Özellikle ülkemizde belki de komşu olmamız sebebiyle çok sevilir
İran filmleri. Sinema var olduğundan beri gerek şah rejimi gerek İslam rejimi
tarafından hep baskılarla karşılaşan İran sineması buna rağmen çok başarılı yapımlara
imza atmıştır hep. Belki de yaşanılan baskılar filmlerin daha da nitelikli
olmasını sağlamıştır, kim bilir? 1969 yılında çekilen Gaav filmiyle, İtalyan
Yeni Gerçekçiliğinden etkilenen filmler çekilmeye başlanır. İran Yeni Dalgası
diye adlandırılan bu akım, özellikle çocukları, yoksulluğu, savaşı, sınırları
odağına alır yıllardır. Birçok yetenekli yönetmenin doğduğu topraklarda
özellikle Abbas Kiarostami ve Majid Majidi gibi çok büyük ustalar başı çeker.
Aslında listemizdeki on filmin hepsini bu yönetmenlerimizin filmografisi ile döşeyebiliriz.
Fakat çok daha fazla yönetmene yer vermek istediğimden her yönetmenin sadece
bir filmini almayı tercih ettim.
İşte bana göre İran sinemasının mutlaka izlenmesi gereken on
filmi.
1)Baran – 2001
Yönetmen: Majid Majidi
İran Sineması’nın en önemli ustalarından Majid Majidi’nin
filmografisinin tartışmasız en iyi filmi olan Baran, yürek burkan hikâyesi ile listemize
konuk oluyor. İran’la ayrı düşünemeyeceğimiz Afgan mültecilerin durumu ile yine
İran’daki yoksulluğu birlikte harmanlayan bu mükemmel yapım, her haliyle bir
ustanın eseri olduğunu belli ediyor. Lateef’in çalıştığı inşaata bir gün babası
ayağını kırdığı için onun yerine çalışmaya Rahman’ın gelmesiyle işler sarpa
sarar. İnşaatta kısmen de olsa zorlu işlerdense daha kolay olan yemek ve çay
yapma işini işgüzar davranışları sonucu Rahman’a kaptırması Lateef’i intikam
duygularına iter. Fakat gerçekler onu bu amacından çok daha farklı yönlere
sürükleyecektir. Filmin bu andan sonrası Lateef’i saf ve temiz duygularla
yaptığı bir dolu fedakarlığa iter.
Güç durumda olan birinin bile kendinden daha zor durumda olana tüm
varlığı ile yardım etmesini görmek, aşkın en saf hallerine tanık olmak
açısından ıskalanmaması gereken bir başyapıt Baran.
2) Nema-ye Nazdik (Yakın Plan) – 1990
Yönetmen: Abbas Kiarostami
Abbas Kiarostami’nin film içinde film diye de niteleyebileceğimiz
bu yapımı, bir belgesel- kurmaca. Gerçekten yaşanmış bir olayın filmini çeken
Kiarostami, gazetede okuduğu bir haberden sonra bu filmi yapmaya karar verir.
Hüseyin Sabzian adlı sinema sevdalısı bir adamın dolmuşta karşılaştığı bir
kadına kendini İranlı yönetmen Mohsen Makhmalbaf olarak tanıtması ve ailesi ile
birlikte filminde oynamalarını istemesi ile başlayan ve adamın tutuklanmasına
kadar giden bir süreç yaşanır gerçekten. İşte Kiarostami bu süreci, gerçek
kişilerle filme çeker. Sabzian’ın dolmuştaki kadınla tanışması ve eve gelip
aile ile görüştüğü sahnelerin tekrar gerçek kişilerle canlandırıldığı, mahkeme
sürecinin ise tamamen gerçek görüntülerden alındığı bir film karşımızdaki.
Kurmaca kısmı ile canlandırma kısımlarındaki kişiler aynı olduğu için seyirci
olarak bir süre sonra hangisi gerçek hangisi kurmaca karıştırmaya başlarız.
Zaten Kiarostami’nin yapmak istediği de tam olarak budur. Rejimin filmlerde
gerçeği gösterin, bu nedenle kurmaca değil belgesel filmler yapın uyarılarına
bir cevaptır aslında Nema-ye Nazdik. Kiarostami, oldukça hınzır bir filmle
zaten karşı olduğu rejime filmiyle de gereken cevabı verir.
Kiarostami’nin göz bebeğim dediği bu filmi, gerçek ile kurmacanın
alt üst edildiği, bir yönetmenin isterse her türlü genel geçer kuralla nasıl
oynayacağını gözler önüne seren tam bir başyapıt.
3) Zamani barayé masti asbha (Sarhoş Atlar Zamanı) – 2000
Yönetmen: Bahman Ghobadi
Odağına çocukları alarak derdini anlatan bir film var karşımızda
bu sefer. Bahman Ghobadi’nin
filmografisi içerisinde apayrı yere sahip Zamani barayé masti asbha, çok etkili
bir dram. Annelerini ve ardından babalarını kaybeden yoksulluk içerisindeki
dört çocuk… İçlerinde büyük kız daha çok küçük yaşına rağmen apar topar
evlendirilir. Ailenin en büyük erkek kardeşi ise ailenin yükünü omzuna alır hiç
düşünmeden. Ve işi çok zordur. Zira kardeşlerden biri hasta diğeri de okul
çağındadır. Birini ne pahasına olursa olsun okutmak diğerini de tedavi ettirmek
ister. Peki, onca yoksulluğun içerisinde bu nasıl olacaktır? Elbette İran gibi
ülkelerin olmazsa olmazı kaçakçılık ile. Ayoub, kendine sınırı geçmeyi amaç
edinir. Bu zorlu yolda her türlü engeli aşmak için elinden geleni yapar Ayoub.
Sınırı, filmine metafor olarak seçen Ghobadi, özgür yaşanılması
gereken toprakların sınırlarla nasıl engellendiğini eleştirir. Lakin filmin
henüz çocuk yaştaki karakterine sınırı aştırarak en azından film nezdinde bu
saçmalığı yenerek güçlü bir tatmin duygusu yaşatır. Eşsiz kar görüntülerinin
filme etkileyici bir arka fon oluşturduğunu da eklemek isterim.
4)Gaav (İnek) – 1969
Yönetmen: Dariush Mehrjui
Humeyni’nin İran’da İslam Devrimi’ni yapmadan önce çekilen Gaav,
İran Yeni Dalgası’nın ilk filmi olarak kabul edilmekte. İran’da sinemanın henüz
gelişmediği tarihlerde çekilen bu film, devrinin ötesinde bir başarıya sahip.
İran’ın açlıkla mücadele eden bir köyünde geçen hikâye, daha çok Hasan adlı
köyün tek ineğine sahip adamının üzerinden ilerliyor. Hasan evli ve çocuksuz
bir adam olarak çıkıyor karşımıza. Hasan, köyde tek olan ineğine aşırı derecede
bağlı hatta onu çocuğu yerine koymuş, tüm zamanını ona vermiş bir divanedir
aslında. Bir gün Hasan evde yokken ineği hastalanarak ölür. Köylüler her ne
kadar bu gerçeği saklayıp onu üzmemeye çalışmak için ineğin kaybolduğunu
söyleseler de faydasızdır. Hasan için ineğinin kaybolması bile onun hayatının
mahvolması anlamına gelir. Hasan ilk başlarda durumu kabul etmeyerek bu durumu
atlatmayı dener. Fakat daha sonra gerçeklerden kaçamayarak yaşadığı travmanın
esiri olur. İneği yoksa kendisi ne güne duruyordur. Kendini ineğinin yerine
koyarak onun yokluğunun acısını dindirme yolunu seçer.
Doğadaki canlılar arasındaki ince çizginin ne kadar muğlâk
olduğunun altını çizen bu film, belki de listedeki filmler içerisinde insan
psikolojisine en çok odaklananı aynı zamanda. Filmi izlerken aklıma Yılmaz
Güney’in Şerif Gören ile birlikte çektiği Umut filmini getirdiğini de söylemek
isterim. Venedik’te Eleştirmenler Birliği Ödülü’nün sahibi olan film, bu üstün başarısını
taçlandırmayı da bilmiştir böylece.
5) Jodaeiye Nader az Simin (Bir Ayrılık) – 2011
Yönetmen: Asghar Farhadi
Berlin Film Festivali’nde En İyi Film dalında Altın Ayı ve En İyi
Aktör ve Akrist dalında da Gümüş Ayı kazanan Jodaeiye Nader az Simin, İran’da
gişede de ödülünü alır. Asgar Farhadi’nin bir kadın ile erkeğin boşanmasını
sebepleri ve sonuçlarıyla çok yönlü bir şekilde irdeleyen bu filmi, insan
psikolojisini çok başarılı bir şekilde irdeliyor. Çocuğuna daha iyi bir gelecek
sağlamak için yurtdışına gitmek isteyen bir kadın, babası hasta olduğu için
karısının bu isteğine kayıtsız kalmak zorunda kalan adam, annesi ile babası
arasında kalan çocuk ve bu üçgenin arasına para kazanmak için girmek zorunda
kalan hamile Rahzie… İran’da eğitimli
üst-orta sınıf bir ailenin fertleri olan Nadir ile Simin’in hayatı, Simin’in
anlayışsızlığı ile gölgelendikçe işin içine başka meseleler girer. Yıkılan bir
aile üzerine kurulan çatışma başka yan çatışmaları doğurarak büyür. Tüm bunlar
elbette filmin gücünü ve etkisini de kat be kat artırır.
Farhadi’nin filmografisinin zirve noktası olan bu film, İran
Sineması’nın da can sularından biridir hiç kuşkusuz.
6) Takhté siah (Kara Tahta) – 2000
Yönetmen: Samira Makhmalbaf
Samira Makhmalbaf’ın filmi
Takhté siah, yine İran sinemasının önemli isimlerinden Bahman Ghobadi’nin de
oyuncu olarak bulunduğu bir film. Kürtçe olan film, her koşulda hayatını
kazanabilmek adına sırtlarındaki kara tahtalarla okuma yazma öğretmeye çalışan
insanları anlatıyor. Bu sırtlarına tahtayı takarak seyyar bir eğitim kurumu
gibi çalışan öğretmenler, aynı zamanda da üstlerine yağdırılacak kurşunlardan
korunmuş oluyorlar. Hem bir öğretim materyali hem de bir kalkan görevi gören
kara tahtalar filmin en önemli metaforu oluyor böylece. Fakat asıl amacı
dışındaki kullanıma ne yazık ki daha çok hizmet eder bu imge. Zira savaşın
ortasında can derdine düşmüş insanların okuma yazma öğrenmek asla öncelikli
planları değildir.
Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nün sahibi olan bu
etkileyici film, umudun çok uzak olduğu topraklardan umut vaat etmeyerek
gerçekçi bir tutum takınanlardan. Öğretme, âşık olma, yaşama umuduyla yanıp
tutuşan insanların ve hayatta kalabilmek için gerekirse tek başına mücadele
eden çocukların filmi olan Takhté siahe, derdini çok güzel anlatıyor.
7) Chand kilo khorma baraye marassem-e tadfin (Cenaze İçin Birkaç Kilo Hurma) – 2006
Yönetmen: Saman Salur
Genç yönetmen Saman Salur’un bu çizgi dışı filmi, tabiri caizse
keşfedilmeyi bekleyen bir hazine. Bir kara film olarak sınıflandırabileceğimiz
filmin, dramdan da oldukça beslendiği inkâr edilemez. Yenisi yapıldığı için
yolcularından ayrı düşen bir yol ve bu yolda hizmet veren derme çatma bir
benzin istasyonu, benzin istasyonunu bekleyen Sadri Ağa ve Nadi, bu yolu belki
de kullanan az sayıdaki insandan biri olan Postacı Abbas… Her biri birbirinden
yalnız olan bu karakterlerin hayata tutunmak adına çırpınışlarına şahit oluruz
seyirci olarak. Lakin hayatta fazlasıyla kayıp olan Sadri ile Nadi için hiçbir
şey o kadar kolay olmayacaktır ne yazık ki. Hayat onlar için terse işlemeye
başlamıştır bir kere. Çarkı döndürebilmek öyle kolay mıdır? Sadri ile Nadi için
pek de öyle değil. Hikâyeye yine etkili bir şekilde dâhil olan postacının
babası, kardeşi ve cenaze taşıyıcısı ile birlikte tamamen erkek dünyasında
geçen filmde, görünmeseler de umut
kaynağı hep kadınlar olur.
Siyah beyaz çekilen filmin, bu çekiciliğine karın da eşlik etmesi
atmosferi kusursuzlaştırmayı başarır. Karın da aslında etkin karakterlerden
biri olduğunu söylemeden geçmeyelim. Özellikle İran Sineması’nda görmeye pek
alışık olmadığımız bir tarzla seyircilerine büyülü anlar yaşatan Salur’un
dileriz yolu açık olur.
8) Badkonake sefid (Beyaz Balon) – 1995
Yönetmen: Jafar Panahi
İran sineması denilince akla gelen ilk şeylerden biri de kuşkusuz
çocuklar olur. İran filmlerinin büyük bir çoğunluğunun çocuk kahramanlarla
çocukların hayatına konuk olması elbette bir tesadüf olamaz. Yokluk, baskı,
savaş gibi koşulların en büyük mağduru çocuklar olursa, en çok hikâye de
onların hayatlarından çıkar elbet. İran rejimi tarafından film çekmesi
yasaklanan Jafar Panahi’nin, Badkonake sefid filmi, çocukların dünyasında geçer.
İran kültüründe özel bir gün için satılan balıklardan en tombul ve en güzel
olan beyaz balığı almak için uzun mücadeleler veren Razieh, abisi Ali ve balon
satan Afgan çocuk… Annesinden balığı almak için parayı uzun mücadeleler sonucu
alan Razieh’in yolu engebeli ve zorlu bir seyir izler. Parayı sürekli kaybedip
de bir türlü hayalini kurduğu balığa ulaşamayan Razieh ve ona bağlı olarak
abisi ve daha birçok kişi seferber olur. Lakin bu seferber olan insanlar
arasında özellikle Afgan çocuğa diğerlerinin davranışı ötekileştirmenin tam da
net bir örneğidir. Ona ismini bile sorma gereği duymayan Razieh ve abisi işleri
bitene kadar ondan faydalanıp sonra da arkalarına bile bakmadan çeker giderler.
Razieh’in beyaz balığa ulaşma çabasından daha çok Afgan çocuğa bakış açıları ve
ona olan davranışlarına ayna tutma amacı taşıdığını düşündüğüm bu filmin, çok
önemli bir iş yaptığı aşikâr.
Son sahnesinde balonlar arasında da ötelenen beyaz balonu ile
yapayalnız kalan Afgan çocuğunun görüntüsü adeta yürek dağlayacak cinsten.
Abbas Kiarostami’nin senaryosunu yazdığı Panahi’nin bu ilk filmi çocuk dünyası
gibi bir saf evrende ötekileştirmeyi, yabancılaştırmayı anlatan güçlü bir belge.
9) Dast-neveshtehaa nemisoosand (El Yazmaları Yanmaz) – 2013
Yönetmen: Mohammad Rasoulof
İran İslam Cumhuriyeti tarafından film çekmesi yasaklanan yönetmenlerden
biri olan Mohammad Rasoulof’un bu filmi, 1995 yılında rejimin, 21 gazeteci
yazara suikast girişiminden yola çıkılarak çekilen çarpıcı bir belge. El
Yazmaları Yanmaz, bu suikast sürecinin yazıldığı el yazmaları üzerine
çatışmasını kurar. Bir tarafta bu el yazmalarını yazan ve saklayan yazar, şair
yani entelektüel karakterler bir tarafta ise dönek, rüzgâr nereden eserse oraya
dönen kaypaklar, devletin maşası olan işkenceci kansızlar… Ve bu iki tarafın
ortasında her pahasına sahip olunmak istenen el yazmaları… Bu süreçte rejimin
geçmişte ve şimdi hiç değişmeyen bir bakış açısıyla işkencelerine,
cinayetlerine devam ettiklerinin altını çizer önemle Rasoulof. Aradan geçen
sekiz yıl hiçbir şeyi geliştiremediği gibi, bilakis daha da dibe batmasına
neden olmuştur. Film, izleyicinin entelektüel adamların yanına kendini
konumlandıracağını bilmesine rağmen hikâyeyi işkencecinin gözünden anlatmayı
tercih eder. Bu da işkenceci katillerin de nasıl zorlu, çetrefilli, herkes gibi
bir hayat yaşadığını vermek açısından oldukça yerinde bir karar olur.
Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış Ödülü alan El
Yazmaları Yanmaz’da, doğrusal işlemeyen kurgu, zaten gerilimli hikâyeyi daha da
etkili kılmayı başarır. Bir rejimin muhalif kesimi nasıl sindirdiğini, etkisiz
hale getirdiğini görmek açısından bile olsa izlenmeyi hak eden film, kesinlikle
bundan daha fazlasını da sunar.
10) Safar e Ghandehar (Ayın Ardındaki Güneş: Kandahar) – 2001
Yönetmen:Mohsen Makhmalbaf
İran’ın önemli yönetmenlerimden Mohsen Makhmalbaf’ın gerçek bir
hayat hikâyesinden esinlenerek çektiği Safar e Ghandehar, özellikle 11 Eylül
saldırısından sonra tüm dünyada ilgi çekmiştir. Küçük yaşta kardeşinden ayrı
düşen ve daha sonra Kanada’da yaşayıp, başarılı bir kadın olan Nafas’ın
Afganistan’daki intihar etmeyi planlayan kardeşini bulmaya çalışmasını anlatır
film. Taliban rejimi altında zorlu bir hayat yaşayan insanların yaşamına bizi
sokan film, izlemesi zorlu bir sürece ortak eder seyirciyi. Burkalar altında
kimliksiz kadınların, yoksulluk içinde yaşayacak bir yol arayan çocukların,
mayınlarla her geçen gün sakat bırakılan bir ırkın hikâyesi olur film.
Her anlamda esir alınmış bir toplumun bir portresini etkili bir
şekilde sunar bu filmle Makhmalbaf.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder