Özellikle son zamanlarda sinema, insanın hayvana dönüşünü konu alan filmler yapmakta. Kiminde fiziki olarak tam bir dönüşüm gerçekleşirken kiminde de daha çok psikolojik bir dönüşüm yaşanmakta. Dilerseniz bu filmlerden on tanesine daha yakından bakalım.
1) Gaav (İnek) – 1969
Yönetmen: Dariush Mehrjui
Humeyni’nin İran’da İslam Devrimi’ni yapmadan önce çekilen Gaav, İran Yeni Dalgası’nın ilk filmi olarak kabul edilmekte. İran’da sinemanın henüz gelişmediği tarihlerde çekilen bu film, devrinin ötesinde bir başarıya sahip. İran’ın açlıkla mücadele eden bir köyünde geçen hikâye, daha çok Hasan adlı köyün tek ineğine sahip adamının üzerinden ilerliyor. Hasan evli ve çocuksuz bir adam olarak çıkıyor karşımıza. Hasan, köyde tek olan ineğine aşırı derecede bağlı, hatta onu çocuğu yerine koymuş, tüm zamanını ona vermiş bir divanedir aslında. Bir gün Hasan evde yokken ineği hastalanarak ölür. Köylüler her ne kadar bu gerçeği saklayıp onu üzmemeye çalışmak için ineğin kaybolduğunu söyleseler de faydasızdır. Hasan için ineğinin kaybolması bile onun hayatının mahvolması anlamına gelir. Hasan ilk başlarda durumu kabul etmeyerek bu durumu atlatmayı dener. Fakat daha sonra gerçeklerden kaçamayarak yaşadığı travmanın esiri olur. İneği yoksa kendisi ne güne duruyordur. Kendini ineğinin yerine koyarak onun yokluğunun acısını dindirme yolunu seçer.
Doğadaki canlılar arasındaki ince çizginin ne kadar muğlâk olduğunun altını çizen bu film, bir insanın bedenen değil ama ruhen nasıl bir hayvana dönüştüğünü en iyi özetleyen filmlerden. Venedik’te Eleştirmenler Birliği Ödülü’nün sahibi olan film, bu üstün başarısını taçlandırmayı da bilmiştir böylece.
2) Når Dyrene Drømmer (Hayvan Düşü) – 2014
Yönetmen: Jonas Alexander Arnby
Listenin korku-gerilim türündeki bu filmi, bir nevi modern kurt
kadın hikâyesi. Evet, bu kez karşımızda dolunayda kurda dönüşen bir erk değil,
bir kadın var. Hem de kurda dönüşmesi erkekler tarafından engellenmesine,
baskılanmasına rağmen bunu başaran bir kadın karşımızdaki. Film, hasta annesi
ve babası ile yaşayan bir genç kızın işe girmesi vs gibi günlük rutinlerini
izlememiz ile başlar. Fakat bir süre sonra Marie’nin annesinde ve kendisinde yolunda
gitmeyen – belki de tam tersi yolunda giden- bir şeylerin olduğunu fark
etmesiyle olaylar farklı bir kulvara kayar. Vücudunda tüylerin çıkması ve daha
bir dolu değişiklik, tıpkı annesine yapıldığı gibi Mare’de de babası ve doktoru
tarafından baskılanmaya çalışılır. Fakat Marie buna izin vermeyecektir. Onun
yanında her durumda duran erkeğin de desteğiyle dönüşümünü gerçekleştiren güçlü
bir kadındır Marie. Ayrıca bunu gerçekleştirirken de kendisine engel olmak
isteyen güruha gerektiğinde şiddet kullanmaktan da çekinmez. Zira bundan
çekinirse benliğini ele geçireceklerini bilmektedir.
Bugüne kadar yapılan belki de en çarpıcı büyüme hikâyelerinden
biri olan Når Dyrene Drømmer, güçlü feminist damarıyla da takdiri hak eder.
3)Wild (Vahşi) – 2016
Yönetmen: Nicolette Krebitz
Hep mi insanlık hayvanları ya da ilkel toplumları ‘’medeni’’leştirecek. Modern olma adına tüm güzellikleri bırakıp aslında daha çok özümüzden, değerlerimizden uzaklaştığımız bu dünyada her şeyin tersine döndüğünü düşünelim. Bana kalırsa bunu düşünmek bile olağanüstü bir duygu. İşte Wild, en azından bir durum üzerinden bunu gerçekleştiriyor. Karşısına çıkan kurdu evine alarak onunla hayatı paylaşan Ania, doğanın sesini dinleyip, kendini kurdun düzenine bırakıyor. Bir süre sonra tamamen vahşileşerek aslında tam da belki de özünü buluyor. Wild’i tersten bir evrim hikâyesi olarak okuyabiliriz pek tabii. Modern hayatın içerisinde yalnızlaşmış bir kadının, vahşi hayata geçiş yaparak mutluluğu bulmasını anlatan bir yapım Wlid. İnsanoğlu ne kadar medenileşirse medenileşsin elbette sonunda özüne dönecektir. İşte Wild, bu çarpıcı gerçeği mükemmel bir dille, kendinden emin ve sade hareketlerle gerçekleştiriyor.
Güçlü bir materyalist bakış açısı sergileyen bu filmi, gerçeklerle yüzleşmek isteyenler evvela izlesin derim.
4)The Lobster (Istakoz) – 2015
Yönetmen: Yorgos Lanthimos
Yönetmenin Yunanistan dışında çektiği ve tüm dünya tarafından tanındığı, ödüllere boğulduğu film olan The Lobster, yaşayabilmek için iyi bir eş olabilmenin ya da asla eş olmamanın zorunlu olduğu bir distopya çizer. İki bölümden oluşan filmin ilk yarısı ya 45 gün içerisinde kendine uygun bir eş bulacağın ya da istediğin hayvana dönüştürüleceğin bir otelde, ikinci yarısı ise eş olmanın yasak olduğu bir ormanda geçmektedir. Evet, filmde eş olamayanlara verilen ceza hayvan olmaktır. Bu cezayı alacak kişilere hangi hayvan olacağını belirleme şansı verilmekte. Başkarakterimiz bu cezayı alacak olursa bir ıstakoz olmaya karar verir. Filmde öncesinde devletin, sonrasında ise ona karşı mücadele veren illegal oluşumun faşizmine tanık oluruz. Film bir yandan bu kadar sert ve eleştirel olsa da bir yandan da mizah yönünden oldukça zengindir. İnsanın tüylerini diken diken eden bir sahne de seyircisini kahkahayla güldürmekten çekinmeyecek kadar da egolarından sıyrılmış olduğunu gösterir Lanthimos.
Lanthimos’un sistemi karşısına alıp da ona arsız bir çocuk gibi türlü komiklikler yaptığı The Lobster, sistemin tüm işleyişini eleştirir böylece. Kim bilir insanların vahşi dünyasında bir insan olarak kalmaktansa hayvan olmak belki de en güzelidir ne dersiniz?
5)Kosmos – 2010
Yönetmen: Reha Erdem
Yerli sinemanın önemli kilometre taşlarından olan Kosmos, bir nevi distopik bir evrende geçiyor. Kars gibi büyüleyici atmosferiyle her yönetmenin radarına giren şehir, Erdem’in filmine de tüm maharetini gösterecek kadar misafirperver davranıyor. Sermet Yeşil gibi başarılı bir oyuncunun bedeninde adeta şahlanan Kosmos karakteri, meczup bir gezgin. Kosmos, modern insanın koyduğu ahlak kurallarını hatta ve hatta iletişim şekillerini bile reddeden bir ermiş bir nevi. Hayvanlara hükmettikten sonra medenileştiğini zanneden insanlığın karşısına yerleştirdiği Kosmos ile mükemmel bir çatışma yaratan Erdem, Kosmos üzerinden insanlığın tüm kokuşmuş davranışlarını hedef seçiyor filmine. Yemek yeme adına hayvan ırkını katletmelerinden tut da, hiç sorgulamadan kabul edip geldikleri ahlaki kurallara kadar… Filmde özdeşlik kurduğumuz Kosmos ise insanın özüne dönüşü temsil ediyor adeta. Hayatta tek önemli olan şeyin aşk olduğuna inanan Kosmos, aşkını Neptün’ü (Türkü Turan)bulduğunda onunla olan iletişim şekli ile kuşkusuz filmi izleyen herkesi derinden etkilemiştir. Birbirleri ile kuşların dilinde ve hareketinde meşk yapan âşıklar adeta seyirci olarak bizleri mest ederler. Neptün ile Kosmos’un adeta birbirleri ile seviştikleri ve tek vücut olup birleştiklerini hissettiren bu iletişim şekli akıllardan çıkmayacaklardan kuşkusuz.
İnsanın modernleşmeden önceki özüne saygı duruşu niteliğindeki bu film, önünde saygı ile eğilmeyi hak ediyor sanırım.
6)Karhozat – 1988
Yönetmen: Béla Tarr
Tarr’ın tek bir kişiye odaklanarak yaptığı filmlerden biri Kárhozat. Hayatta tutunacağı hiçbir dalı olmayan Karrer, âşık olduğu evli kadına yatırır tüm umutlarını. Film boyunca, Karrer’in evli ve çocuklu olmasına rağmen onu hayata bağlayacak tek şey olan kadını elde etmek adına harcadığı çabayı izleriz neredeyse. Bu süreçte Karrer’in yaşadığı büyük yalnızlığı Tarr, içimize içimize işler. Kimi zaman teleferiğin gidiş gelişlerini izlerken, kimi zaman yağmuru, kimi zaman da köpekleri… Karrer’in yalnızlığı tüm çabalarına rağmen yok olmadığı gibi filmin sonunda boyut değiştirerek yoluna devam eder. Karakter bu yalnızlığın üstesinden gelmeyeceğini anlayınca doğaya yüzünü döner; filmin sonunda şehre arkasını dönerek kırlara doğru yürümesi ve bir köpekle onun dilinde dalaşması bunun en büyük ispatı olur kuşkusuz. Şehir hayatının yalnızlığını, bireyselliğini bırakarak uçsuz bucaksız doğaya doğru giderek huzuru, bir köpek olarak yaşamayı seçerek de kuşkusuz daha onurlu bir hayatı tercih etmiş olmaz mı?
Kaybeden bir karakterin, çıkışsız hayatını gözler önüne seren bu film, ihanet ve yalnızlık hakkında oldukça değerli bir eser olmaya sonuna kadar hak eder.
7)The Fly (Sinek) – 1986
Yönetmen: David Cronenberg
Cronenberg’in bu filmi, 80’lerdeki bilim-kurgu akımının etkisiyle çekilmiş bir film hiç kuşkusuz. Günümüzde bile hayal etmesi zor olan ışınlanma makinesini icat etmiş Seth, ilk başlarda cansız varlıklar üzerinde denediği makineyi daha sonra bir maymun üzerinde ve son olarak kendi üzerinde dener. Fakat ışınlanma makinesine girerken bir sinek de onunla birlikte girer. İşte bu durum Seth üzerinde yavaş yavaş gerçekleşen bir dönüşümü başlatır. Seth, artık bir sineğe dönüşmektedir. İlk zamanlar bir sinek adam gibi görünüm ve
davranışlara sahip olan Seth, en sonunda tam olarak bir sinek olur.
Cronenberg’in dönüşüm mevzusuna bilim-kurgu ekseninden baktığı The Fly, elbette oldukça önem arz eden bir film. Yalnız filmin 1958 yılında Kurt Neumann’ın The Fiy’ının remake’i olduğunu da söylemek gerek.
8) Wolf (Kurt Adam) – 1994
Yönetmen: Mike Nichols
Jack Nicholson’un başrolde Will Randal karakterine hayat verdiği sayısız kurt adam hikâyelerinden biri olan bu film diğerlerine kıyasla oldukça başarılı. Will geçirdiği bir kaza sonucu bir kurt tarafından ısırılır. Bu ısırılmadan sonra Will, sadece fiziki bir değişim geçirmez. Aynı zamanda da psikolojik bir değişim geçirir. Bu filmin listemizin konuklarından biri olmasının en önemli sebebi ise; kahramanımızın hayvana dönüşünden sonra hayatının daha yolunda gitmesi olur hiç şüphesiz. İnsanken başarısız, yenik bir hayat yaşayan Will, çok daha başka bir hayata yelken açar kurt adam olunca.
Bir efsane olmuş kurt adam ritüelini daha farklı bir pencereden ele almayı tercih eden Wolf, Nicholson’un oyunculuğuyla asıl başarısını yakalamakta.
9)Spirited Away (Ruhların Kaçışı) – 2001
Yönetmen: Hayao Miyazaki
Miyazaki gibi bir büyük ustanın başyapıtlarından olan Spirited Away, sadece çocuklara değil her yaşa hitap eden enfes bir film. Annesi ve babasıyla başka bir şehre taşınmak amacıyla yolda olan Chihiro’nun başından geçen olağanüstü olaylar, onun çocuk bedeninde kocaman bir yürek taşıdığının ispatı olur. Karşılaştıkları gizli geçitten Chihiro’nun engellemelerine karşı geçen aile, ruhların ülkesinde bulurlar kendisini. Böylesine tehlikeli bir dünyada temkinli olması gereken ebeveynler ne yazık ki oldukça sorumsuz davranarak birer domuza dönüşürler. Böylece çocuklarını bu tehlikeli dünyada yapa yalnız bırakırlar. Neyse ki onu çok önceden aslında tanıyan Haku, ona yardımcı olur da Chihiro, hayatta kalmayı, hatta anne ve babasıyla birlikte kurtulmayı başarır. Lakin bu süreç oldukça uzun ve zorludur. Özellikle kendisine büyük yardımı dokunan Haku’nun ejderhaya dönüşmesi ve hastalanması Chihiro’yu çok üzer ve önce onun derdine çare olmaya adar kendini. Haku’nun Yubaba için çaldığı mühürden dolayı hasta olduğunu anlayan Chihiro, kolları sıvayarak, mührü asıl sahibine ulaştırarak Haku’yu kurtarır. Üstelik onun küçükken düştüğü nehrin ruhu olduğunu öğrenir.
Bu insanların domuza, nehir ruhunun ejderhaya dönüştüğü, büyülü, renkli ama bir o kadar da korkulu dünyasına konuk olunan film Spirited Away, tam anlamıyla mükemmel bir eser. Özellikle de hayvanların, ruhların, insanların, yüzsüzlerin (noface) ve daha birçok varlığın bir arada iç içe anlatılmasıyla başarıyor bunu.
10)Die Verwandlung (Dönüşüm) – 1975
Yönetmen: Jan Němec
Franz Kafka’nın bugüne kadar birçok eseri önemli yönetmenler tarafından sinemaya uyarlandı. Fakat Kafka’nın başyapıtı olan Dönüşüm, sinemaya uyarlanması en zorlu eserlerinden biri olduğundan hep çekingen kalınmıştır. Dönüşüm o kadar sade ama o kadar derinlikli, önem arz eden bir eserdir ki; onu bir başka sanat dalına aktarmak pek güçtür. Lakin kendisiyle aynı ülkeden olan Němec, bu işe el atmaya cesaret eder. 1975 yılında bir televizyon filmi olarak tasarladığı filmi, orta metraj olarak çekmeyi tercih eder. Gregor Samsa’nın bir sabah uyandığında kendini böcek olarak bulmasıyla başlayan hikâye filmde esere göre daha yalın ve sade anlatılır. Samsa’yı asla görmediğimiz filmde her şeyi ve herkesi onun gözünden takip ederiz. Samsa filmin gözü olur. Ailesinin ona karşı tutumları ve davranışlarını onun gözlemleri ve algılayışıyla izleriz filmde.
Kafka’nın bu ölümsüz eserinin etkileyiciliğini asla veremese de yine de farklı bir deneme olduğundan dolayı tanışılması gereken bir film Die Verwandlung.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder