Her yıl olduğu gibi yine İstanbul Film Festivali, festival
takipçilerini heyecanlandıran bir seçkiyle karşımıza çıkmaya gün sayıyor.
Ülkemiz festivalleri içerisinde özellikle yerli sinemanın en taze örneklerini
bizlerle buluşturan İstanbul Film Festivali, bakalım bu yıl bize nasıl bir
ziyafet hazırlamış.
Anayurt Oteli
Yusuf Atılgan’ın ölümsüz eseri Anayurt Oteli, bundan tam
otuz yıl önce Ömer Kavur tarafından beyaz perdeye uyarlanmıştı. Kavur,
Atılgan’ın kusursuz romanını adeta eserin şanına yaraşır bir özen ve itina ile
perdeye uyarlamıştı. Kuşkusuz Yeşilçam döneminin sonlarında, yerli sinemanın
can çekiştiği bir zamanda ustalıkla yazılmış bir eserin böylesine etkileyici
bir şekilde hayat bulması inanılır gibi değildi. Kavur, neredeyse romanın
üzerimizde bıraktığı etkiyi perdede yakalayabilmiş ender yönetmenin yanına
adını yazdırmıştı bu hamlesiyle. Macit
Koper’in önünde saygıyla eğilmeyi hak eden muhteşem oyunculuğunun da katkısıyla
sinema tarihine düşen bu eşsiz film, Anayurt Oteli, yenilenmiş kopyasıyla
festivalde arz-ı endam edecek.
Bir festivalin yapabileceği en güzel şeyi yapan İstanbul
Film Festivali’ne bu hamlesinden dolayı minnettar olduğumu en azından kendi
adıma söylemeliyim. Umarım bu kaçırılmaması gereken fırsatı yakalayanlardan
biri oluruz.
İşe Yarar Bir Şey
Belgesel yönetmenliği olarak başladığı kariyerini uzun
metraj kurmaca filmlerle devam ettiren Pelin Esmer, beş yıl aradan sonra İşe
Yarar Bir Şey ile tekrar perdede arz-ı endam ediyor. 11’e 10 Kala ve Gözetleme
Kulesi’yle yerli sinemanın yüz akı olan filmlerine imza atan Esmer’in bir de
senaryosunu Barış Bıçakçı ile birlikte kaleme aldığı yeni filmini merak etmemek
elde mi?
İki kadının (Başak Köklükaya ve Özgü Karayel) yol hikâyesi
olan filmin, biz seyircilere muazzam bir seyir zevki, akıllarda yer edecek bir
hikâye sunacağına benim inancım tam. Bir de başkarakterlerden birinin Başak
Köklükaya olduğunu bilmek, inancımı daha da perçinliyor kuşkusuz.
Kaygı
Ceylan Özgün Özçelik’in bin bir zahmetle çektiği ilk göz
ağrısı Kaygı, nihayet festival sayesinde bizlerle buluşuyor. Berlinale’de
seyirci karşısına çıkan Kaygı, tam da beklenildiği gibi oldukça ilgiyle
karşılandı. Özçelik, bu ilk uzun metrajında ülke sinemamızda eşine pek de
rastlanmayan bir türe el atıyor. Psikolojik gerilim sularında yüzen Kaygı,
oldukça etkileyici atmosferiyle büyüleyici bir seyre davet ediyor bizleri.
Hasret kâbusları ve gerçek hayatı arasındaki gel-gitlerin
arasına sıkışmıştır. Bu durumu bir süre sonra içinden çıkılmaz bir hal alır.
Peki, Hasret’in kâbuslarıyla birlikte aklına takılan soru işaretleri
cevaplanacak mı? Ya da bu kâbuslar Hasret’i nereye sürükleyecektir? İşte bu
soruların cevabı Özçelik’in Kaygı’sını izleyerek yanıt bulacaktır. Açıkçası
sizi bilmem ama ben filmi çok merak etmekteyim.
Kırık Kalpler Bankası
Açıkçası artık yerli sinemanın efsane isimlerinden biri olan
ve oldukça geniş bir kitleye hitap etmesiyle bilinen Onur Ünlü, nihayet
hayranlarına çektirdiği ayrılık acısına son verdi. Üç yıllık ara, Ünlü sineması
olmadan nefes alamayanlar için ne uzun bir süreydi değil mi? Neyse ki Ünlü,
uzun zamandır yolunu gözlediğimiz Kırık Kalpler Bankası ile sahalara dönüş
yapıyor. Peki, Ünlü nasıl bir hikâye ile çıkıyor karşımıza sorusuna verilecek
yanıt çok belli; futbol, aşk ve absürtlükler komedisi…
Şekspirvari dokunuşlarla bizleri okşayacak Kırık Kalpler
Bankası’nın artık Ünlü sineması ile bütünleşen oyuncu kadrosu yine göz
dolduruyor. Haluk Bilginer, Serkan Keskin, Tansu Biçer, Ahmet Mümtaz Taylan,
Nazan Kesal ve daha niceleri… Sırf bu oyuncuların performansını bile düşünmek
içimizi kıpır kıpır yapmıyor mu? Ah be Onur abi, kim bilir yine ne hınzırlıklar
düşündün bizim için.
Tereddüt
Yerli sinemamızın tartışmasız en başarılı isimlerinden biri
olan Yeşim Ustaoğlu, Tereddüt’üyle birçok festival dolaşmış ve başarısını
ödüllerle taçlandırmıştı. Vizyona da girip, seyircisiyle buluşan Tereddüt, ne
yazık ki kusursuza yakın hikâyesi, atmosferi, oyunculukları ile değil de sansür
durumu ile öne çıkmıştı. Oto sansür veya her ne ise bu tartışmaları bir yana
bırakarak Ustaoğlu’nun sinemamızda bana kalırsa devrim yaratan filmini
ıskalamamak gerek.
İki farklı sınıftan, kültürden kadının aynı acıları, benzer
sorunları göğüslemelerini, kusursuz bir ustalıkla ve oldukça cesur sahnelerle
perdeye yansıtmak herkesin harcı değildir. Öyleyse Ecem Uzun ve Funda Eryiğit’in
oyunculuklarıyla da adeta şahlanan bu filmi hala izlemeyenlerimiz varsa aman
diyim bu şansı kaçırmayın.
Zer
İmza attığı birçok belgesel, kısa ve uzun metrajlarıyla
rüştünü ispatlayan Kazım Öz, dur durak bilmeden yaşadığı toprakların acılarına,
dertlerine bizleri de ortak etmeye devam ediyor. Dersimli Öz, doğduğu
topraklarda yaşanmış ve yarattığı acının hiç dinmeyeceği Dersim Katliamı
üzerinden bir yolculuk hikâyesi sunuyor bizlere.
New York’ta Dersim’e bir arayış hikâyesi olan Zer, kuşkusuz
Öz’ün usta gözü ve kalemi, Feza Çaldıran’ın başarılı görüntü yönetimi ve
oyunculuklarıyla eminim ki bizlere asla pişman olmayacağımız bir seyir sunacak.
Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var
Oyuncu olarak yıllardır etkileyici performanslara imza atan
Rıza Sönmez ilk kez kaşımıza yönetmen olarak çıkıyor. Üstelik ismiyle oldukça
şahsına münhasır bir filmle… Böyle bir film ismini görüp de ne anlattığını,
nasıl bir seyre bizleri davet ettiğini zaten merak etmemek imkânsız. Bir de
gösterildiği festivallerde yarattığı etkinin fazlasıyla olumlu olduğunu
biliyorsak, geriye pek de düşünmeden filmi izlemek kalıyor sanırım.
Kars’ta geçen hikâyenin, müzisyenler, fotoğraflar, esnaflar,
çıraklar ve daha neler neler barındırdığı ile ilgili ne söylesek boş. Bu farklı
deneyimi izlemek gerek.
Taş
Orhan Eskiköy, Zeynel Doğan ile başladığı sinema yolculuğunu
Taş ile yalnız başına devam ettiriyor. İki Dil Bir Bavul ve Babamın Sesi gibi
çok başarılı bir belgeselde ve uzun metrajda imzası bulunan Eskiköy’ün
beklentileri boşa çıkarmayacağına şüphe duymamak gerek. Yani en azından ben
duymuyorum.
Bir yandan birilerinden kaçanlar diğer yanda
kaybettiklerinin yerine başkalarını koymak isteyenler, kendi yarattığı hikâyeye
inanıp da kaptıranlar… Ve daha niceleri kim bilir Taş’ta bizleri bekliyor.
Toprak
Türkiye’de belgesel denilince kuşkusuz ilk akla gelen
isimlerden biri olan Nebil Özgentürk, yine bizleri ülkemizin acısı hiç dinmeyen
bir yarasına ortak ediyor. 1924 yılında mübadelede zorunlu göçün mağduru olan
iki karakter üzerinden özlem ve bir yere olan bağlılığı sorguluyor.
Nice kitaba, filme, belgesele konu olmuş, yıllardır
yarattığı acıyı kaybetmeyen mübadele gerçeğini, Özgentürk’ün incelikli anlatımıyla
izlemek gerek.
Blue
90’larda genç olup da Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı’yı
dinlemeyen ya da adlarını duymayan yoktur sanırım. Yavuz Çetin, tıpkı kendisi
gibi eşsiz bir müzisyen olup da hayata tutunamayan meslektaşlarından birçoğu
gibi intihar etmiş, hayranlarını yalnız bırakmıştı. Boğaz köprüsünden atlayarak
hayatına son veren Çetin’in ve Çaplı’nın yaşadıkları zamanlara bir yolculuğa
çıkarıyor Blue bizleri.
Özellikle Çetin ve Çaplı’nın zamanlarına, dünyasına şahit
olmuş, onları dinleyerek bir dönemlerine anlam katmış olanlar için paha
biçilmez bir belgesel Blue. Sanırım böylesi bir belgeselin varlığının ne kadar
önemli olduğunun farkındayızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder