15 Ağustos 2018 Çarşamba

İzlenmesi Gereken İran Filmleri



Özellikle ülkemizde belki de komşu olmamız sebebiyle çok sevilir İran filmleri. Sinema var olduğundan beri gerek şah rejimi gerek İslam rejimi tarafından hep baskılarla karşılaşan İran sineması buna rağmen çok başarılı yapımlara imza atmıştır hep. Belki de yaşanılan baskılar filmlerin daha da nitelikli olmasını sağlamıştır, kim bilir? 1969 yılında çekilen Gaav filmiyle, İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden etkilenen filmler çekilmeye başlanır. İran Yeni Dalgası diye adlandırılan bu akım, özellikle çocukları, yoksulluğu, savaşı, sınırları odağına alır yıllardır. Birçok yetenekli yönetmenin doğduğu topraklarda özellikle Abbas Kiarostami ve Majid Majidi gibi çok büyük ustalar başı çeker. Aslında listemizdeki on filmin hepsini bu yönetmenlerimizin filmografisi ile döşeyebiliriz. Fakat çok daha fazla yönetmene yer vermek istediğimden her yönetmenin sadece bir filmini almayı tercih ettim.
İşte bana göre İran sinemasının mutlaka izlenmesi gereken on filmi.


1)Baran – 2001

Yönetmen: Majid Majidi

İran Sineması’nın en önemli ustalarından Majid Majidi’nin filmografisinin tartışmasız en iyi filmi olan Baran, yürek burkan hikâyesi ile listemize konuk oluyor. İran’la ayrı düşünemeyeceğimiz Afgan mültecilerin durumu ile yine İran’daki yoksulluğu birlikte harmanlayan bu mükemmel yapım, her haliyle bir ustanın eseri olduğunu belli ediyor. Lateef’in çalıştığı inşaata bir gün babası ayağını kırdığı için onun yerine çalışmaya Rahman’ın gelmesiyle işler sarpa sarar. İnşaatta kısmen de olsa zorlu işlerdense daha kolay olan yemek ve çay yapma işini işgüzar davranışları sonucu Rahman’a kaptırması Lateef’i intikam duygularına iter. Fakat gerçekler onu bu amacından çok daha farklı yönlere sürükleyecektir. Filmin bu andan sonrası Lateef’i saf ve temiz duygularla yaptığı bir dolu fedakarlığa iter.

Güç durumda olan birinin bile kendinden daha zor durumda olana tüm varlığı ile yardım etmesini görmek, aşkın en saf hallerine tanık olmak açısından ıskalanmaması gereken bir başyapıt Baran.




2) Nema-ye Nazdik (Yakın Plan) – 1990

Yönetmen: Abbas Kiarostami

Abbas Kiarostami’nin film içinde film diye de niteleyebileceğimiz bu yapımı, bir belgesel- kurmaca. Gerçekten yaşanmış bir olayın filmini çeken Kiarostami, gazetede okuduğu bir haberden sonra bu filmi yapmaya karar verir. Hüseyin Sabzian adlı sinema sevdalısı bir adamın dolmuşta karşılaştığı bir kadına kendini İranlı yönetmen Mohsen Makhmalbaf olarak tanıtması ve ailesi ile birlikte filminde oynamalarını istemesi ile başlayan ve adamın tutuklanmasına kadar giden bir süreç yaşanır gerçekten. İşte Kiarostami bu süreci, gerçek kişilerle filme çeker. Sabzian’ın dolmuştaki kadınla tanışması ve eve gelip aile ile görüştüğü sahnelerin tekrar gerçek kişilerle canlandırıldığı, mahkeme sürecinin ise tamamen gerçek görüntülerden alındığı bir film karşımızdaki. Kurmaca kısmı ile canlandırma kısımlarındaki kişiler aynı olduğu için seyirci olarak bir süre sonra hangisi gerçek hangisi kurmaca karıştırmaya başlarız. Zaten Kiarostami’nin yapmak istediği de tam olarak budur. Rejimin filmlerde gerçeği gösterin, bu nedenle kurmaca değil belgesel filmler yapın uyarılarına bir cevaptır aslında Nema-ye Nazdik. Kiarostami, oldukça hınzır bir filmle zaten karşı olduğu rejime filmiyle de gereken cevabı verir.

Kiarostami’nin göz bebeğim dediği bu filmi, gerçek ile kurmacanın alt üst edildiği, bir yönetmenin isterse her türlü genel geçer kuralla nasıl oynayacağını gözler önüne seren tam bir başyapıt.




3) Zamani barayé masti asbha (Sarhoş Atlar Zamanı) – 2000

Yönetmen: Bahman Ghobadi

Odağına çocukları alarak derdini anlatan bir film var karşımızda bu sefer.  Bahman Ghobadi’nin filmografisi içerisinde apayrı yere sahip Zamani barayé masti asbha, çok etkili bir dram. Annelerini ve ardından babalarını kaybeden yoksulluk içerisindeki dört çocuk… İçlerinde büyük kız daha çok küçük yaşına rağmen apar topar evlendirilir. Ailenin en büyük erkek kardeşi ise ailenin yükünü omzuna alır hiç düşünmeden. Ve işi çok zordur. Zira kardeşlerden biri hasta diğeri de okul çağındadır. Birini ne pahasına olursa olsun okutmak diğerini de tedavi ettirmek ister. Peki, onca yoksulluğun içerisinde bu nasıl olacaktır? Elbette İran gibi ülkelerin olmazsa olmazı kaçakçılık ile. Ayoub, kendine sınırı geçmeyi amaç edinir. Bu zorlu yolda her türlü engeli aşmak için elinden geleni yapar Ayoub.

Sınırı, filmine metafor olarak seçen Ghobadi, özgür yaşanılması gereken toprakların sınırlarla nasıl engellendiğini eleştirir. Lakin filmin henüz çocuk yaştaki karakterine sınırı aştırarak en azından film nezdinde bu saçmalığı yenerek güçlü bir tatmin duygusu yaşatır. Eşsiz kar görüntülerinin filme etkileyici bir arka fon oluşturduğunu da eklemek isterim.




4)Gaav (İnek) – 1969

Yönetmen: Dariush Mehrjui

Humeyni’nin İran’da İslam Devrimi’ni yapmadan önce çekilen Gaav, İran Yeni Dalgası’nın ilk filmi olarak kabul edilmekte. İran’da sinemanın henüz gelişmediği tarihlerde çekilen bu film, devrinin ötesinde bir başarıya sahip. İran’ın açlıkla mücadele eden bir köyünde geçen hikâye, daha çok Hasan adlı köyün tek ineğine sahip adamının üzerinden ilerliyor. Hasan evli ve çocuksuz bir adam olarak çıkıyor karşımıza. Hasan, köyde tek olan ineğine aşırı derecede bağlı hatta onu çocuğu yerine koymuş, tüm zamanını ona vermiş bir divanedir aslında. Bir gün Hasan evde yokken ineği hastalanarak ölür. Köylüler her ne kadar bu gerçeği saklayıp onu üzmemeye çalışmak için ineğin kaybolduğunu söyleseler de faydasızdır. Hasan için ineğinin kaybolması bile onun hayatının mahvolması anlamına gelir. Hasan ilk başlarda durumu kabul etmeyerek bu durumu atlatmayı dener. Fakat daha sonra gerçeklerden kaçamayarak yaşadığı travmanın esiri olur. İneği yoksa kendisi ne güne duruyordur. Kendini ineğinin yerine koyarak onun yokluğunun acısını dindirme yolunu seçer.

Doğadaki canlılar arasındaki ince çizginin ne kadar muğlâk olduğunun altını çizen bu film, belki de listedeki filmler içerisinde insan psikolojisine en çok odaklananı aynı zamanda. Filmi izlerken aklıma Yılmaz Güney’in Şerif Gören ile birlikte çektiği Umut filmini getirdiğini de söylemek isterim. Venedik’te Eleştirmenler Birliği Ödülü’nün sahibi olan film, bu üstün başarısını taçlandırmayı da bilmiştir böylece.



5) Jodaeiye Nader az Simin (Bir Ayrılık) – 2011

Yönetmen: Asghar Farhadi

Berlin Film Festivali’nde En İyi Film dalında Altın Ayı ve En İyi Aktör ve Akrist dalında da Gümüş Ayı kazanan Jodaeiye Nader az Simin, İran’da gişede de ödülünü alır. Asgar Farhadi’nin bir kadın ile erkeğin boşanmasını sebepleri ve sonuçlarıyla çok yönlü bir şekilde irdeleyen bu filmi, insan psikolojisini çok başarılı bir şekilde irdeliyor. Çocuğuna daha iyi bir gelecek sağlamak için yurtdışına gitmek isteyen bir kadın, babası hasta olduğu için karısının bu isteğine kayıtsız kalmak zorunda kalan adam, annesi ile babası arasında kalan çocuk ve bu üçgenin arasına para kazanmak için girmek zorunda kalan hamile Rahzie…  İran’da eğitimli üst-orta sınıf bir ailenin fertleri olan Nadir ile Simin’in hayatı, Simin’in anlayışsızlığı ile gölgelendikçe işin içine başka meseleler girer. Yıkılan bir aile üzerine kurulan çatışma başka yan çatışmaları doğurarak büyür. Tüm bunlar elbette filmin gücünü ve etkisini de kat be kat artırır.

Farhadi’nin filmografisinin zirve noktası olan bu film, İran Sineması’nın da can sularından biridir hiç kuşkusuz.




6) Takhté siah (Kara Tahta) – 2000

Yönetmen: Samira Makhmalbaf

Samira Makhmalbaf’ın filmi Takhté siah, yine İran sinemasının önemli isimlerinden Bahman Ghobadi’nin de oyuncu olarak bulunduğu bir film. Kürtçe olan film, her koşulda hayatını kazanabilmek adına sırtlarındaki kara tahtalarla okuma yazma öğretmeye çalışan insanları anlatıyor. Bu sırtlarına tahtayı takarak seyyar bir eğitim kurumu gibi çalışan öğretmenler, aynı zamanda da üstlerine yağdırılacak kurşunlardan korunmuş oluyorlar. Hem bir öğretim materyali hem de bir kalkan görevi gören kara tahtalar filmin en önemli metaforu oluyor böylece. Fakat asıl amacı dışındaki kullanıma ne yazık ki daha çok hizmet eder bu imge. Zira savaşın ortasında can derdine düşmüş insanların okuma yazma öğrenmek asla öncelikli planları değildir.

Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nün sahibi olan bu etkileyici film, umudun çok uzak olduğu topraklardan umut vaat etmeyerek gerçekçi bir tutum takınanlardan. Öğretme, âşık olma, yaşama umuduyla yanıp tutuşan insanların ve hayatta kalabilmek için gerekirse tek başına mücadele eden çocukların filmi olan Takhté siahe, derdini çok güzel anlatıyor.




7) Chand kilo khorma baraye marassem-e tadfin (Cenaze İçin Birkaç Kilo Hurma) – 2006

Yönetmen: Saman Salur

Genç yönetmen Saman Salur’un bu çizgi dışı filmi, tabiri caizse keşfedilmeyi bekleyen bir hazine. Bir kara film olarak sınıflandırabileceğimiz filmin, dramdan da oldukça beslendiği inkâr edilemez. Yenisi yapıldığı için yolcularından ayrı düşen bir yol ve bu yolda hizmet veren derme çatma bir benzin istasyonu, benzin istasyonunu bekleyen Sadri Ağa ve Nadi, bu yolu belki de kullanan az sayıdaki insandan biri olan Postacı Abbas… Her biri birbirinden yalnız olan bu karakterlerin hayata tutunmak adına çırpınışlarına şahit oluruz seyirci olarak. Lakin hayatta fazlasıyla kayıp olan Sadri ile Nadi için hiçbir şey o kadar kolay olmayacaktır ne yazık ki. Hayat onlar için terse işlemeye başlamıştır bir kere. Çarkı döndürebilmek öyle kolay mıdır? Sadri ile Nadi için pek de öyle değil. Hikâyeye yine etkili bir şekilde dâhil olan postacının babası, kardeşi ve cenaze taşıyıcısı ile birlikte tamamen erkek dünyasında geçen filmde,  görünmeseler de umut kaynağı hep kadınlar olur.

Siyah beyaz çekilen filmin, bu çekiciliğine karın da eşlik etmesi atmosferi kusursuzlaştırmayı başarır. Karın da aslında etkin karakterlerden biri olduğunu söylemeden geçmeyelim. Özellikle İran Sineması’nda görmeye pek alışık olmadığımız bir tarzla seyircilerine büyülü anlar yaşatan Salur’un dileriz yolu açık olur.




8) Badkonake sefid (Beyaz Balon) – 1995

Yönetmen: Jafar Panahi

İran sineması denilince akla gelen ilk şeylerden biri de kuşkusuz çocuklar olur. İran filmlerinin büyük bir çoğunluğunun çocuk kahramanlarla çocukların hayatına konuk olması elbette bir tesadüf olamaz. Yokluk, baskı, savaş gibi koşulların en büyük mağduru çocuklar olursa, en çok hikâye de onların hayatlarından çıkar elbet. İran rejimi tarafından film çekmesi yasaklanan Jafar Panahi’nin, Badkonake sefid filmi, çocukların dünyasında geçer. İran kültüründe özel bir gün için satılan balıklardan en tombul ve en güzel olan beyaz balığı almak için uzun mücadeleler veren Razieh, abisi Ali ve balon satan Afgan çocuk… Annesinden balığı almak için parayı uzun mücadeleler sonucu alan Razieh’in yolu engebeli ve zorlu bir seyir izler. Parayı sürekli kaybedip de bir türlü hayalini kurduğu balığa ulaşamayan Razieh ve ona bağlı olarak abisi ve daha birçok kişi seferber olur. Lakin bu seferber olan insanlar arasında özellikle Afgan çocuğa diğerlerinin davranışı ötekileştirmenin tam da net bir örneğidir. Ona ismini bile sorma gereği duymayan Razieh ve abisi işleri bitene kadar ondan faydalanıp sonra da arkalarına bile bakmadan çeker giderler. Razieh’in beyaz balığa ulaşma çabasından daha çok Afgan çocuğa bakış açıları ve ona olan davranışlarına ayna tutma amacı taşıdığını düşündüğüm bu filmin, çok önemli bir iş yaptığı aşikâr.

Son sahnesinde balonlar arasında da ötelenen beyaz balonu ile yapayalnız kalan Afgan çocuğunun görüntüsü adeta yürek dağlayacak cinsten. Abbas Kiarostami’nin senaryosunu yazdığı Panahi’nin bu ilk filmi çocuk dünyası gibi bir saf evrende ötekileştirmeyi, yabancılaştırmayı anlatan güçlü bir belge.




9) Dast-neveshtehaa nemisoosand (El Yazmaları Yanmaz) – 2013

Yönetmen: Mohammad Rasoulof

İran İslam Cumhuriyeti tarafından film çekmesi yasaklanan yönetmenlerden biri olan Mohammad Rasoulof’un bu filmi, 1995 yılında rejimin, 21 gazeteci yazara suikast girişiminden yola çıkılarak çekilen çarpıcı bir belge. El Yazmaları Yanmaz, bu suikast sürecinin yazıldığı el yazmaları üzerine çatışmasını kurar. Bir tarafta bu el yazmalarını yazan ve saklayan yazar, şair yani entelektüel karakterler bir tarafta ise dönek, rüzgâr nereden eserse oraya dönen kaypaklar, devletin maşası olan işkenceci kansızlar… Ve bu iki tarafın ortasında her pahasına sahip olunmak istenen el yazmaları… Bu süreçte rejimin geçmişte ve şimdi hiç değişmeyen bir bakış açısıyla işkencelerine, cinayetlerine devam ettiklerinin altını çizer önemle Rasoulof. Aradan geçen sekiz yıl hiçbir şeyi geliştiremediği gibi, bilakis daha da dibe batmasına neden olmuştur. Film, izleyicinin entelektüel adamların yanına kendini konumlandıracağını bilmesine rağmen hikâyeyi işkencecinin gözünden anlatmayı tercih eder. Bu da işkenceci katillerin de nasıl zorlu, çetrefilli, herkes gibi bir hayat yaşadığını vermek açısından oldukça yerinde bir karar olur.

Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış Ödülü alan El Yazmaları Yanmaz’da, doğrusal işlemeyen kurgu, zaten gerilimli hikâyeyi daha da etkili kılmayı başarır. Bir rejimin muhalif kesimi nasıl sindirdiğini, etkisiz hale getirdiğini görmek açısından bile olsa izlenmeyi hak eden film, kesinlikle bundan daha fazlasını da sunar.
                                                                                                                                    



10) Safar e Ghandehar (Ayın Ardındaki Güneş: Kandahar) – 2001

Yönetmen:Mohsen Makhmalbaf

İran’ın önemli yönetmenlerimden Mohsen Makhmalbaf’ın gerçek bir hayat hikâyesinden esinlenerek çektiği Safar e Ghandehar, özellikle 11 Eylül saldırısından sonra tüm dünyada ilgi çekmiştir. Küçük yaşta kardeşinden ayrı düşen ve daha sonra Kanada’da yaşayıp, başarılı bir kadın olan Nafas’ın Afganistan’daki intihar etmeyi planlayan kardeşini bulmaya çalışmasını anlatır film. Taliban rejimi altında zorlu bir hayat yaşayan insanların yaşamına bizi sokan film, izlemesi zorlu bir sürece ortak eder seyirciyi. Burkalar altında kimliksiz kadınların, yoksulluk içinde yaşayacak bir yol arayan çocukların, mayınlarla her geçen gün sakat bırakılan bir ırkın hikâyesi olur film.

Her anlamda esir alınmış bir toplumun bir portresini etkili bir şekilde sunar bu filmle Makhmalbaf.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder