9 Ağustos 2018 Perşembe

Faşizm Mağduru Çocuklar



1) The Childhood of a Leader (Bir Liderin Çocukluğu) - 2015

Prescott

The Childhood Of A Leader, bugüne kadar dünyanın farklı bölgelerinde insanlığa zulüm uygulamış faşist liderlerin çocukluğuna gidiyor bir nevi. Bir faşist lider nasıl olur sorusunu cevaplamaya çalışan film, oldukça kasvetli ve karanlık bir atmosferde geçiyor. Filmin seyir zevki tartışmaya açık olsa da oyunculuklar konusunda sınıfı geçtiği inkâr edilemez. Özellikle çocuk oyuncunun oldukça başarılı olduğunu hatta tüm filmi onun sırtlayıp götürdüğü söylenebilir. Güçlü çizilmiş bir çocuk karakter var karşımızda kesinlikle. Faşist bir kafa yapısındaki baba ve aşırı dindar, diktatör annenin ellerinde büyüyen bir çocuk… Elbette ileride insanlığa zulmedecek bir diktatör olur değil mi? Faşist bir ortamda büyüyüp kendisi de faşist olan Prescott’un hikâyesi, kesinlikle çok etkileyici.




2) Ivanovo Detstvo  (İvan’ın Çocukluğu) – 1962

İvan

İvan, ailesini dünyadaki faşizm sonucu, savaşta kaybetmiş ve askerler tarafından büyütülen bir çocuk. İvan’a her ne kadar çocuk desek de o bu terimi kendi üstünden atmak için elinden gelen çabayı gösterir. Zira yetişkin olan ebeveynlerini bile elinden alan hayata karşı güçlü bir duruş sergilemesi gerektiğini çok erken anlayanlardan o. Aralarında olduğu birçok askerden daha sert bir mizaca bürünen İvan, sadece çocukluğundan, rüyalarında kaçamaz. Neyse ki kimsenin rüyalarını göremeyeceği için telaş yapmasına da gerek kalmaz. Bilakis her defasında annesinin yüzünü gördüğü rüyaları ona can suyu olur. Muhtemelen baya kısıtlı bütçeyle çekilen filmin gerçek zamandaki sahneleri pek de etkileyici olamıyor rüyalar kadar. Ivanovo detstvo, İvan’ın rüyalarında böylelikle çocukluğunda daha zevkli bir seyir sunmakta. Özellikle elma kamyonunun içerisinde bir kız ile olduğu rüya, bambaşka bir görüntü tekniği ile de farklı bir âleme götürür izleyenleri. Tek başına o sahnenin bile uzun bir analize gebe olduğu bir gerçek.

Başrolünde çocuk olan en sert, en sorgulayıcı ve belki de en etkileyici filmlerden biri olan Ivanovo Detstvo, sırf bir çocuğun hayat tarafından nasıl bir dönüşüme uğradığını anlatan İvan’nın son fotoğrafını görmek için dahi izlenir.




3) The Boy in the Striped Pyjamas (Çizgili Pijamalı Çocuk) – 2008

Bruno ve mahkum çocuk

The Boy in the Striped Pyjamas, dünyanın en büyük katliamlarından birinin yaşandığı Auschwitz’de geçer. Bu kampı Nazi askerlerinin kaldığı ve toplama kampı olarak ikiye ayıran tel örgülerde çarpıcı bir arkadaşlık yaşanır. Nazi askerinin oğlu ile toplama kampı tutsağı bir çocuk… Gerçeklerden, hayatın kötülüklerinden uzakta masum bedenlerin arkadaşlığına şahit oluruz. Bu film, çocukların kötülüklerden tamamen uzak olduğunu öylesine çarpıcı bir yolla anlatır ki, ürpermemek elde değildir. İki çocuk da faşizmin en büyük kurbanlarındandır öyle değil mi?




4) La Vita è Bella (Hayat Güzeldir) – 1997

Joshua

İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi olduklarından dolayı toplama kampına düşen küçük Joshua ile babası Guido, hayatlarından yürekleri burkan bir kesitle karşımıza çıkarlar. Guido ile Joshua, koskaca toplama kampında adeta ikisi varmış gibi yaşarlar tüm film boyuca. Çünkü Guido, oğluna toplama kampının bir yarış mekânı olduğunu, bir yarışa katıldıklarını ve kazanana tank hediye edileceğini söyler. Böylece onu, oğlunu gerçeklerden elinden geldiğince uzak tutmaya çalışan bir baba olarak izleriz. Guido, oğlunu bu beyaz yalana inandırmak için hayatını feda eder adeta. Yaşanılanlara hayıflanmaktansa tüm aklını, enerjisini oğlunun bir oyuna inanmasına harcar. Josjua da bu yarışta galip olmak için bir çocuktan beklenmeyecek çabayı göstermekten geri durmaz.

Çocuk karakter Joshua’nın tüm filmi baba karakteri ile birlikte sırtladığı hatta bir adım daha öteye çıktığı bu film, faşizmin en direk mağduru olan çocuklardan birini izletir bizlere.




5) Schindler's List (Schindlerin Listesi) – 1993

Kırmızı paltolu kız

1993 yılında Steven Spielber’in imza attığı Schindler's List, gerçekten yaşanmış olaylara dayanan, gelmiş geçmiş en güçlü dramlardan biri olarak anılmakta. Oscar Schindler adlı bir Nazi üyesi, işadamının, tek derdi para kazanmakken, 1100 tane Polonya Yahudisi’ni ölümden kurtarması gibi bir iyiliğe nasıl karar verdiğini ve bu sürecin nasıl işlediğini gözler önüne serer film. İnsanlığın bilinen en büyük soykırımlarından biri olan Yahudi soykırımının ve bu süreci azdıran İkinci Dünya Savaşı’nın bugüne kadar sayısız filmi yapılmış ve yapılmaktadır. Her biri de değindiği konu itibariyle fazlasıyla çatışması güçlü dramlar olarak akıllardan çıkmaz. Lakin İkinci Dünya Savaşı, Naziler, Yahudi Soykırımı denilince ilk akla gelen filmlerden biri kuşkusuz Schindler's List olur. Lakin Schindler's List denilince tüm izleyicilerin aklına filmden gelecek ilk kare kırmızı paltolu küçük kız olmaz mı? Belki listedeki tek karakter olmayan, asla tam anlamıyla tanımayacağımız, daha çok filme etkileyici bir fon olan bu küçük kızın etkileyiciliği hiçbir filmde yok bana kalırsa.

Sessiz ve sakince sahnelerden akan o kırmızı paltolu kız, kısa süre sonra öldüğünü öğrenmemizle de bizi can evimizden vurur.




6) Das weiße Band (Beyaz Bant) – 2009

Gustav

Beyaz Bant, ismi gibi masumiyeti değil aksine kötülüğü odağına alan bir filmdir. Michael Haneke’nin en kasvetli, en soğuk, en kötücül filmlerinden biridir. Birinci Dünya Savaşı öncesi Almanya’nın durumunu irdeleyen film, terörizmin nasıl doğduğunun, katliamcı bir ırk haline gelecek insanların temelinin neye dayandığını gözler önüne serer Haneke bu filmde.  Konvansiyonel sinemada olduğu gibi asla kimin neden köyde gerçekleşen kötülükleri yaptığını anlayamayacağımız bir film Beyaz Bant. Zira yönetmenin derdi bu değildir; Haneke, kötülüğün doğuşuna odaklanır, nedenine değil. Üstelik bu doğuşu bir babanın çocuklarını yetiştirme tarzından, onları eğitmesinden aktarmaya çalışır en çok da. Özellikle belki de dünyanın en masum yüzlü çocuklarından birineGustav’a uygulanan ağır yasakçı eğitim, her şeyin sebebini ortaya koymakta.

Haneke, kamerası ve yarattığı atmosfer ile de filmin soğuk duruşunu ve sert tavrını korur. Asla katharsisi yaşayamayacağımız bu film, Haneke’nin seyircide en çok yabancılaştırma yarattığı filmi olur kuşkusuz.




7) Salò o le 120 giornate di Sodoma (Salo Ya Da Sosom’un 120 Günü) – 1975

Kurbanlar

Pasolini’nin, Fransız aristokrat Marquis de Sade’nin 1785 yılında yazdığı, gelmiş geçmiş en sıra dışı eserlerden biri olan Les 120 journées de Sodome ou l'école du libertinage’den uyarladığı filmi Salò o le 120 Giornate di Sodoma, sinema tarihinin en çok yasaklanan ve tartışılan filmlerindendir. Pasolini, kısmen de olsa kitapta anlatılanları hafifleştirerek İkinci Dünya Savaşı dönemine uyarlar. Salo Cumhuriyeti’ne(Faşist İtalyan Sosyal Cumhuriyeti) sıkı sıkıya bağlı,  dört seçkinin, dokuz kız çocuğu ve dokuz erkek çocuğunu –castta kurbanlar olarak geçiyorlar- kaçırarak onlar ile bir kaleye yüz yirmi gün boyunca kapanmaları ve bu süreçte gelişen olaylara odaklanır film. Uzman fahişelerle birlikte bir yandan cinsellik eğitimi verilir bir yandan da fiziki ve psikolojik işkence yapılır bu henüz gençlik öncesi dönemde olan bu çocuklara. Zira bana kalırsa hepsi de henüz birer çocuktur.  Senaryosunu da Pasolini’nin yazdığı film aslında birçok açıdan da onun yaşadıklarından izler taşır. İtalya’da kısa bir süre olsa da hüküm süren Mussolini’nin faşist rejiminde yaşadıklarını filmine yerleştirmeyi ihmal etmez yönetmenimiz.

Değme korku ya da gerilim filmine, seyirciyi zorlama konusunda fark atacak bu film, herkesin kolay kolay izleyemeyeceği türden. Hala dünyanın birçok yerinde yasaklı olan film, cinselliğin pek fazla olduğu ama asla özendirmeyip, aksine tiksindirdiği de bir yapım olma unvanını da taşır. Film vizyona girmeden birkaç gün önce faşistler tarafından dövülerek öldürülen Pasolini, kuşkusuz her şeyi göze alarak bu son eserine imza atmıştır. Zira çocuk yaştaki insanlara faşizm tarafından uygulananları izlemek bile çok zorken bunları perdeye yansıtma cesareti göstermek…



8)Sweet Movie (Tatlı Film) – 1975

İsimsiz çocuklar…

Dušan Makavejev, Kara Dalga akımının ilk akla gelen yönetmenlerinden biridir kuşkusuz. Kapitalizm ile olduğu kadar Stalinizm ile de problemleri olan Makavejev, filmlerinde her iki sisteme de eleştiri oklarını yöneltir. Lakin bunları yaparken klasik bir politik filmden çok daha farklı bir yol izler Makavejev. Sovyetler’in görünmeyen, gizli meselelerini tıpkı bir hafriyatçı gibi kazır durur. Sweet Movie’yi kapitalist sistem ve Sovyetler olarak iki bölümden ibaret olarak düşünebiliriz. İşte bu film, söylemek istediklerini söylemek için aracı olarak yine çocukları seçen ve onlar üzerinden derdini çok ama çok sert dile getirenlerden. Çocuklara uygulanan hem gayri ahlaki hareketler hem de sonunda katledilmeleri inanılır gibi değildir.    

Lakin film, son sahne ile hiçbir zaman akıllardan çıkmayacaktır. Ölü çocukların tekrar uyanışının olduğu anlar, bana kalırsa sinema tarihinin en tüyler ürpertici sekanslarından biridir




9)Persepolis – 2007

Marjane

Marjane Satrapi'nin direk kendi yaşamını konu alan film, İslam rejiminin faşizmi altında harcanan hayatları gözler önüne serer. Bunu yaparken de yaşanılanlara yaşından beklenmeyecek bir şekilde duyarlı, daha farklı olan bir çocuk üzerinden yapmayı tercih eder film. Marjane'i çocukluktan gençliğine, aslında gerçekten olgun bir genç olana kadar takip ederiz. Öncesinde faşist düzenin kendi ülkesinde ona yaşam alanı bırakmamasına sonrasında ise kaçış için gittiği Avusturya'da mutsuz olur. Hayat onu ne kendi topraklarında ne de başka bir yerde özgürce, mutlu bir hayat yaşatmaz. Marjane, çok zorlu, çetrefilli, hayal kırıklıklarıyla dolu bir büyüme geçirir. Bizi de bu yorucu ve üzücü büyümesine ortak eder. Böylesine önemli bir meseleyi siyah beyaz, gayet basit çizimlerden oluşan bir animasyon ile vermeyi tercih eden Persepolis, etkileyiciliğini kat be kat arttırıyor. Siyahların dünyasındaki o reprenkli dünyaya sahip kızın hikâyesini izlemek gerek.


10)Duvar  (Le Mur) – 1983

Koğuştaki çocukların hepsi.

Duvar, Güney’in kanserin pençesine iyice düştüğü sürgün yıllarında adeta direne direne yarattığı son eseri. Güney gibi sinema sevdalısı nice yönetmenin acılar içerisinde kıvrana kıvrana, daha söylemek istedikleri bir dolu şeyi anlatma heveslerine aşinayız ne de olsa. İşte ülkesinin meselelerini yıllardır anlatsa da bitiremediğini gören Güney, hasta da olsa kolları sıvar Duvar ile tekrar. Hem de ülkesinden çok uzakta, Paris’te. Çocuk koğuşunda yaşananları anlattığı film, Güney’in en didaktik de filmidir ne yazık ki. Güney’in yaşla birlikte sakinleşmesi gereken öfkesi bu filmde daha da alevlenmiştir. Duvar’ın en önemli handikapı da bu olur zaten. Fakat Güney’in Ankara Hapishanesi’nde tutsakken şahit olduğu olaydan esinlenerek bu filmi kaleme aldığını bildiğimiz için onu anlamamak elde değil. Didaktik olması dışında her şeyin gayet başarılı olduğu film, Güney’in kaybeden çocukların dünyasına kamerasını çevirdiği çok önemli bir miras. Zira ülke sinemasında hapishanedeki çocukların yaşantısını anlatan bir film bir daha da yapılmamıştır. 80 darbesinden sonra ülkemizde uygulanan insanlık dışı uygulamalardan, yüz karalarından biri de çocuk tutsakların yaşadıklarıysa eğer, Güney’in de bunu anlatması gereklidir değil mi?

Güney’in sinema dünyasına bıraktığı son eseri olan Duvar’ı, yürek acısı hikâyesine kendinizi hazırlayarak izlemenizi tavsiye derim.




11)Uçurtmayı Vurmasınlar – 1989

Barış

Yerli sinemamızın gözbebeği olan Uçurtmayı Vurmasınlar, adli suçlu bir annenin hapishanede büyümüş çocuğu Barış ile yine hapishanedeki siyasi suçlu İnci’nin arkadaşlığını perdeye yansıtır. Annesinden ilgi göremeyen ve duvarların ötesindeki hayata dair hiçbir şey bilmeyen Barış’ı hayata bağlayan tek sebep ona şefkat ve ilgiyle yaklaşan İnci’dir. İnci ile Barış öylesine güzel bir arkadaşlık yakarlar ki, tıpkı Barış gibi biz seyircileri de İnci’nin tahliye olması çok üzer. Zira sevinilmesi gereken bir durum geride İncisiz kalacak olan Barış nedeniyle tam tersine döner. Neyse ki İnci, Barış’a bir gün bir uçurtmanın kuyruğunda geri dönebileceğini söylemiştir. Ve bu anlardan sonra oyuna, özgürlüğe hasret Barış’ın tek tesellisi uçurtmayı görmek olur. Ne olduğunu bile bilmediği, o uçan şeyi görmek… Barış’ın ülkemizin içinde bulunduğu durumu anlatmak amacıyla bize aracı olduğu film, gerçekten izleyenlerin en acıtan yerine dokunur.

Senaryosu, alt metni, oyunculukları ve yönetmenliği ile yerli sinemanın nadide parçalarından biri olan bu film, Barış’ın İnci, İnci sesleriyle hafızalardan çıkmayacak asla.




12) O Ano em Que Meus Pais Saíram de Férias (Annemler Tatilde) – 2006

Mauro

70'ler sonrası Brezilya'da faşist rejimden kaçan anne ve babanın Mauro adlı çocuklarını dedesinin yanına bırakarak kaçmalarıyla başlar film. Yalnız dede tam da o gün ölürse... Yalnız başına kalan Mauro, anne ve babasını tatile gitti diye bilerek, dedesinin evinde yaşar. Faşizm sebebiyle tek başına yaşamak zorunda kalan Mauro, bir yandan gerçek kültürünü öğrenir bir yandan da çocukluktan çıkar, büyür, gelişir. Listedeki diğer filmlere nazaran daha yumuşak hatta eğlenceli bir şekilde anlatmayı tercih eder derdini bu film. Lakin üslup ne kadar sert olmasa da gerçekleri bilen biz seyirciler, yeterince hisseder yaşanılanların rehavetini. Futbolu da bu çaktırmadan çok şey anlatan filmine güzellikle nakşeden yönetmen, aynı zamanda da Brezilya-İtalya derbisinde yaşanılanlarla en net haliyle, aslında hepimiz bir araya gelip, aynı şeylerle heyecanlanıp, sevinebilir, aynı acıları paylaşabiliriz demekte. Tabii tüm bu anlatılanları sırtına yükleyip, taşıyabilen, faşizm mağduru Maruosuz olamazdı hiçbiri.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder