1995 yılında Richard Linklater bize pek alışık olmadığımız bir
romantik komedi eseri armağan etti. Zira filmimizdeki çiftler birbirlerine kur
yapmaktan ya da birbirlerine kavuşamama sancısı çekmekten çok hiç durmadan
bulundukları enfes şehirleri gezip konuştular. Durmaksızın konuşan geveze
çiftlerimiz, biz seyircileri bu bazen takip edilmesi bile zorlaşan
sohbetleriyle adeta kendilerine hayran bıraktılar. Final ile de yine şaşırtıcı
bir hamle yapan Linklater, böylece filmine hayran olan kitleye bekleyin bu çiftleri
yine bol bol dinleyeceğiz demişti ki, dokuz yıl sonra onlarla bizi gerçekten de
yine buluşturdu. Hatta bir dokuz yıl sonra da tekrar. Böylece yirmili yaşlarında
birbiriyle tanışan Celine ve Jesse ile uzun süreli bir dostluk yaşattı adeta
Linklater bizlere. Before Sunsire, Before Sunset ve Before Midnight bana
kalırsa en gerçekçi, en çarpıcı aşk filmlerinden. Zira aynı kişilerle on sekiz
yıla yayılan bir serüvene imza atan bu filmler ilişkiler ve aşk üzerine en
olması gereken tespitleri yapan, fazlasıyla realist yapımlar olma unvanını
sonuna kadar hak eder hiç kuşkusuz.
Bu methiyeler dizilmekle bitirilemeyecek serinin en önemli
meziyetlerinden birisi ise izleyicilerin aklından çıkmayan diyalogları ve
gözlerimizin önünden gitmeyen kıskanılası anları olsa gerek. Her an sevgilimizle
bindiğimiz bir tramvayda ya da arabada filmden aklımıza düşen anların olduğunu
kim inkâr edebilir. İlk etapta birbirlerine kur yapmak daha sonra ise
ilişkilerini beslemek hatta ve hatta yorgun düşen aşklarına can suyu olmak için
en iyi yaptıkları şey konuşmaktır Jesse ile Celine’nin. Kimi zaman felsefi,
gayet ciddi konuları kimi zaman da bir anılarını, kimi zaman ise tam anlamıyla
havadan sudan konuştukları bu bitmek bilmez anlar onların aşkını, ilişkisini
var eden en büyük sebep değil de nedir? İşte zaten birbirlerine ilk anda
tutulan bu iki çiftimizin Sunsire ile Sunset’de birbirine o kadar benzeyen
kısacık ama tüm ömre bedel bir anları vardır ki… Before Sunsire’de çiftimiz
Viyana’nın o eşsiz caddelerinde tramvayda gezerken, Celine hararetli bir şekilde
bir anısını anlatıyor Jesse de onu adeta kendinden geçmişçesine dinliyordur. Hah
işte! İşte tam o an Jesse, Celine’nin saçlarına dokunmak ister. İlk gördüğü
andan itibaren yanıp tutuştuğu şeye dokunup, hissetmek ister aslında. Fakat tam
dokunacakken Celine, Jesse’ye döner. Jesse hala adı konulmamış bir ilişkinin
mahcupluğuyla elini çeker.
Before Sunse’de ise dokuz yıl sonra tekrar
karşılaşmış olan çiftimiz bu kez Paris’in eşsiz sokaklarında arabayla yol
alırken bir yandan da dokuz yılı telafi etmek gayretiyle konuşmaktadırlar.
Jesse, bu süreçte talihsiz evliliğinden ve her an Celine’ni düşünerek
geçirdiğinden bahsederken Celine, dokunmak ister onun saçlarına. Anlattıklarından
dolayı acı çektiğini hissettiği Jesse’ye yardım etmektir belki de amacı. Fakat
Jesse’nin kafasını çevirmesiyle ayrı düşmelerinin verdiği mahcubiyet engel olur
bu kez de. Ne Jesse ne de Celine dokunamaz saçlara bir türlü. İzleyenlerin
adeta içinin yağlarını erittiği bu anlar sinema tarihinin en etkileyici
anlarından olmayı sonuna kadar hak eder kesinlikle. Hem o kadar yakın, hem o
kadar mahcup, çekingen olabilmenin tarifi mümkünsüz ifadesidir bu anlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder