Belgeselcilikten Gelen Anlayış Devam Ediyor
Ülkeleri Belçika ile ilgili çektikleri sayısız belgeselle
yönetmenliğe başlayan Dardenne kardeşler, kurmaca filme başladıklarında da
belgeselcilikten birçok alışkanlıklarını yanlarında getirerek, sinemada
kendilerine has bir tarz oluşturmuşlarıyla tanınır. Yaptıkları her filmle
Avrupa’daki refah düzeyinin bir aldatmaca olduğunu, var olduğu söylenen sosyal
hakların nedense bir kesime asla ulaşamadığını gözler önüne seren bu ikili, gerçekleri
bir masal gibi dramatize ederek ya da melankolik bir tarzda da işlemezler asla.
Çok daha gerçekçi, çok daha net bir şekilde seyirciyi rahatsız etme pahasına,
olabildiğince sert verirler. Öyle ki, seyircinin bile kendini, bulunduğu konumu
ve yaptıklarını sorgulamasına hatta yargılamasına kadar götürürler işi.
1987 yılında çektikleri ilk kurmacalarından bu yana, bu
tarzlarından asla vazgeçmemiş ve ısrarla tıpkı Ken Loach –tüm filmlerinde
ezilen sınıfın yaşadıklarına odaklanır- gibi yollarına aynı istikrarla devam
etmişlerdir. Özellikle Rosetta, Le Fils, Le Gamin au Vélo, Deux jours, une nuit
gibi filmleri çok sevilmiş ve ödüllere boğulmuş yönetmenlerimiz, son
filmlerinden kısa bir süre sonra, çok da özlettirmeden yine karşımızda tam da onların
tornasından çıkmış olduğu aşikâr olan The Unknown Girl ile arzı endam
ediyorlar. Prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan, ülkemizde ilk olarak
23. Adana Film Festivali’nde izleyicilerle buluşan The Unknown Girl, heyecan
ile bekleyen Filmekimi takipçileriyle sonunda buluştu.
Her Şey Bir Mezar İçin
İstemeden de olsa bir kadının hayatını kaybetmesine neden
olan Jenny Davin adlı doktor, bu ölen kadının, biraz da onun düşüncesizliğinden
ölmesini, üstelik isimsiz bir mezara gömülecek olmasını kabullenemiyor. Jenny,
bu meçhul kızın kimliğini açığa çıkarmak için bir nevi polis rolünü üstlenerek
kolları sıvıyor. Tüm hayatını bu görevi yerine getirmek için dizayn eden Jenny,
böylece vicdanını rahatlatmaya çalışıyor.
Sinema tarihi birbirinden farklı yüzlerce vicdan hikâyesi
anlatmış ve anlatmaya da devam etmektedir. Yalnız birinin istemeden de olsa
ölümüne sebep olan ve daha sonra bu ağır yükün altından kalkmak, vicdanını
rahatlatmak adına bir dizi faaliyete girişen karakterlerden ise çok da yok.
Bunlardan Zeki Demirkubuz’un İtiraf filmindeki Harun, Kim Ki-duk’un filmi Samaria’daki
Yojin, László Nemes’in Saul Fia’sındaki Saul, bu vicdanı çok güçlü yaşar ve bir
nevi tekrar nefes alabilmek adına, kendilerince telafi yollarına girerler.
Harun’un ölümüne neden olduğu arkadaşının ailesine gidip gerçekleri açıklaması,
Yojin’in en sevdiği arkadaşının ölümünde payı olduğuna inanarak onun da
vücudunu aynı müşterilere pazarlaması ve Saul’un ırkdaşı birçok kişinin
öldürülmesine ortak olmasını bir genç çocuğa mezar bulmaya çalışarak telafi
etmek istemesi… Hepsi ne kadar da Jenny’nin çabalarına benziyor. Jenny de kapı
kapı dolaşarak, hayatını tehlikeye atarak, tüm hayatını, kazancını, lüksünü
feda ederek vicdanını bir nebze de olsa rahatlatma yoluna gidiyor. Ölümünde
payı olduğunu düşündüğü kızın gerçek bir mezara gömülmesi için uğraş vermesi, belki
de en çok Saul’un mücadelesine benzemekte. Elbet film yapıları, atmosferleri
çok farklı bu iki yapımın.
Fazla İdealize Edilen Bir Karakter Jenny
Jenny’nin bu bitmek bilmeyecekmiş gibi devam eden ve her
defasında ‘’bu kadarını da yapar mı ki bir insan’’ dedirtecek çabasını izlerken
bir an bile seyirci olarak onu gözümüzün önünden ayırmamıza izin vermiyor
Dardenneler. Her daim tek bir karakteri, Jenny’i takip ediyor, onun peşinden koşturuyor,
umutsuzluğa düşüyor ama yılmıyor ve devam ediyoruz mücadeleye. Ortaya koyulmuş
bir hedef var. Ve Jenny, ancak o hedefe ulaşırsa vicdanının onu yiyip
bitirmesine, onu esir almasına son verebilir. Yönetmenlerin bu filmlerinde de
hiç omuzdan düşmeyen kameraları Jenny ile bizi film süresince böylelikle hiç
ayırmıyor yine. Yönetmenlerin filmografisinden belki tek farkı bu kez anlatmak
istedikleri mevzuyu karşı taraftan bir karakter üzerinden vermek istemeleri
olabilir. Alt sınıftan mağdur olan biri üzerinden değil de tam tersi bir
başkarakter seçiyor yönetmenlerimiz.
Bu fazlasıyla idealize edilmiş bir şekilde çizilen Jenny
karakterinin, vicdanını rahatlatmak adına yaptığı şeyler, bir süre sonra abartı
gelmeye başlamıyor değil. Lakin Dardenneler, ustalıklı yönetimleriyle kendimizi
filmin akışına bırakmamızı çok iyi beceriyorlar. Elbette yönetmenlerin en iyilerinin yanında
kendine yer bulamayacak olan The Unknown Girl, yine seyircinin bam teline
dokunan, içimizi acıtan cinsten.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder