Dizinin En Renkli ve En Derinlikli Karakteri
2011 yılından itibaren Amerikan kanalı Showtime’da
yayınlanan Shameless dizisinin, yakında sekizinci sezonuyla karşımızda arz-ı
endam edeceği kesinleşti. Yoluna da daha uzunca bir süre devam edeceği muhtemel
olan dizinin ne de olsa İngiliz versiyonu tam on bir sezon sürmüştü. Ülkemizde
de yakın zamanda uyarlaması yapılacak olan dizinin bu kadar çok sevilmesinin
tartışmasız en büyük sebebi, en renkli ve en derinlikli karakter olan Frank
Gallagher’dir.
Birçok ödülün sahibi olan dizinin, bunların çoğunu Frank
karakterine hayat veren William H. Macy adına aldığını söylemeye gerek var mı
bilmiyorum. İlk olarak Coen kardeşlerin başyapıtlarından Fargo’daki rolüyle
tanıştığım H. Marcy, dizi izlemek ile çok da arası olmayan benim, Shameless’ı
sorgusuz sualsiz izlemeye başlamamın sebebidir. Şu an kendine çizdiği kariyerin
çok daha fazlasını hak ettiğini düşündüğüm H. Marcy’in oyunculuğunu, yeteneğini
ne kadar övsem az kalır. Bu nedenle lafı daha fazla uzatmayıp onunla hayat
bulan gelmiş geçmiş en muhteşem karakterlerden biri olan Frank’e geçmak
isterim.
Basit Yaftalamalardan Çok Daha Fazlasını Hak Edecek Bir Kişi Frank
Altı çocuk babası olan Frank’ın, çocuklarına hiçbir şekilde
iyi bir baba olmadığı tartışma götürmez bir gerçek elbette. Çalışıp ailesi için
para kazanan, çocuklarıyla ilgilenip, onların eğitimine, geleceğine odaklanan
bir baba değil Frank. Aksine çocuklarının bırak güvenli ve sıcak bir aile
ortamında büyümelerini sağlamayı onların rutin bakımlarını bile yapmamış, tüm
yükü evin en büyük çocuğu Fiona’ya bırakmış bir adam o. Çocuklarını her türlü
suça, kötü alışkanlığa teşvik eden ve bundan da asla utanç duymayan biri.
Tembel, alkolik, uyuşturucu kullanan, küfürbaz, hırsız, ahlaksız, utanmaz
herifin teki diye tarif edilebilecek lakin aslında bu kadar basit
yaftalamalardan çok daha iyisini hak edecek bir kişilik karşımızdaki.
Frank, modern toplumun sabah-akşam mesaili çalışma
koşullarını kölelik olarak, birçok ahlak kuralını ise riyakârlık olarak gören
bir anarşist aslında. Bakmayın siz onun tembel gözüktüğüne. İstese taşı sıkıp
suyunu çıkaracak biridir. Daha doğrusu bilek gücünü pek bilemem ama zekâ olarak
çok az kişi onunla boy ölçüşebilir. Zira Frank, tam anlamıyla bir dâhidir.
Zaten oğlu Lip’in de aynı şekilde çok zeki olmasının tek sebebi Frank’in
genleridir.
Paraya ve Mülkiyete Önem Vermeyen Bir Karakter
İşte bu üstün zekâsını, kurnazlıkla çalıştırdığında çoğu kez
neleri başarabildiğini görmek hiç şaşırtıcı olmaz. Kimi zaman tek bir kuruş
ödemeden oğlunu özel okula kaydettirebilmiş kimi zaman da kısa sürede çok büyük
meblağlar kazanabilmiştir. Lakin paraya, mülkiyete aslında hiç de değer
vermeyen biri olduğu için kazanması ile kaybetmesi arasında çok da fazla zaman
geçmez tüm kazandıklarını. Bir gün önce süper konforlu bir hayat yaşarken diğer
gün evsizlerle yol kenarında uyanabilen, bu durumdan da asla rahatsızlık
duymayan bir adamdır. Zaten o değil
midir konuşunca en büyük solcudan daha etkili laflar eden? Oturdukları kenar
mahallenin son dönem seçkinci orta sınıf beyaz yakalılar tarafından
dönüştürülmesine nasıl da karşı çıkar. Mahallenin tamamen ele geçirilmemesi için
nasıl da savaş verir. İnsanları örgütlemeye, orta sınıfın duyulan ayak
seslerini kesmek için canla başla çalışır.
Şimdi elbette diziyi izlemeyenler, neden o zaman zekâsının
ekmeğini yiyip de iyi bir yerlere gelmedi diye soracaklar. Dedik ya öncelikle
yoğun, insanın iliğini sömüren çalışma hayatına, makam, mevki gibi sahte
koltuklara ve her türlü mülkiyete pirim vermeyen bir asidir çünkü. Ama en önemlisi ise üniversite okurken âşık
olduğu kadındır sebep. Monica, o
zamanlar parlak bir üniversite öğrencisi olan Frank’in karşısına çıkarak, hem
kendine âşık eder hem de tüm hayat çizgisini değiştirir. Zaten zekâsıyla
dünyayı çok daha farklı algılayan Frank, tam bir hippi hayatı yaşayan Monica’ya
takılarak her şeyi bırakıp onun peşinden gider. Üstelik Monica tarafından
defalarca terk edilip, yüz üstü bırakılacaktır. Lakin hiçbir şey Frank’in
çocuklarının hepsinin büyük bir aşkın meyveleri olduğu gerçeğini değiştiremez.
Matruşka Gibi Her Sezon Büyüyen Bir Adam
Başta da dediğim gibi dizinin en renkli ama daha da önemlisi
en derinlikli karakteri olan Frank, tıpkı bir matruşka gibi her sezonda daha da
büyüyor. Onunla ne kadar çok birlikte olursak daha da çok tanıyor ve kaçınılmaz
şekilde, her şeye rağmen çok ama çok seviyoruz. Belki ilk bölümler lanet bir
adam olarak tanıdığımız Frank’in zeki, mücadeleci, düşünen, sorgulayan, kendi
seçimlerinin arkasında duran, âşık, isyankâr ve ve daha nice şey olduğunu
anlıyoruz. Anladıkça da daha da çok seviyoruz.
Lakin dizi, hiçbir zaman tam anlamıyla da bir özdeşleştirme
yaptırmayarak arada bir ona ağız dolusu küfür etmemize, kısa sürekli sinir
olmamıza ya da nefret etmemize de sebep olabiliyor. Bu da alınan keyfi kat be
kat arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. Hani çok sevdiğin bir insanla önce
kavga edip sonra da boynuna sarılıp pişman olmak gibi bir şey Frank’i sevmek.
Ne tam suçlamak ne de tamamıyla kabul etmek mümkün. Araf’ta yaşanılan bir aşk
Frank’e olan tutku aslında. Ne de olsa çocuğunu dilendiren, uyuşturucu satmaya
teşvik eden, sevgilisinin henüz reşit olmayan kızı ile seks yapan, kızının
düğününü mahveden ve daha nice buraya yazmakla bitmeyecek meziyetleri olan
adamı nasıl tam olarak aklayabiliriz? Üstelik Frank’in de öyle bir derdi yokken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder