13 Ağustos 2018 Pazartesi

Tercihleriyle Fark Yaratan Aykırı Aşk Hikâyeleri



1) Nymphomaniac (İtiraf) - 2013

Yönetmen: Lars von Trier

Lars von Trier’in şimdilik son harikası olan Nymphomaniac, birçoklarının gözünde hasta ya da sapık bir kadının sıkıcı bir hayat hikâyesi olarak görülüyor belki de. Lakin bu filmi bu kadar basite indirgemek, Trier’in söylediklerine yeterince kulak vermemek, filmin derinliğine inmemek, filmin kodlarını okumamak olur. Zira Joe Charlotte Gainsbourg’in kıskanılası bir performansla hayat verdiği Joe karakterinin Shia LaBeouf sayesinde perdede arz-ı endam eden Jerôme karakterine beslediği ve hiç tükenmeyen aşkına haksızlık yapılmış olur. Bir ömür bitmeyen, eskimeyen bir aşk… Kimler gelip geçerse geçsin, kaç erkekle birlikte olursa olsun fark etmez. Sonuçta diğer erkeklerin hepsi Joe’nin hastalığının kısa süreli, geçici ilaçlarıdır. Lakin Joe, Jerôme’a kelimelerin kifayetsiz kalacağı türden hisler besler.

Bu acılı hayat hikâyesini kendi ağzından dinlediğimiz Joe’yi sıkılmadan ya da yargılamadan izlemek istiyorsanız Joe’nin duygularını hissetmenizi tavsiye ederim.




2) Harold and Maude – 1971

Yönetmen: Hal Ashby

Gelmiş geçmiş en muhteşem, en sıra dışı büyüme hikâyesinin tartışmasız tek bir karşılığı var. O da Harold and Maude. Lakin baştan söylemeliyim ki içinde bambaşka bir aşk da barındıran bu eşsiz filmi izlerken lütfen toplum tarafından size enjekte edilmiş önyargılarınızdan sıyrılın. Şayet bunu yapmazsanız filmde karşınıza çıkacak belki de en naif, en şiirsel, en içten aşka sırtınızı dönmüş olursunuz. Harold (Bud Cort ) ile Maude’un (Ruth Gordon) arasındaki 60 yaşın, hayli fazla olduğunu kabul etmemek mümkün değil elbette. Fakat aralarındaki çıkarsız, hesapsız, saf sevgiyi görünce inanın yaş farkını aklınıza bile getirmeyeceksiniz.

Bir kelebeğin ömrü kadar kısa olan bu aşka siz de duygularınızın kapısını açın bana kalırsa.




3)Lolita – 1962

Yönetmen: Stanley Kubrick

Bu kez de karşımıza henüz yeni ergen bir kıza, tabiri caizse delicesine tutulan Prof. Humbert (James Mason ) adlı karakterin aşk içinde çırpınışlarına, bu uğurda yaptığı çılgınlıklara, ahlaksızlıklara şahit oluyoruz. Aşk derdinden muzdarip olan karakterimiz sadece ve sadece âşık olduğu kadına yakın olabilmek için onun annesiyle evlenmeyi bile düşünebilecek kadar yoldan çıkmıştır. Dedim ya Humbert, derin bir hastalığa tutulmuştur adeta. Onu bu hastalıktan döndürecek ne bir kişi ne de yöntem yoktur zinhar.

Ateşe tutulmuş pervaneler gibi Lolita’ya(Sue Lyon)  tutulup, yanıp, tükenmeyi göze almış bir meczup vardır artık karşımızda. Bu arada aman diyeyim, remake olanı değil orjinalini izleyin.




4) Léon (Sevginin Gücü) – 1994

Yönetmen: Luc Besson

Unutulmazlar arasındaki yerini asla hiçbir filme kaptırmayacak bu gönüllerin sahibi olan Léon’u bazıları pedofili diye yaftalama yanlışına düşmüşlerdir. Fakat bu söylemlerinde asla onlara hak veremiyorum. Filmde hem oldukça yabancı hem dekendilerinden başka sırtlarını yaslayacakları kimsesi olamayan Léon (Jean Reno) ve Mathilda’nın (Natalie Portman) birbirlerine olan aşkları sıcacık bir sarılma dışında ete kemiğe bürünmez asla. Onların aşkları tamamen kalplerinde yaşanacak kadar çıkarsız ve temizdir çünkü. Belki küçük kızımız Mathida’ya kalsa bir şeyler ileriye gidebilirdi elbet. Zira Mathilda için Léon, sadece güçlü ve ona iyi davranan bir erkek değil aynı zamanda onun hayatını kurtarandır. Fakat Léon, hep bir adım geriye atarak durdurur onu. Zira Mathilda’ya duyduğu hisler, insanlığın basit tarifleriyle ifade edilemeyecek kadar başkadır.

Bu bambaşka hislerin sahiplerinin birbirleriyle oyunlar oynaması, silah kullanma alıştırmaları, yan yana uyumaları ya da sarılmaları değme romanslara taş çıkarır.




5) Låt den rätte komma in (Gir Kanıma) – 2008

Yönetmen: Tomas Alfredson

Kim demiş vampirler insanların katilidir diye. Bunu diyenin şimdiki filmimizden haberi olmaması gerek. Låt den rätte komma in iki çocuğun birbirlerine besledikleri derin aşkı perdeye taşır. Lakin o kadar da basit değil mesele. Neden mi? Çünkü âşıklardan biri insan diğeri de bir vampirdir. Hani aç kalınca ilk gördüğü insanın ensesine yapışıp da karnını doyurandan. Peki, Oskar (Kåre Hedebrant ) ile Eli’nin (Lina Leandersson ) nasıl bir birlikteliği olacaktır bu şekilde? Cevap aslında çok basit. Bu paradoks aşk ile çözülecektir. Eli, ne kadar aç olursa olsun Oskar’ı karnını doyuracağı bir insan olarak bakamaz. Oskar da Eli’ye sonsuz bir güven duyar. Öyle ki Oskar, Eli’ye sırtını dönebilecek hatta ve hatta Eli ona arkasından sarıldığında bir an bile tereddüt etmeyecek kadar güvenir.

Şimdi soruyorum size, böylesine bir aşkın karşısında ne denir? Muhteşem. Tek kelimeyle muhteşem…




6)Her (Aşk) – 2013

Yönetmen: Spike Jonze

Sıkı durun, zira listenin belki de en sıra dışı aşkına geldi sıra. Bir kiralık katile, büyükannen yaşındaki bir kadına, üvey çocuğun olacak kıza, vampire âşık olundu anladık da… Peki, bir işletim sistemine? Evet, evet Theodore (Joaquin Phoenix ) adlı karakterimiz, bir insanın aklını başından alacak, onu yeniden doğmuşçasına yenileyecek olan duyguyu yani aşkı, yapay zekâya sahip bir işletim sisteminde bulacaktır. Derin bir yalnızlık içerisinde kaybolmuş olan Theodore’nin hayatında hissedeceği, belki de tekrarı mümkün olmayan hislerin, bırak sevişmeyi, göremediği, dokunamadığı bir şeye duyulması sözün bittiği yer olsa gerek.

Şayet izlerseniz, şahit olduğunuz duyguların, boğazınızda büyük bir yumru olarak kalacağının şimdiden uyarısını yapmak isterim. O yumrudan kurtulmanız üstelik çok da kolay olmayacak.




7) Oldeuboi (İhtiyar Delikanlı) – 2003

Yönetmen: Chan-wook Park
Sırada benim de yazarken tüylerimi diken diken eden bir aşk var; ensest. Evet, evet yanlış duymadınız. Sırada iki kardeşin birbirine duyduğu aşk var. Film bir intikam temelinde şekilleniyor fakat mesele aslında kardeşler arasında yaşanan aşkta çözümleniyor. Woo-jin Lee’nin kardeşine, kardeşinin de ona duyduğu aşk, ne öyle arsızca dile gelir ne de inkâr edilir.

Belki de çok güçlü bir sevgidir bu belki de gerçekten aşk. Bilemeyiz. Lakin filmi izlemeden ve ikili arasındaki hissiyata şahit olmadan hüküm vermeyin ne olur.




8) Ultimo tango a Parigi (Paris’te Son Tango) – 1972

Yönetmen: Bernardo Bertolucci

Yakın zamanda Bernardo Bertolucci’nin yaptığı sansasyonel açıklamayla tekrar gündeme oturan Ultimo tango a Parigi, yasaklanan, mahkemelik olan, seyirci tarafından da dışlanan sahnelerin sahibi bir film. Listemize bu filmin girmesinin sebebi deo sahnelerdir ne de olsa. Ya da aradaki aşkın yaşanma hali mi desek? Gerçi hemen belirtmeliyim ki aşk daha çok bana kalırsa tek taraflı yaşanmakta bu filmimizde. Paul (Marlon Brando) ile Jeaane (Maria Schneider) arasındaki ilginç ilişkide, aşk daha çok Paul’de can bulur. Her ne kadar ilk etapta tam tersi bir intiba çizilse de Paul, ilerleyen sürede bizleri duygularının yoğunluğu ile şaşırtır. Birbirlerinin adını bile öğrenmek istemeyen, iki yabancının arafa benzeteceğimiz bir evde seks yaşamalarıdır aslında en basit haliyle filmin özü. Lakin yavaş yavaş filizlenen aşk her şeyi tepetaklak eder.

En insanlık dışı uygulamalarla birbirine sahip olmakta sakınca görmeyen çiftin aşkına şahit olmak şaşırtıcıdır.




9)Wild (Vahşi) – 2016

Yönetmen: Nicolette Krebitz

Liste ilerledikçe sınırlarımızı daha da genişletmeye ne dersiniz? Zira sırada bir kadının kurda olan aşkına sizi davet ediyorum. Yanlış okumadınız evet. Filmin arzu nesnesi bir kurt. Çevresiyle pek de sağlıklı iletişim kuramayan, yalnız bir karakter olan Ania (Lilith Stangenberg), bir kurda, divane bir şekilde gönlünü kaptırır. Hatta bu aşk ona tam da insanlıktan beklenecek bir bencillik yaptırır. Kurdu doğasından koparıp, kaçırarak evine hapseder. Hatta gün geçtikçe aşkından deliye dönen Ania, onunla her türlü duygusunu tatmin eder. Açıkçası bu sıra dışı aşkta, oldukça şaşkına döneceğiniz sahneler karşılayacak sizleri.

Kıskanılası bir fikir ve kıskanılası bir sinema örneği olan Wild, finaliyle de izleyiciyi tatmin eden, insanın tersine evrimine dair eşsiz bir yapım.




10) Sausage Party (Sosis Partisi) – 2016

Yönetmen: Greg Tiernan, Conrad Vernon

Bir sosis ile sandviç ekmeğinin aşkına geldi sıra. Üstelik bu âşıklar öyle pek de usturuplu değiller. Daha doğrusu bu oldukça anlamlı, güçlü bir din, toplum ve düzen eleştirisi olan harika animasyonda âşıklarımız, modern toplumun medeniyet adı altında getirdiği üstü kapalı konuşmalardan, imalardan, yasaklı kelimelerden pek hazmetmiyorlar. Onlar düşündüklerini, hissettiklerini açık açık, olduğu gibi söylüyorlar birbirlerine. Hatta ve hatta filmin sonunda aşklarının nişanesi olan anları hepimizin gözleri önünde açıkça yaşamaktan da zerre çekinmiyorlar.

O kadar açık, net ve gerçek bir aşk var karşımızda.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder