14 Ağustos 2018 Salı

İFF: Türkiye Sineması



Her yıl olduğu gibi yine İstanbul Film Festivali, festival takipçilerini heyecanlandıran bir seçkiyle karşımıza çıkmaya gün sayıyor. Ülkemiz festivalleri içerisinde özellikle yerli sinemanın en taze örneklerini bizlerle buluşturan İstanbul Film Festivali, bakalım bu yıl bize nasıl bir ziyafet hazırlamış.


Anayurt Oteli

Yusuf Atılgan’ın ölümsüz eseri Anayurt Oteli, bundan tam otuz yıl önce Ömer Kavur tarafından beyaz perdeye uyarlanmıştı. Kavur, Atılgan’ın kusursuz romanını adeta eserin şanına yaraşır bir özen ve itina ile perdeye uyarlamıştı. Kuşkusuz Yeşilçam döneminin sonlarında, yerli sinemanın can çekiştiği bir zamanda ustalıkla yazılmış bir eserin böylesine etkileyici bir şekilde hayat bulması inanılır gibi değildi. Kavur, neredeyse romanın üzerimizde bıraktığı etkiyi perdede yakalayabilmiş ender yönetmenin yanına adını yazdırmıştı bu hamlesiyle.  Macit Koper’in önünde saygıyla eğilmeyi hak eden muhteşem oyunculuğunun da katkısıyla sinema tarihine düşen bu eşsiz film, Anayurt Oteli, yenilenmiş kopyasıyla festivalde arz-ı endam edecek.

Bir festivalin yapabileceği en güzel şeyi yapan İstanbul Film Festivali’ne bu hamlesinden dolayı minnettar olduğumu en azından kendi adıma söylemeliyim. Umarım bu kaçırılmaması gereken fırsatı yakalayanlardan biri oluruz.




İşe Yarar Bir Şey

Belgesel yönetmenliği olarak başladığı kariyerini uzun metraj kurmaca filmlerle devam ettiren Pelin Esmer, beş yıl aradan sonra İşe Yarar Bir Şey ile tekrar perdede arz-ı endam ediyor. 11’e 10 Kala ve Gözetleme Kulesi’yle yerli sinemanın yüz akı olan filmlerine imza atan Esmer’in bir de senaryosunu Barış Bıçakçı ile birlikte kaleme aldığı yeni filmini merak etmemek elde mi?

İki kadının (Başak Köklükaya ve Özgü Karayel) yol hikâyesi olan filmin, biz seyircilere muazzam bir seyir zevki, akıllarda yer edecek bir hikâye sunacağına benim inancım tam. Bir de başkarakterlerden birinin Başak Köklükaya olduğunu bilmek, inancımı daha da perçinliyor kuşkusuz.



Kaygı

Ceylan Özgün Özçelik’in bin bir zahmetle çektiği ilk göz ağrısı Kaygı, nihayet festival sayesinde bizlerle buluşuyor. Berlinale’de seyirci karşısına çıkan Kaygı, tam da beklenildiği gibi oldukça ilgiyle karşılandı. Özçelik, bu ilk uzun metrajında ülke sinemamızda eşine pek de rastlanmayan bir türe el atıyor. Psikolojik gerilim sularında yüzen Kaygı, oldukça etkileyici atmosferiyle büyüleyici bir seyre davet ediyor bizleri.

Hasret kâbusları ve gerçek hayatı arasındaki gel-gitlerin arasına sıkışmıştır. Bu durumu bir süre sonra içinden çıkılmaz bir hal alır. Peki, Hasret’in kâbuslarıyla birlikte aklına takılan soru işaretleri cevaplanacak mı? Ya da bu kâbuslar Hasret’i nereye sürükleyecektir? İşte bu soruların cevabı Özçelik’in Kaygı’sını izleyerek yanıt bulacaktır. Açıkçası sizi bilmem ama ben filmi çok merak etmekteyim.




Kırık Kalpler Bankası

Açıkçası artık yerli sinemanın efsane isimlerinden biri olan ve oldukça geniş bir kitleye hitap etmesiyle bilinen Onur Ünlü, nihayet hayranlarına çektirdiği ayrılık acısına son verdi. Üç yıllık ara, Ünlü sineması olmadan nefes alamayanlar için ne uzun bir süreydi değil mi? Neyse ki Ünlü, uzun zamandır yolunu gözlediğimiz Kırık Kalpler Bankası ile sahalara dönüş yapıyor. Peki, Ünlü nasıl bir hikâye ile çıkıyor karşımıza sorusuna verilecek yanıt çok belli; futbol, aşk ve absürtlükler komedisi…

Şekspirvari dokunuşlarla bizleri okşayacak Kırık Kalpler Bankası’nın artık Ünlü sineması ile bütünleşen oyuncu kadrosu yine göz dolduruyor. Haluk Bilginer, Serkan Keskin, Tansu Biçer, Ahmet Mümtaz Taylan, Nazan Kesal ve daha niceleri… Sırf bu oyuncuların performansını bile düşünmek içimizi kıpır kıpır yapmıyor mu? Ah be Onur abi, kim bilir yine ne hınzırlıklar düşündün bizim için.



Tereddüt

Yerli sinemamızın tartışmasız en başarılı isimlerinden biri olan Yeşim Ustaoğlu, Tereddüt’üyle birçok festival dolaşmış ve başarısını ödüllerle taçlandırmıştı. Vizyona da girip, seyircisiyle buluşan Tereddüt, ne yazık ki kusursuza yakın hikâyesi, atmosferi, oyunculukları ile değil de sansür durumu ile öne çıkmıştı. Oto sansür veya her ne ise bu tartışmaları bir yana bırakarak Ustaoğlu’nun sinemamızda bana kalırsa devrim yaratan filmini ıskalamamak gerek.

İki farklı sınıftan, kültürden kadının aynı acıları, benzer sorunları göğüslemelerini, kusursuz bir ustalıkla ve oldukça cesur sahnelerle perdeye yansıtmak herkesin harcı değildir. Öyleyse Ecem Uzun ve Funda Eryiğit’in oyunculuklarıyla da adeta şahlanan bu filmi hala izlemeyenlerimiz varsa aman diyim bu şansı kaçırmayın.




Zer

İmza attığı birçok belgesel, kısa ve uzun metrajlarıyla rüştünü ispatlayan Kazım Öz, dur durak bilmeden yaşadığı toprakların acılarına, dertlerine bizleri de ortak etmeye devam ediyor. Dersimli Öz, doğduğu topraklarda yaşanmış ve yarattığı acının hiç dinmeyeceği Dersim Katliamı üzerinden bir yolculuk hikâyesi sunuyor bizlere.

New York’ta Dersim’e bir arayış hikâyesi olan Zer, kuşkusuz Öz’ün usta gözü ve kalemi, Feza Çaldıran’ın başarılı görüntü yönetimi ve oyunculuklarıyla eminim ki bizlere asla pişman olmayacağımız bir seyir sunacak.




Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var

Oyuncu olarak yıllardır etkileyici performanslara imza atan Rıza Sönmez ilk kez kaşımıza yönetmen olarak çıkıyor. Üstelik ismiyle oldukça şahsına münhasır bir filmle… Böyle bir film ismini görüp de ne anlattığını, nasıl bir seyre bizleri davet ettiğini zaten merak etmemek imkânsız. Bir de gösterildiği festivallerde yarattığı etkinin fazlasıyla olumlu olduğunu biliyorsak, geriye pek de düşünmeden filmi izlemek kalıyor sanırım.

Kars’ta geçen hikâyenin, müzisyenler, fotoğraflar, esnaflar, çıraklar ve daha neler neler barındırdığı ile ilgili ne söylesek boş. Bu farklı deneyimi izlemek gerek.




Taş

Orhan Eskiköy, Zeynel Doğan ile başladığı sinema yolculuğunu Taş ile yalnız başına devam ettiriyor. İki Dil Bir Bavul ve Babamın Sesi gibi çok başarılı bir belgeselde ve uzun metrajda imzası bulunan Eskiköy’ün beklentileri boşa çıkarmayacağına şüphe duymamak gerek. Yani en azından ben duymuyorum.

Bir yandan birilerinden kaçanlar diğer yanda kaybettiklerinin yerine başkalarını koymak isteyenler, kendi yarattığı hikâyeye inanıp da kaptıranlar… Ve daha niceleri kim bilir Taş’ta bizleri bekliyor.



Toprak


Türkiye’de belgesel denilince kuşkusuz ilk akla gelen isimlerden biri olan Nebil Özgentürk, yine bizleri ülkemizin acısı hiç dinmeyen bir yarasına ortak ediyor. 1924 yılında mübadelede zorunlu göçün mağduru olan iki karakter üzerinden özlem ve bir yere olan bağlılığı sorguluyor.

Nice kitaba, filme, belgesele konu olmuş, yıllardır yarattığı acıyı kaybetmeyen mübadele gerçeğini, Özgentürk’ün incelikli anlatımıyla izlemek gerek.




Blue

90’larda genç olup da Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı’yı dinlemeyen ya da adlarını duymayan yoktur sanırım. Yavuz Çetin, tıpkı kendisi gibi eşsiz bir müzisyen olup da hayata tutunamayan meslektaşlarından birçoğu gibi intihar etmiş, hayranlarını yalnız bırakmıştı. Boğaz köprüsünden atlayarak hayatına son veren Çetin’in ve Çaplı’nın yaşadıkları zamanlara bir yolculuğa çıkarıyor Blue bizleri.

Özellikle Çetin ve Çaplı’nın zamanlarına, dünyasına şahit olmuş, onları dinleyerek bir dönemlerine anlam katmış olanlar için paha biçilmez bir belgesel Blue. Sanırım böylesi bir belgeselin varlığının ne kadar önemli olduğunun farkındayızdır.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder