Gregor Samsa her defasında küllerinden yeniden doğuyor.
İnsanlık tarihinde iz bırakmış en önemli romanlardan birisi
Franz Kafka’nın Dönüşümü’dür hiç kuşkusuz. Hayatın rutininde gittikçe
silikleşen yaşamı, adeta bir girdap gibi içine alarak başkalaştırmıştır Gregor
Samsa adlı karakteri. Samsa her ne kadar bir sabah uyandığında hamamböceği
olarak uyanmasına ailesi gibi kendisi de anlam veremese de aslında yaşadığı
hayata bir karşı duruş sergilemiştir. Kendine yer bulamadığı dış dünyadan
sıyrılıp, iç dünyasına çekilmiştir. İşte bu muhteşem roman, basıldığı 1915
yılından bu yana sanatın birçok dalına fikri ile sirayet etmiş, eskimeyen hatta
zaman geçtikçe daha da keskin bir tada sahip olan şarap gibi değerlenmiştir adeta.
Ve tabi sinema da Kafka’nın bu ölümsüz eserinden nemalanmayı bilmiş, ekspresyonizm
ve varoluşçuluk akımlarının etkisinde Samsa’nın takipçilerini beyaz perde ile
buluşturmuştur. Gregor Samsa her defasında küllerinden yeniden doğmuştur.
Dariush Mehrjui’nun 1969 İran yapımı Gaav, bir ineğe
dönüşmeye başlayan Hasan üzerinden rejimin eleştirisini yapması, Jonas
Alexander Arnby’nin 2014 Danimarka yapımı Når Dyrene Drømmer, bir kurt kadına
dönüşen Marie üzerinden feminizmi yüceltmesi, Nicolette Krebitz’in 2016 Almanya
yapımı Wild ise bir kurt ile birlikte yaşamaya başlayan Ania üzerinden modern
toplum kurallarını inkâr etmesi ile öne çıkar. Hem aslında bana kalırsa bizden
birçok yönden çok daha üstün olan hayvan tarafına geçmeyi tercih etmişlerdir
hem de hedeflerine aldıkları bir sıkıntıyı dillendirmiş ya da bir durumu
savunmuşlardır bu karakterler. Özellikle bu filmlerdeki karakterler, ya toplum tarafından
itelenmiş ya da karakterin kendisi bir türlü farklılıklarından dolayı toplum
ile tam olarak bir uyum sağlayamamıştır. Belki de başkalaşmalarının sebebi,
farklı olana tahammülü olmayan toplum içerisinde kabuk değiştirerek hayatta
kalmaktır kim bilir? Uzun lafın kısası daha üzerine çokça konuşulacak çokça da
referans verilecek olan bu halka Ivan I. Tverdovskiy’in Zoologiya filmiyle
biraz daha genişlemiştir.
Başkalaşımın dayanılmaz ağırlığı…
İkinci uzun metrajı Zoologiya ile oldukça başarılı bir filme
imza atan Rus yönetmen Tverdovskiy, nispeten alışık olduğumuz kurt kadın
özelinde uzayan dişler, tüyler yerine çok daha orijinal bir imge seçiyor; bir
kuyruk. Natasha (Natalya Pavlenkova) arkadaşı olmayan, iş yerinde sürekli dalga
geçilen, hor görülen, Kilise tarafından bile kabul edilmeyen yalnız bir
karakterdir. Hayatta tek iletişim kurduğu kişi olan annesi bile onu dinlemeyi
değil kendi konuşmayı tercih etmektedir. Natasha’nın bu yalnızlığını giderecek
ya da onu bir şekilde anlamsızca geçen hayatında bazı radikal değişimler
yaptıracak şey ‘kuyruk’ olur. Lakin bu
kez de farklı ve aykırı olduğu için öncekinden çok daha sert bir ambargo ile
karşılaşacaktır Natasha.
Zoologiya, güçlü bir alt metne sahip ve fazlasıyla
metaforlardan beslenen, satır satır okunmak istenen bir yapım. Öncelikle
Natasha’nın çalıştığı hayvanat bahçesinin, karakterimizin din, toplum kuralları
gibi şeylerle çevresine insanlık tarafından örülen kafesin bir alegorisi
olduğunu belirtmem gerek. Doğal ortamından koparılıp da sırf insanların
eğlenmesi için kafeslere konulan hayvanlar ile toplum tarafından olduğu gibi
kabul edilmeyen ve bu nedenle de çembere sıkıştırılan Natasha arasında hiç fark
yok. Hatta film bu söylemi, Natasha’nın annesi üzerinden Tanrı’ya kadar götürmekten
geri durmuyor. Karakterimizin bir tür tövbe ediş gibi annesinin ayaklarına
kapanıp, adeta çarmıha gerilen İsa gibi Tanrı’nın sevgisini beklemesi bile
cevap bulmuyor. Zaten Natasha’nın annesinin, kedisini mart ayı azgınlığına
tutulduğu için odaya kilitlemesi ile bir bakıma da penisi temsil eden kuyruğun
sahibi olarak Natasha’ı tıpkı diğerlerinin yaptığı gibi o sıkıştırıldığı
çemberin içine itelemesi aynı şey değil midir?
Hayıflanmak yerine harekete geçen güçlü bir karakter.
Natasha’nın bu tuhaf durumunu estetik ya da çekici bulan
radyolog karakterinin davranışları ise filmin belki de kuyruk kadar hatta ondan
da çok enteresanlık barındıran anlarına şahit ediyor bizleri. Zira kuyruğu
gördüğü andan sonra Natasha’ya adeta tutulan bu karakterin de aslında
diğerlerinden bir farkı yoktur. Natasha’ya değer veren bu kişinin tutumu ise
sadece kuyruğundan dolayıdır. Natasha’yı zevkin doruklarına çıkarmayı bilen oldukça
başına buyruk olan kuyruk, Peter nezdinde de aynı sebepten ilgi görmektedir. Bunu
da fark eden Natasha ise elbette böylesine bir aşağılanmaya izin vermeyecektir.
Zira yalnız kalsa bile kendini kullandırtmaya ve birilerine yaranmaya tahammülü
yoktur. Hatta tamamen yalnız kaldığında bile hayıflanmak yerine harekete geçer.
Karakterimiz, belki annesi tarafından bir Kilise’ye dönüştürülen evi değil ama
kendisine yardımcı olamayan ya da olmayan hastaneyi dağıtmayı ihmal etmez.
Böylece sadece hastaneden değil çürüyen, işe yaramaz devlet yapısından en
azından intikamını alır.
Üzerine uzun analizler yapılabilecek güçlü alt metni,
Natasha’ya hayat veren Natalya Pavlenkova’nın kıskanılası oyunculuğu, etkili
kamera kullanımı ile bu baş döndürücü filmin son bir bonus olarak seyirciye
armağan ettiği etkileyici finali de cabası oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder