Michel Gondry’in 2004 Eternal Sunshine of The Spotless Mind
isimli yapımı, gelmiş geçmiş en sevilen romanslardan biri olmuştur hiç
kuşkusuz. Alışılagelmiş salya sümük aşk filmlerindense, yaşanan hikâyeyi
fantastik bir dünyada anlatmayı seçen bu eşsiz film, başarısını Oscar’da En İyi
Orijinal Senaryo Ödülü başta olmak üzere birçok ödülle taçlandırmayı
bilmiştir. Kate Winslet ve Jim Carrey’in
başrollerinde harikalar yarattığı Eternal Sunshine of The Spotless Mind’in
marifetlerini saymak belki de imkânsız. Birçok kişiye âşık olmayı dileten, kış
mevsimine hayran olduran, saçlarını rengârenk boyatmak istetecek ama en
önemlisi âşık olacağınız kişiden asla kaçamayacağınızı eşsiz bir şekilde
özetleyen bir film. Her ne kadar
anılardan kaçmak istesek de, kendimize yeni bir sayfa açmayı arzulasak da orada
bir yerlerde her şey tam da bıraktığımız gibi durmakta diyen bu filmin,
birbirinden unutulmaz sahnelerini konuşmak kuşkusuz faydasız. Zira hangi
sahneden, hangi diyalogdan, görüntüden başlayacağını bilemezsin. Tüm film tek
bir vücut olmuş hafızanda durmadan akar, durur. Lakin filmin adı söylendiğinde,
ilk gözümüzün önünde canlanacak bir an vardır ki. Ah o an… İşte o an,
bambaşkadır.
Joel ile Clementine, yeni tanışmış ve birbirlerine
delicesine tutulmuş iki âşık olarak kendilerini dışarıya vurmuşlardır.
Clementine’nin isteği üzerine, üzeri buz donmuş gölün dibinde buluverirler
kendilerini. Joe her zamanki gibi temkinli ve ürkek, Clementine ise fazlasıyla
cesur ve arzuludur. Atar kendini buzların üzerine sorusuz sualsiz. Ne de olsa
kalbini pır pır ettirecek, yol arkadaşını bulduğundan fazlasıyla emin, mutlu ve
hesapsızdır. Bir an sonrasının ne olacağını düşünmeden, ölçmeden, biçmeden
yaşamak, anın tadını çıkarmak arzusunda yatar boylu boyunca buzun üzerine.
Ürkek kuşumuz Joe ise kalbini ansızın esir alan bu rengârenk saçlı, yaramaz
kadının yere düşmesine kayıtsız kalamayarak, o da bu kayıtsızlığa, anın
heyecanına kaptırır kendini. Ve öylesine bir tablo oluşur, öylesine bir kare
ortaya çıkar ki, kelimelerle anlatmak, kuşkusuz çok büyük haksızlıktır. Ellerin
buluşması, sarılma, yüzlerdeki ifadeler ve Joe’nun yaptığı konuşma… Anlatılamaz
asla. Dile dökülen sözlerin etkileyiciliği mi yoksa oluşan tablonun büyüsü mü daha
çok bizi bizden alır, karar vermek güç. Fakat tek bir şeyden emin olabiliriz. O
da yıllar geçse de, nice aşklar yaşansa da sinemada, bu sahne hep baki
kalacaktır. Haksız mıyım? Buyurun kararı siz verin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder