7 Ağustos 2018 Salı

Toni Erdmann: Gri Bir Baba Kız İlişkisi



2003 yılında ilk uzun metraj filmi Der Wald vor lauter Bäumen ile yönetmenlik kariyerine sıkı bir giriş yapan Maren Ade, altı yıl aradan sonra Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı Ödülü’ne layık görülen Alle Anderen ile emin adımlarla yol aldığını ispatlamıştı. Cannes Film Festivali’nde FIBRESCI Ödülü’nü kucaklayan son filmi Toni Erdmann ise en azından şimdilik filmografisinin en iyisi olarak anılmayı hak ediyor. Prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yaptıktan kısa bir süre sonra, ülkemizde ilk olarak 23. Adana Film Festivali’nde görücüye çıkan film, daha geniş bir kesim ile de Filmekimi sayesinde buluştu.

Ade, Der Wald vor lauter Bäumen’de genç bir öğretmenin mesleğe adapte olma sürecinde gittikçe içe dönük bir ruh haline girmesini, Alle Anderen’de ise mutlu bir çiftin herkeslerden uzaklaşarak kapandıkları bir evin içerisinde, bir süre sonra yaşadıkları ilişkiyi sorgulamalarını perdeye yansıtmıştı. Toni Erdmann’da ise bu kez bir baba ile kızı arasındaki enteresan ilişki üzerinden orta sınıfın çaresizliğini, zavallılığını gözler önüne seriyor. Filmlerinde genelde tek karakter ya da iki karaktere daha çok odaklanan yönetmenimiz, bu renkli tipleri yaratmada da onların hikâyesini örmekte de oldukça başarılı bir grafik çiziyor.


Bugüne kadar elbette baba kız ilişkisini odağına alan birçok film izlemişizdir. Bunlardan American Beauty, I Am Sam ve Somewhere ilk akla gelenlerden olur. Bu filmlerdeki baba ile kız ilişkilerinin bazıları nefret doluyken bazıları da güçlü bir sevgi bağıyla örülüydü. Toni Erdmann’da ise yetişkin, iş kolik bir kadın ile babası arasında yaşanan gerilimli ilişki, rengini kesin siyah ya da beyaz diye belli etmeyenlerden. Birbirini çok seven, fakat bir arada da yaşayamayan bir ikili var karşımızda. Lakin filmin vermek istediği mesaj, bir baba ile kız arasındaki ilişki nasıl olmalı değil asla. Toni Erdmann, orta sınıf, beyaz yakalıları eleştirmek için arka fon olarak kullanıyor bu ilişkiyi sadece. Bir yanda daha mütevazı daha tatminkâr, özentisiz, özgün bir hayat yaşayan baba, diğer yanda ise mutsuz, yalnız, kendisine dayatılan hayatı harfiyen, sorgusuz sualsiz kabullenen kızı… Terazinin iki ayrı kefesi gibi her zaman birbirlerinin hayatlarına da birbirlerini anlamaya da çok çok uzak Winfried (Toni) ile İnes.

Ülkemiz sinemasında da ara ara iyi örneklerini gördüğümüz, aile ilişkileri üzerinden orta sınıfın eleştirisi, her zaman için dikkat çeken bir mevzu olmuştur. Lakin bu konuda tüm dünya sinemasına referans olabilecek ilk kişiler kuşkusuz Michael Haneke ve Luis Bunuel’dir. Haneke, her filminde orta sınıfı eleştiri oklarına tabii tutmaktan kendini alamamıştır. Üstelik bu eleştirisini yaparken fazlasıyla sert, ciddi ve acımasızdır. Seyircinin tüylerini diken diken yapmaktan, oturduğu koltukta ecel terleri döktürmekten asla imtina etmez. Elbette bu Haneke’nin tercihidir. Her eleştiri filminden böyle bir tarz beklenemez değil mi? İşte Ade, Haneke’nin tercihinin tam da aksi yönde bir tarz izleyerek, mizah duygusuyla yoğuruyor derdini. Üstelik öylesine farklı, alışılmadık bir mizah duygusu ki bu. Bir hassa bizim kültürümüzde kendine çok da yer bulamayacak bu mizah anlayışı şahsen beni tek kelimeyle sarıp sarmaladı. Seyircinin yer yer yarattığı mizahıyla yüzündeki tebessümü kahkahalara dönüştüren film, açıkça söylemek gerekirse benim karnıma gülmekten ağrılar soktu.
Bir baba ve kız ilişkisi üzerine yarattığı arka fonu, yazdığı kapsamlı senaryosuyla çok başarılı şekilde dokuyor Ade. Bu güçlü senaryonun karşılığı olarak ortaya çıkan sağlam diyaloglar, seyircinin pür dikkat yoğunlaştığı çatışma bir araya gelince, kusursuz bir film olan Toni Erdmann, yaratılmış oluyor. Tüm bu meziyetleriyle dünyaya gelen filmin güçlü ve incelikli karakterleri ve bu karakterlere hayat veren yetenekli oyunculukları da enfes yemeğin tadı, tuzu oluyor. Ne diyelim, sınırlı miktarda izleyiciyle buluşacak, böylesine mükemmel bir ziyafetin, tadına bakanlar keyfini çıkarmalı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder