bizleri, çılgına çevirmeye yetiyor. Annelik görevlerini yapmayan Nurcan, çocuklarını yanlışlar yapmaya, mutsuzluğa ve hayal kırklıklarına sürüklemekten imtina etmiyor asla.

İzleyen herkesin büyük ihtimalle kendi hayatından, ebeveynlerinden bir şeyler bulacağı bu ilk film, yerli filmlere ısınamayanların bile gönlünü fazlasıyla fethedecek, kusursuz bir yapım.



7)Mommy (Annem) – 2014

Yönetmen: Xavier Dolan

Dolan’ın bir diğer filmi olan Mommy, artık yönetmenimizin sinema dünyasında rüştünü ispatladığı bir döneme de tekabül etmekte. Film bir ıslah evinde kalmış, sorunlu oğul Steve ile annesi Diana ve bir çocuğunu kaza sebebiyle kaybetmiş karşı komşu Kyla arasındaki girift ilişkiyi merkezine alıyor. Aslında birbirini fazlasıyla seven anne ile oğlu ne yazık ki pek anlaşamazlar. Aralarındaki güçlü sevgi, birbirlerini kırmalarına, incitmelerine engel olamıyor. Diana ile Steve’i mutluluktan uçarken, birbirlerine şarkılar söyleyip, dans ederken de bulabiliyoruz, birbirlerinin boğazına yapışmışken de. Kyla ise bu sıra dışı anne ile oğul ilişkisi arasında denge unsuru olmaya çalışan, bir yandan da yaşadığı travmayı unutmaya çaba sarf eden bir karakter olarak çıkıyor karşımıza.

Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü başta olmak üzere sayısız ödülün sahibi olan Mommy, izleyip de etkilenmemenizin mümkün olmadıklarından. Özellikle finali ile değme dram filmine, taş çıkartacak cinsten.



8)Babam Ve Oğlum – 2005

Yönetmen: Çağan Irmak

Listemizin bir diğer yerli filmi olan Babam ve Oğlum, kuşkusuz yerli seyirciye en çok ulaşmış yapımlardan. Ülkemizde çok fazla sevilen film, seksen döneminin yaşattığı acıları nispeten de olsa perdeye aktarmaya çalışır. Karısını çocuğu doğduğu gün kaybeden ve hasta olduğu için sayılı günü kalan bir babanın, çocuğunu emanet etmek amacıyla yıllardır görüşmediği babasının evine dönüşü ve sonrasında gelişen olaylara şahit oluruz filmde. Kendisini dinlemeyip de zamanında evi terk eden oğlunun yüzüne bile bakmayan, kuralcı ama aynı zamanda da acılı baba ilk başlarda oğluna hiç yüz vermez. Fakat bu gerilimli ilişki bir süre sonra baba ile oğlu ve torunu arasında bol gözyaşının eşlik ettiği anlara evrilir.

Irmak’ın seyirciyi salya sümük ağlatan filmi, Fikret Kuşkan ve Çetin Tekindor gibi usta oyuncularla etkisini daha da arttırıyor.



9) Ricki and the Flash (Sıradışı Anne) – 2015

Yönetmen: Jonathan Demme

Meryl Streep’in canlandırdığı Ricki adlı sıra dışı annenin odakta yer aldığı filmde, listenin diğer filmlerine nazaran çocuklarla olan ilişki o kadar sert değil. Üç çocuklu çiftin boşanmasıyla, Ricki, rock grubuyla, mütevazı hayatına devam eder. Oldukça zengin ve kariyer sahibi baba ile kalan çocuklar ise büyümüş ve kendilerine az çok bir yol çizmişlerdir. Ancak kızı Julie (Maime Gummer gerçek hayatta da Meryl Streep’in kızıdır) kocasından boşanıp da intihar etmeye kalkarsa… İşte böyle bir durum da anneye tekrar ihtiyaç duyulacağını düşünen baba Ricki’yi çağırır. Ricki geldikten sonra, uzun bir süre sadece Julie ile değil diğer iki erkek çocuk arasında da sürekli imalarla, laf sokmalarla geçen gerilimli süreç yavaş yavaş duruluyor. Çocukların annelerini affetmeleri ya da onları anlamaları filmin sonuna tekabül etse de. Ricki and the Flash’in en güzel yanı ise klasik Hollywood yapımlarında olduğu gibi tekrar her şeyi eski haline döndürmektense herkesin birbirini olduğu gibi kabul etmesi olsa gerek.

Özellikle Julie ile Ricki arasında yaşanan yakınlaşma ve yaptıkları kaçamaklar, bir anne ile kızın arasında görmek isteyeceğimiz keyifli ve duygusal anları temsil ediyor. Mümkünse anne ile kızların birlikte izlemesi tavsiye edilir.



10) White Oleander  (Beyaz Zakkum) – 2002

Yönetmen: Peter Kosminsky

Bir roman uyarlaması olan filmin, en dikkat çeken yönü birbirinden başarılı kadın oyuncuları ( Michelle Preiffer, Renée Zellweger, Robin Wright Penn, Alison Lohman) buluşturması olsa gerek. Böyle bir filmin tahmin edileceği üzere çatışması da anne ile kızı arasında yaşanıyor. Oldukça baskın bir karakter olan Ingrid, sevdiği adamı beyaz bir zakkum ile öldürerek, kızının gözleri önünde tutuklanıp, hapse giriyor. Kendisini düşünmeden, sırf hırsları ve kıskançlık duygusuyla yaptığı bu düşüncesizliği affetmeyen kızı, yetimhane ve evlatlık süreçlerini de yaşadıkça, annesine öfkesini biliyor. İşin ilginç yanı ise dışarıdan sürekli arttığını gördüğümüz öfke, içte tarifi mümkünsüz bir sevgi ve hayranlığı da bürünüyor aynı zamanda. Onu evlatlık alan ailedeki Claire’nin de ideal anne modeli çizdiğini belirtmek gerek.

Annesine olan öfkesi dolayısıyla, onu cezalandırmak için ilk kendi görünümüne başvuran Astrid, hissettiği duyguları hepimize fazlasıyla sirayet ettirmeyi başaran, fazlasıyla inandırıcı bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Etkilenmemenin bana kalırsa mümkün olmadığı bu filmi, izleme listenize eklerseniz pişman olmazsınız.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder