2003 yılında ilk uzun metraj filmi Der Wald vor lauter
Bäumen ile yönetmenlik kariyerine sıkı bir giriş yapan Maren Ade, altı yıl
aradan sonra Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı Ödülü’ne layık görülen Alle
Anderen ile emin adımlarla yol aldığını ispatlamıştı. Cannes Film Festivali’nde
FIBRESCI Ödülü’nü kucaklayan son filmi Toni Erdmann ise en azından şimdilik
filmografisinin en iyisi olarak anılmayı hak ediyor. Prömiyerini Cannes Film
Festivali’nde yaptıktan kısa bir süre sonra, ülkemizde ilk olarak 23. Adana
Film Festivali’nde görücüye çıkan film, daha geniş bir kesim ile de Filmekimi
sayesinde buluştu.
Ade, Der Wald vor lauter Bäumen’de genç bir öğretmenin
mesleğe adapte olma sürecinde gittikçe içe dönük bir ruh haline girmesini, Alle
Anderen’de ise mutlu bir çiftin herkeslerden uzaklaşarak kapandıkları bir evin
içerisinde, bir süre sonra yaşadıkları ilişkiyi sorgulamalarını perdeye
yansıtmıştı. Toni Erdmann’da ise bu kez bir baba ile kızı arasındaki enteresan
ilişki üzerinden orta sınıfın çaresizliğini, zavallılığını gözler önüne
seriyor. Filmlerinde genelde tek karakter ya da iki karaktere daha çok
odaklanan yönetmenimiz, bu renkli tipleri yaratmada da onların hikâyesini
örmekte de oldukça başarılı bir grafik çiziyor.
Bugüne kadar elbette baba kız ilişkisini odağına alan birçok
film izlemişizdir. Bunlardan American Beauty, I Am Sam ve Somewhere ilk akla
gelenlerden olur. Bu filmlerdeki baba ile kız ilişkilerinin bazıları nefret
doluyken bazıları da güçlü bir sevgi bağıyla örülüydü. Toni Erdmann’da ise
yetişkin, iş kolik bir kadın ile babası arasında yaşanan gerilimli ilişki, rengini
kesin siyah ya da beyaz diye belli etmeyenlerden. Birbirini çok seven, fakat
bir arada da yaşayamayan bir ikili var karşımızda. Lakin filmin vermek istediği
mesaj, bir baba ile kız arasındaki ilişki nasıl olmalı değil asla. Toni
Erdmann, orta sınıf, beyaz yakalıları eleştirmek için arka fon olarak
kullanıyor bu ilişkiyi sadece. Bir yanda daha mütevazı daha tatminkâr,
özentisiz, özgün bir hayat yaşayan baba, diğer yanda ise mutsuz, yalnız,
kendisine dayatılan hayatı harfiyen, sorgusuz sualsiz kabullenen kızı…
Terazinin iki ayrı kefesi gibi her zaman birbirlerinin hayatlarına da
birbirlerini anlamaya da çok çok uzak Winfried (Toni) ile İnes.
Ülkemiz sinemasında da ara ara iyi örneklerini gördüğümüz,
aile ilişkileri üzerinden orta sınıfın eleştirisi, her zaman için dikkat çeken
bir mevzu olmuştur. Lakin bu konuda tüm dünya sinemasına referans olabilecek
ilk kişiler kuşkusuz Michael Haneke ve Luis Bunuel’dir. Haneke, her filminde
orta sınıfı eleştiri oklarına tabii tutmaktan kendini alamamıştır. Üstelik bu
eleştirisini yaparken fazlasıyla sert, ciddi ve acımasızdır. Seyircinin
tüylerini diken diken yapmaktan, oturduğu koltukta ecel terleri döktürmekten
asla imtina etmez. Elbette bu Haneke’nin tercihidir. Her eleştiri filminden
böyle bir tarz beklenemez değil mi? İşte Ade, Haneke’nin tercihinin tam da aksi
yönde bir tarz izleyerek, mizah duygusuyla yoğuruyor derdini. Üstelik öylesine
farklı, alışılmadık bir mizah duygusu ki bu. Bir hassa bizim kültürümüzde
kendine çok da yer bulamayacak bu mizah anlayışı şahsen beni tek kelimeyle
sarıp sarmaladı. Seyircinin yer yer yarattığı mizahıyla yüzündeki tebessümü
kahkahalara dönüştüren film, açıkça söylemek gerekirse benim karnıma gülmekten
ağrılar soktu.
Bir baba ve kız ilişkisi üzerine yarattığı arka fonu,
yazdığı kapsamlı senaryosuyla çok başarılı şekilde dokuyor Ade. Bu güçlü
senaryonun karşılığı olarak ortaya çıkan sağlam diyaloglar, seyircinin pür dikkat
yoğunlaştığı çatışma bir araya gelince, kusursuz bir film olan Toni Erdmann,
yaratılmış oluyor. Tüm bu meziyetleriyle dünyaya gelen filmin güçlü ve
incelikli karakterleri ve bu karakterlere hayat veren yetenekli oyunculukları
da enfes yemeğin tadı, tuzu oluyor. Ne diyelim, sınırlı miktarda izleyiciyle
buluşacak, böylesine mükemmel bir ziyafetin, tadına bakanlar keyfini çıkarmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder