Jim Jarmusch Yine Bildiği Sularda Yüzüyor
Amerikan Bağımsız Sineması denilince ilk akla gelen Jim
Jarmusch, 1980 yılında henüz sinema öğrencisiyken başladığı kariyerinde epey
yol almış bir isim kuşkusuz. Kısa metraj olarak çektiği ikinci filmi Stranger
Than Paradise ile büyük ilgi toplayan ve o günden bu yana kendine has, bağımsız
sineması ile birbirinden başarılı yapımlara imza atan Jarmuch, bir önceki filmi
Only Lovers Left Alive’in etkisini hala damarlarımızda hissettirirken şimdi de
Paterson ile sinemasına hayran olan kitleyi âşık etme niyetinde olduğunu
gösteriyor. Prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nden aldığı övgülerle,
Jarmusch izleyicisinin iyice merakına mazhar olan Paterson, ülkemizde ilk olarak
görücüye çıktığı Filmekimi’nden sonra 4.
Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nde tekrar perdede arzı endam ediyor.
Jarmusch filmografisine hâkim olan kitle çok iyi bilir ki,
edebiyat ve müzikten uzak, kültürler arası etkileşimin olmadığı ve sinemanın
bilinen kodlarının alt üst edilmediği bir filmi yoktur. Her ne kadar türler
arasında gezinmeyi çok sevse de estetiğinden, alışkanlıklarından asla taviz
vermemiştir. Zira Dead Man gibi acid western, Only Lovers Left Alive gibi vampir
filmi ya da birçok eserindeki gibi dram, komedi ve aksiyonu denerken hepsinde
edebiyatı, dünyanın her bir köşesinden esintiler taşıyan müzikleri ve klasik
türlerin alaşağı edilerek yeni bir tarza sokulmasından vazgeçmemiştir. İşte tüm
bunlar hep Jarmusch sinemasıdır çünkü. Paterson
da tam da Jarmush geleneğinin yılmaz bir bekçisi edasıyla ete kemiğe bürünmüş
desek yeridir. Yönetmenin tüm nüveleri, ustalıkla filmi sarıp sarmalıyor, adeta
kozasını ören ipek böceği gibi hikâyeyi baştan yaratıyor.
Şiir Üzerinde Temellenen Bir Film
New Jersey eyaletinin Paterson şehrinde çalışan 23 numaralı
otobüsün şoförlüğünü yapan Paterson (Adam Driver) adlı bir karakter var
karşımızda. Evet, kendi adıyla aynı ismi taşıyan şehirde her gün otobüsüyle
defalarca turlayan, Paterson sakinlerinin sohbetlerine otobüste istemeden de
olsa şahit olan bir karakter. ABD’nin en
fazla Türk ve Arap nüfusunun olduğu bu şehirde, karakterimizin de haliyle bir
Arap (İranlı) sevgilisi var. Laura (Golshifteh Farahani) ve onun köpeği ile
birlikte mütevazı bir evde yaşayan Paterson, az konuşan, olaylara fazla tepki
vermeyen, oldukça ruhani bir kişilik aslında. Bu içe dönük karakterin en
sevdiği şey, şiir yazmak bir de şehrin en sevdiği köşesi olan şelaleyi
izleyerek düşünmek.
Hemşerisi şair, William Carlos Williams hayranı olan Paterson,
sürekli onun şiirlerini okuyarak, onu kendine ilham kaynağı olarak
seçmiştir. Williams’ın şiirlerinden
mısralar duyduğumuz filmde, birçok başka şairin mısralarını, kimi zaman küçük
bir kızın kendi şiirini kimi zaman da Paterson’un kendisininkileri dinleyip
mest oluyoruz. Şiirin kutsandığı, adeta bir şiir dinletişindeymişçesine
mısraların dile geldiği filmi izlerken, şiir sevmeyenlerin ya ilginç bir
şekilde hoşlanacağını ya da nefret edeceğini söylemek gerek. Peki, tüm bu şiir
cömertliğine eşlik eden ressam, heykeltıraş, yazar ve roman isimlerine ne
demeli? Özellikle ünlü Fransız ressam-heykeltıraş Jean Dubuffet’e yapılan
gönderme adeta tadından yenmiyor bana kalırsa. Bir de tüm bu güzelliklere Laura
cephesinden, şekillerin ve renksizliğin muhteşem dansını yaratan estetik
anlayışı ve öğrenmeye merak saldığı country müzik ile çalışırken sürekli
dinlediği ülkesinin ezgileri ekleniyor dersek ne düşünürsünüz? Olağanüstü değil
mi?
Şehir Yine Başrolde
Yaptığı her filmde mekân seçimine özel bir hassasiyet
gösteren, filmlerine mesken tuttuğu farklı şehirlerle bizi buluşturan Jarmusch,
yine şehri adeta karakterlerden biri olarak düşlüyor. Bu kez de Jarmusch işçi
hakları mücadelesi açısından bir geçmişi olan, endüstriyel bir şehri seçiyor.
Ve bu şehirde, kimi zaman yürüyüş yaparak kimi zamanda otobüs sürerek bizi
dolaştıran Paterson sayesinde adım adım dolaşıyoruz. Lakin en önemlisi
fazlasıyla durgun ve suskun bir ruh haline sahip Paterson ile şelalesinin
büyüleyici sesinden başka yaygarasını, tantanasını duymadığımız şehir Paterson,
adeta isimleri gibi birbirlerinin ruh eşi olduklarını ispatlıyorlar.
Jarmusch’un şimdilik bu son sanatın her dalına dokunan
güzellemesi ile ilgili elbette dillendirecek daha çok şey var. Lakin başarılı oyunculukları,
güçlü karakter yaratımı, mizah anlayışı, birbirinden incelikli göndermeleri ile
buluşan Jarmusch yönetimi adeta şov yapıyor demek yeterli zannımca.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder