9 Ağustos 2018 Perşembe

Paterson: Şiirin İçinden Geçen Bir Film


Jim Jarmusch Yine Bildiği Sularda Yüzüyor

Amerikan Bağımsız Sineması denilince ilk akla gelen Jim Jarmusch, 1980 yılında henüz sinema öğrencisiyken başladığı kariyerinde epey yol almış bir isim kuşkusuz. Kısa metraj olarak çektiği ikinci filmi Stranger Than Paradise ile büyük ilgi toplayan ve o günden bu yana kendine has, bağımsız sineması ile birbirinden başarılı yapımlara imza atan Jarmuch, bir önceki filmi Only Lovers Left Alive’in etkisini hala damarlarımızda hissettirirken şimdi de Paterson ile sinemasına hayran olan kitleyi âşık etme niyetinde olduğunu gösteriyor. Prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nden aldığı övgülerle, Jarmusch izleyicisinin iyice merakına mazhar olan Paterson, ülkemizde ilk olarak görücüye çıktığı Filmekimi’nden sonra  4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nde tekrar perdede arzı endam ediyor.

Jarmusch filmografisine hâkim olan kitle çok iyi bilir ki, edebiyat ve müzikten uzak, kültürler arası etkileşimin olmadığı ve sinemanın bilinen kodlarının alt üst edilmediği bir filmi yoktur. Her ne kadar türler arasında gezinmeyi çok sevse de estetiğinden, alışkanlıklarından asla taviz vermemiştir. Zira Dead Man gibi acid western, Only Lovers Left Alive gibi vampir filmi ya da birçok eserindeki gibi dram, komedi ve aksiyonu denerken hepsinde edebiyatı, dünyanın her bir köşesinden esintiler taşıyan müzikleri ve klasik türlerin alaşağı edilerek yeni bir tarza sokulmasından vazgeçmemiştir. İşte tüm bunlar hep Jarmusch sinemasıdır çünkü.  Paterson da tam da Jarmush geleneğinin yılmaz bir bekçisi edasıyla ete kemiğe bürünmüş desek yeridir. Yönetmenin tüm nüveleri, ustalıkla filmi sarıp sarmalıyor, adeta kozasını ören ipek böceği gibi hikâyeyi baştan yaratıyor.

Şiir Üzerinde Temellenen Bir Film

New Jersey eyaletinin Paterson şehrinde çalışan 23 numaralı otobüsün şoförlüğünü yapan Paterson (Adam Driver) adlı bir karakter var karşımızda. Evet, kendi adıyla aynı ismi taşıyan şehirde her gün otobüsüyle defalarca turlayan, Paterson sakinlerinin sohbetlerine otobüste istemeden de olsa şahit olan bir karakter.  ABD’nin en fazla Türk ve Arap nüfusunun olduğu bu şehirde, karakterimizin de haliyle bir Arap (İranlı) sevgilisi var. Laura (Golshifteh Farahani) ve onun köpeği ile birlikte mütevazı bir evde yaşayan Paterson, az konuşan, olaylara fazla tepki vermeyen, oldukça ruhani bir kişilik aslında. Bu içe dönük karakterin en sevdiği şey, şiir yazmak bir de şehrin en sevdiği köşesi olan şelaleyi izleyerek düşünmek.

Hemşerisi şair, William Carlos Williams hayranı olan Paterson, sürekli onun şiirlerini okuyarak, onu kendine ilham kaynağı olarak seçmiştir.  Williams’ın şiirlerinden mısralar duyduğumuz filmde, birçok başka şairin mısralarını, kimi zaman küçük bir kızın kendi şiirini kimi zaman da Paterson’un kendisininkileri dinleyip mest oluyoruz. Şiirin kutsandığı, adeta bir şiir dinletişindeymişçesine mısraların dile geldiği filmi izlerken, şiir sevmeyenlerin ya ilginç bir şekilde hoşlanacağını ya da nefret edeceğini söylemek gerek. Peki, tüm bu şiir cömertliğine eşlik eden ressam, heykeltıraş, yazar ve roman isimlerine ne demeli? Özellikle ünlü Fransız ressam-heykeltıraş Jean Dubuffet’e yapılan gönderme adeta tadından yenmiyor bana kalırsa. Bir de tüm bu güzelliklere Laura cephesinden, şekillerin ve renksizliğin muhteşem dansını yaratan estetik anlayışı ve öğrenmeye merak saldığı country müzik ile çalışırken sürekli dinlediği ülkesinin ezgileri ekleniyor dersek ne düşünürsünüz? Olağanüstü değil mi?

Şehir Yine Başrolde

Yaptığı her filmde mekân seçimine özel bir hassasiyet gösteren, filmlerine mesken tuttuğu farklı şehirlerle bizi buluşturan Jarmusch, yine şehri adeta karakterlerden biri olarak düşlüyor. Bu kez de Jarmusch işçi hakları mücadelesi açısından bir geçmişi olan, endüstriyel bir şehri seçiyor. Ve bu şehirde, kimi zaman yürüyüş yaparak kimi zamanda otobüs sürerek bizi dolaştıran Paterson sayesinde adım adım dolaşıyoruz. Lakin en önemlisi fazlasıyla durgun ve suskun bir ruh haline sahip Paterson ile şelalesinin büyüleyici sesinden başka yaygarasını, tantanasını duymadığımız şehir Paterson, adeta isimleri gibi birbirlerinin ruh eşi olduklarını ispatlıyorlar.

Jarmusch’un şimdilik bu son sanatın her dalına dokunan güzellemesi ile ilgili elbette dillendirecek daha çok şey var. Lakin başarılı oyunculukları, güçlü karakter yaratımı, mizah anlayışı, birbirinden incelikli göndermeleri ile buluşan Jarmusch yönetimi adeta şov yapıyor demek yeterli zannımca.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder