Savaşın Acıları Anlatmakla Bitmiyor
1988 yılında kısa metraj ile çıktığı yönetmenlik yolunda birçok
kısa film, belgeseller çekti François Ozon. Daha sonra peş peşe birbirinden
başarılı uzun metraj kurmacalarla yoluna devam eden yönetmenimiz, Dans La
Maison ile zirveyi görmüş, iki yıl önce İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz
Une Nouvelle Amie, ile ise hayranlarını ikiye bölmüştü. Filmi her zamanki gibi
çok sevenler ve Ozon’un irtifa kaybettiğini düşünenler olmuştu. Böyle bir
durumdan sonra elbette Ozon’un yeni işi çok merak edilmekteydi. Ülkemizde
prömiyerini 23. Adana Film Festivali’nde yapan ve Filmekimi’nde gösterimine
devam eden Frantz, yönetmenin tarzının dışında bir yapım kesinlikle. Savaş
yılları, dönem filmi, melodram… Ozon ile pek de yan yana gelmeyecek şeyler
değil mi? Ama Ozon, anlaşılan yeni rotalara yelken açmak istemiş. Bana kalırsa
iyi de etmiş. Her yaptığı filmi büyük bir zevkle izleyen bir hayranı olarak
Frantz, beni fazlasıyla tatmin etti.
Hiç kuşkusuz aradan yıllar geçse de Birinci ve İkinci Dünya
Savaşı ile ilgili anlatılacaklar da, romanlar da, filmler de son bulmayacak.
Tarihte öylesine etkili bir iz bırakıp, öylesine büyük acılara, yıkımlara neden
olan savaşlar, anlatmakla bitmeyecek asla. İşte Frantz da bu büyük külliyata
katılan son örneklerden birisi. Frantz, ilk akla geleceği gibi savaş
meydanlarına götürmüyor elbet bizleri. Savaş bittikten sonra başlıyor bizim
filmimiz. Ama savaş sırasında yaşanılan acıların, hayal kırıklıklarının bir
dolusu da aslında her şey bitti dedikten sonra yaşanmamış mıdır? Çocuklarını
savaşta kaybeden bir anne ve baba ile nişanlısını kaybeden bir genç kız
birlikte karşılıyorlar bizi. Bir de tam da bu acılarını paylaşarak hayatta
kalmaya çalışan üç insanın karşısına Frantz’ın mezarını ziyaret eden yabancı
konuluyor. İşte tüm hikâye ve bu hikâyeyi etkili kılacak çatışma buradan
doğuyor. Kimdir bu adam ve neden gelmiştir?
Yükselen Faşizmin Ayak Sesleri
Ozon filmin ilk yarısında Almanya’daki atmosferi verirken
yaklaşık otuz yıl sonra gelecek olan Nazizmin ayak seslerini çok net duymamızı
sağlıyor. Çocuklarını kendi elleriyle, hatta ve hatta zorla savaşa gönderen
ebeveynleri ve bunların çocuklarını kaybetmelerine rağmen hala ağızlarından
salya akıtarak, öfkelerini tüm rehavetiyle yaşadıklarını gözler önüne seriyor.
Hem de fazlasıyla etkileyici ama bir o kadar da basit ve dolandırmayan bir
dille. Almanya’nın kırsalında yaşayan sakinler üzerinden adeta tüm ülkenin
panoramasını çiziyor Ozon. Elbette Frantz’ın ebeveynleri gibi bir avuç pişman
insanın varlığını da göstermeyi ihmal etmiyor. Frantz’ın ebeveynleri ile
nişanlısı İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında faşizmin pençesine düşmüş
insanların karşısında konumlanacak bir avuç insanı temsil ediyor hiç kuşkusuz.
Bu insanlar öylesine yaşananlardan pişman öylesine geleceğe umutla bakmak
istiyorlar ki; bazen tüm gerçekleri bilmelerine rağmen affediyor, bazen de
gerçekleri bilmemek için tüm kulaklarını tıkamayı tercih ediyorlar.
Fransız Sanatıyla Buluşan Ozon Estetiği
Filmini iki bölüm halinde düşünen Ozon, hikâyesinin ilk
bölümünü Almanya’da, ikinci bölümü ise daha çok Paris’te resmediyor. Ve Almanya,
ölüm sessizliği, acısı, yokluğu ile Paris ise daha çok tarihi, sanatı ve kültürü
ile öne çıkıyor. Özellikle Almanya’da geçen kısımda da sürekli bahsi geçmesiyle
Louvre Müzesi, ikinci kısımda bire bir olarak adeta kendini filme konuk ediyor.
Louvre Müzesi’ndeki Édouard
Manet’in Le Suicidé adlı tablosu filmin bir karakteri kadar etkili oluyor.
Tabii müzeye ve tabloya ek olarak müzik, roman, şiir, tiyatro ve opera filme
ilmik ilmik işleniyor. Sanat ile ilgili bitmek bilmez sohbetlere, yaratılan
mükemmel atmosfer, çok iyi uyum sağlıyor. Karakterlerin hüzünlü olduğu anlarda
siyah-beyaz görüntülerin, mutlu olduklarında ise renkli görüntülerin bizi
karşılaması da Ozon’un yarattığı estetik ile öylesine güzel uyum sağlıyor ki…
İçimizi sızlatan dramıyla ağızlarda barış ve kardeşlik tadı
bırakan Frantz’ı izlerken gözyaşlarımıza hâkim olamıyorsunuz. Nefret ile affetmek
arasındaki ince çizgiyi başarıyla çizen film, kim ne derse desin güçlü bir
insanlık dersi veren, etkileyici bir şiir okuyor biz seyircilere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder