9 Ağustos 2018 Perşembe

The Unknown Girl: Mezarı Olmadan Asla


Belgeselcilikten Gelen Anlayış Devam Ediyor

Ülkeleri Belçika ile ilgili çektikleri sayısız belgeselle yönetmenliğe başlayan Dardenne kardeşler, kurmaca filme başladıklarında da belgeselcilikten birçok alışkanlıklarını yanlarında getirerek, sinemada kendilerine has bir tarz oluşturmuşlarıyla tanınır. Yaptıkları her filmle Avrupa’daki refah düzeyinin bir aldatmaca olduğunu, var olduğu söylenen sosyal hakların nedense bir kesime asla ulaşamadığını gözler önüne seren bu ikili, gerçekleri bir masal gibi dramatize ederek ya da melankolik bir tarzda da işlemezler asla. Çok daha gerçekçi, çok daha net bir şekilde seyirciyi rahatsız etme pahasına, olabildiğince sert verirler. Öyle ki, seyircinin bile kendini, bulunduğu konumu ve yaptıklarını sorgulamasına hatta yargılamasına kadar götürürler işi.

1987 yılında çektikleri ilk kurmacalarından bu yana, bu tarzlarından asla vazgeçmemiş ve ısrarla tıpkı Ken Loach –tüm filmlerinde ezilen sınıfın yaşadıklarına odaklanır- gibi yollarına aynı istikrarla devam etmişlerdir. Özellikle Rosetta, Le Fils, Le Gamin au Vélo, Deux jours, une nuit gibi filmleri çok sevilmiş ve ödüllere boğulmuş yönetmenlerimiz, son filmlerinden kısa bir süre sonra, çok da özlettirmeden yine karşımızda tam da onların tornasından çıkmış olduğu aşikâr olan The Unknown Girl ile arzı endam ediyorlar. Prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan, ülkemizde ilk olarak 23. Adana Film Festivali’nde izleyicilerle buluşan The Unknown Girl, heyecan ile bekleyen Filmekimi takipçileriyle sonunda buluştu.


Her Şey Bir Mezar İçin

İstemeden de olsa bir kadının hayatını kaybetmesine neden olan Jenny Davin adlı doktor, bu ölen kadının, biraz da onun düşüncesizliğinden ölmesini, üstelik isimsiz bir mezara gömülecek olmasını kabullenemiyor. Jenny, bu meçhul kızın kimliğini açığa çıkarmak için bir nevi polis rolünü üstlenerek kolları sıvıyor. Tüm hayatını bu görevi yerine getirmek için dizayn eden Jenny, böylece vicdanını rahatlatmaya çalışıyor.

Sinema tarihi birbirinden farklı yüzlerce vicdan hikâyesi anlatmış ve anlatmaya da devam etmektedir. Yalnız birinin istemeden de olsa ölümüne sebep olan ve daha sonra bu ağır yükün altından kalkmak, vicdanını rahatlatmak adına bir dizi faaliyete girişen karakterlerden ise çok da yok. Bunlardan Zeki Demirkubuz’un İtiraf filmindeki Harun, Kim Ki-duk’un filmi Samaria’daki Yojin, László Nemes’in Saul Fia’sındaki Saul, bu vicdanı çok güçlü yaşar ve bir nevi tekrar nefes alabilmek adına, kendilerince telafi yollarına girerler. Harun’un ölümüne neden olduğu arkadaşının ailesine gidip gerçekleri açıklaması, Yojin’in en sevdiği arkadaşının ölümünde payı olduğuna inanarak onun da vücudunu aynı müşterilere pazarlaması ve Saul’un ırkdaşı birçok kişinin öldürülmesine ortak olmasını bir genç çocuğa mezar bulmaya çalışarak telafi etmek istemesi… Hepsi ne kadar da Jenny’nin çabalarına benziyor. Jenny de kapı kapı dolaşarak, hayatını tehlikeye atarak, tüm hayatını, kazancını, lüksünü feda ederek vicdanını bir nebze de olsa rahatlatma yoluna gidiyor. Ölümünde payı olduğunu düşündüğü kızın gerçek bir mezara gömülmesi için uğraş vermesi, belki de en çok Saul’un mücadelesine benzemekte. Elbet film yapıları, atmosferleri çok farklı bu iki yapımın.

Fazla İdealize Edilen Bir Karakter Jenny

Jenny’nin bu bitmek bilmeyecekmiş gibi devam eden ve her defasında ‘’bu kadarını da yapar mı ki bir insan’’ dedirtecek çabasını izlerken bir an bile seyirci olarak onu gözümüzün önünden ayırmamıza izin vermiyor Dardenneler. Her daim tek bir karakteri, Jenny’i takip ediyor, onun peşinden koşturuyor, umutsuzluğa düşüyor ama yılmıyor ve devam ediyoruz mücadeleye. Ortaya koyulmuş bir hedef var. Ve Jenny, ancak o hedefe ulaşırsa vicdanının onu yiyip bitirmesine, onu esir almasına son verebilir. Yönetmenlerin bu filmlerinde de hiç omuzdan düşmeyen kameraları Jenny ile bizi film süresince böylelikle hiç ayırmıyor yine. Yönetmenlerin filmografisinden belki tek farkı bu kez anlatmak istedikleri mevzuyu karşı taraftan bir karakter üzerinden vermek istemeleri olabilir. Alt sınıftan mağdur olan biri üzerinden değil de tam tersi bir başkarakter seçiyor yönetmenlerimiz.

Bu fazlasıyla idealize edilmiş bir şekilde çizilen Jenny karakterinin, vicdanını rahatlatmak adına yaptığı şeyler, bir süre sonra abartı gelmeye başlamıyor değil. Lakin Dardenneler, ustalıklı yönetimleriyle kendimizi filmin akışına bırakmamızı çok iyi beceriyorlar.  Elbette yönetmenlerin en iyilerinin yanında kendine yer bulamayacak olan The Unknown Girl, yine seyircinin bam teline dokunan, içimizi acıtan cinsten.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder